Derler ki: Kendisine babasından bin dirhem miras kaldığı halde bir kuruş bile almadı. Bunun sebebi olarak babasının kaderi inkâr ettiği gösterilir.
Sûfîlerden Ebû Abdullah Haris b. Esed Muhâsibî ilim, verâ, muamele ve hâl bakımından eşi bulunmayan bir zat idi. Aslen Basralı olup 243/857 senesinde Bağdat’ta vefat etmiştir.
Derler ki: Kendisine babasından bin dirhem miras kaldığı halde bir kuruş bile almadı. Bunun sebebi olarak babasının kaderi inkâr ettiği gösterilir. Bu sebeple Muhasibî, babasının mirasından bir şey almamayı verânın icabı görmüştü. Sahih bir rivayetle Nebi’den (s.a.s):
“Aralarında din farkı bulunanlar yekdiğerine mirasçı olamaz” hadisi nakledilmiştir.
Muhammed b. Mesrûk diyor ki:
“Haris b. Esed Muhâsibî vefat ettiğinde bir dirheme bile muhtaç bulunuyordu, hâlbuki babası ölünce çok mal bırakmıştı. Önüne bir yemek getirildiğinde nereden kazanıldığını sorar, açıklamayı tatmin edici bulmazsa o da yemeği yemekten kaçınırdı.”
Ebû Abdullah b. Hafîf:
“Şeyhlerimizden beş şahsa uyunuz, geriye kalanların hallerini kendilerine teslim ediniz. Bunlar, Ebû Muhammed Ruveym, Ebû’l-Abbas b. Atâ, Haris b. Esed Muhâsibî, Cüneyd b. Muhammed, Amr b. Osman Mekkî’dir. Çünkü bunlar ilim ile (marifet ve) hakikatleri telif etmişlerdir.” (Şeriatla, tasavvufu uzlaştırmışlardır).
Haris Muhâsibî şöyle demiştir:
“Bir kimse bâtınını murakabe ve ihlâsla sağlamlaştırırsa Allah onun zahirini mücâhede ve sünnete tâbi olma hâli ile süsler.”
Cüneyd’in şöyle dediği hikâye olunur:
“Bir gün Haris Muhâsibî bana uğradı, kendisinde açlık alâmeti gördüm.
‘Amca, evimize girip bir şeyler almak istemez misin?’ dedim.
‘Olur’ dedi.
Eve girdi. Mutfağa gidip bir şeyler hazırlamak istedim. Evde bir düğünden gönderilen yemek vardı. Getirdim. Kendisine takdim ettim. Bir lokma aldı ve onu ağzında defalarca sağa sola yuvarladı. Nihayet kalktı, lokmayı ağzından çıkardı. Bir deliğe attı ve savuşup gitti. Birkaç gün sonra kendisini görünce, o şekilde hareket etmesinin sebebini sordum. Dedi ki:
‘Tabiî ki, o zaman aç idim. Evinde yemek suretiyle seni memnun etmek, kalbini korumak ve gönlünü almak istedim, fakat benimle Allah Teâlâ arasında bir alâmet (akit) vardır. Bu alâmet, helal olması şüpheli bir yiyeceği boğazımdan geçirmemesi şeklindedir. O gün Allah, o lokmayı yutma imkânını bana vermedi. O yemek size nereden gelmişti?’
‘Yanımızdaki evde düğün olmuştu. Onlar göndermişlerdi’ dedim ve ilâve ettim,
‘Bugün evimize buyurmaz mısın?’
‘Olur’ dedi ve içeri girdi. Evde kuru ekmek parçaları vardı. Onları takdim ettim. Yedi ve:
‘Bir fakire (dervişe) bir şey takdim edeceğin zaman böylesini takdim et’ dedi.”
(Sûfîler düğün yemeğini yemeyi takva ve verâa uygun görmezler. Çünkü düğünlerde oyun ve eğlence vardır.)
Kuşeyrî Risâlesi