Bektaşi geleneğinin Yunus’u Hacı Bektaş diyarından Tabduk Emre Dergâhı’na göndermesi boşuna değildir. Zira Yunus’un eğitilmek üzere kendisine gönderildiği Tabduk Emre de Hacı Bektaş yolunun erenlerindendir. Çünkü Hacı Bektaş, o çağda ulu bir şeyh olarak bütün Anadolu erenlerinin bağlı bulunduğu en üst makamdır. Tabduk Emre’ye de o, el vermiştir.
Menkıbe, bu münasebeti şöyle izah eder: “Hacı Bektaş, bir gün kendi Dergâhı’nda büyük bir toplantı düzenler. Bu toplantıya bütün tekkelerin mürşidleri gelir fakat Tabduk Emre gelmez. Hacı Bektaş ona elçi yollayarak bu durumun sebebini sorar.
Tabduk Emre, bunun üzerine Sulucakarapüyük’e gelir. Gelmeyişini “Biz perde ardından velâyeti alırken orada sizi görmedik. O makamda görmediğim birinin davetine bu yüzden gelmek istemedim, der.
Hacı Bektaş, bu açıklama üzerine “Velâyeti aldığı kimseyi tarif etmesini söyler. Tabduk Emre de onu görmedim. Perde arkasından el verdi. Ancak avucunun içinde yeşil bir ben vardı, der.
Hacı Bektaş, bu söz üzerine sağ elinin avucunu açar. Tabduk, Hacı Bektaş’ın avucuna bakınca ortasında o yeşil beni görür ve vecd içinde kendinden geçer. Ve size bağlandım anlamında “Tabduk…., Tabduk sultanım” diyerek Hacı Bektaş’a bağlılığını belirtir.”
Menkıbe, hadisenin sonunu şu cümle ile bağlar: “O günden sonra Tabduk Emre namı ile Sakarya havzasında bulunan kasaba ve köyleri irşada devam eder.”
Menkıbenin bu bilgisi, karşımıza bir şeyh portresi çıkarıyor; ama onun hayatı da dervişi Yunus’un ki gibi çok aşikâr değildir. O da dervişi Yunus gibi bilinmezlikler sultanıdır. Kimi tarihi kaynakların onunla ilgili verdiği sınırlı bilgilerden çıkarabileceğimiz portre ise şöyledir:
Tabduk Emre, bir 13 . yüzyıl sufisidir. Hoca Ahmet Yesevi çizgisine bağlıdır. Orta Asya'dan gelen Sinan Efendi yahut Ata Sinan isimli bir şeyh tarafından irşad edilmiştir.
Anadolu’da Sakarya vadisindeki Karanlık Dere’de (Bugünkü Emrem Sultan Köyü) yaşamıştır. Alperenlerin ulularındandır. Burada bir Dergâh kurarak müritlerine bir yandan manevi eğitim vermiş, bir yandan da çiftçilik ve hayvancılık yaparak burayı üretim merkezi hâline getirmiştir.
Daha sonra, Nallıhan yöresinde Tabduk adına bir zaviyenin kurulmuş, bu zaviyeyle ilgili olarak Nallıhan’ın Kozlu Köyü’nde vakıf tesis edilmiş olması ve Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa tarafından bu vakfa yardımlar yapıldığını gösteren belgelerin varlığı Tabduk Emre’ye de tarihi bir şahsiyet gözüyle bakmamızı gerektirecektir.
Yunus, Divan’ında yer alan Tabduk’la ilgili kimi söyleyişler ise bu durumu başka bir açıdan yorumlanmasına da sebep olmuştur. Kimi yorumcular, Yunus’un bu söyleyişle bir insanı değil, bizzat Cenab-ı Hakk’ı kasdettiğini söylemektedirler. Faruk Kadri Timurtaş, böyle düşünenler arasındadır. Ona göre “Tabduğumuz” sözünün “mabud”, “ilah” anlamına gelmektedir. Dolayısıyla “Tabduk” kelimesi Allah manasındadır.
Yunus Emre “Halka Tabduk manisin saçtık elhamdüllilah” demek suretiyle Cenab-ı Hakk’ın manasını Halka anlatmış olduk, demek istemiştir.
Bu görüşlere delil olarak da Yunus’un;
…
…
….
şeklindeki söyleyişleri gösterilmektedir.
Bu yorumlar da elbette yabana atılamaz. Gerçekten de bunlar Tabduk’un cismani bir varlık olarak anlaşılmasına engel sayılabilecek söyleyişler olarak değerlendirilebilir. Ama bir derviş için şeyhi hak dostu; Dergâhı ise Hak kapısıdır. Söylenen sözler de Hakk’ın bilgisidir.
Yine de bütün bunlar Tabduk’u cismanî bir varlık olmaktan çıkarmaz. Çünkü Tabduk kelimesi Erzurum yöresindeki söyleyişiyle “Taptak” şeklinde düşünüldüğünde mecazen “temiz gönüllü”, yine Mehmet Tahir’e göre “abid, tapan” anlamına geldiğine göre bir şahıs ismi olmasına engel bir durum gözükmemektedir.
İlahi aşk coşkusuyla şairin hangi sözcüğe ne tür bir anlam yüklediği elbette tam olarak bilinemeyebilir. Dolayısıyla Tabduk sözü hem bir insanı hem de kimi zaman bizzat Allah’ı ifade için kullanılmış olabilir.
Ama bu durum tasavvuf geleneğinde mürit için mürşid-i kâmil gerçeğini ortadan kaldırmaz. Üstelik hem geleneğin hem de tarihi vesikaların bilgileri dikkate alındığında Yunus Emre’nin en azından yolun başında Tabduk Emre müridi olduğu bir gerçektir.