Rasûl-i Ekrem (s.a.s), 8 Haziran 632 tarihinde vefat etti. O'nun ayrılışı kalpleri hüzne boğmuş, inanan gönüllere büyük bir matem havası yaşatmıştır...
Dıhyetü'l-Kelbî, iman etmeden önce zengin bir Arap melikiydi. Peygamber Efendimiz, onun müslüman olmasını arzu ediyordu...
Peygamberimiz (a.s), bir gün Hz. Ebu Bekir’le Hz. Ömer’in arasında yürüyüp gittiği sırada, kardeşinin veya kendisinin hasta olan oğluna şifa için Tevrat okuyan bir Yahudiye rastladı...
Peygamberimizin vefâtından sonra Bilâl-i Habeşî ayrılık acısına tahammül edemez olmuş, artık bir daha ezan okumamıştır. Resûlullah’a (sav) olan muhabbetiyle her gün yanıp, tütüyor gözyaşı döküyordu. ..
‘Hiçbir peygamber yoktur ki, ruhu, Cennetteki durağını görmedikçe alınmaz! Sonra, durağına gitmesi arzusuna bırakılır!’ ..
Mücahidler, Mekke’yi fethettikleri günün gecesinde, sabaha kadar tekbir, tehlil getirmekten, Kabe’yi tavaftan geri durmadılar...
Hz. Ali’ye, akrabaları, kendisinin Resûlullah aleyhisselamla olan yakın akrabalığını ileri sürerek Hz. Fâtıma’yı ondan istemesi için baskı yaptılar. Sa’d b. Muaz da, bu hususta Hz. Ali’yi teşvik ve ikna etti...
Cabir b. Abdullah derki: “Sa’d b. Rebi’, Uhud’da şehit oldu. Resûlullah aleyhisselam Medine’ye döndü, sonra Hamrâü’l-Esed’e gitti...
“Rasulullah (s.a.v.) vefat edince, kefenlenip seririne konuldu. Halk, onun için gruplar halinde cenaze namazı kılıyorlardı.....
Peygamber Efendimiz, Müslümanların saflarını düzelttiği sırada, safların en arkasına durdu. Yavaş yavaş ilerleyerek ön safa girdi...