Peygamber (s.a.v) Efendimiz’den şöyle rivayet edilir: “Musibetleri saklı tutmak, Arş hazinelerinden birine sahip olmak kadar büyüktür.”
Bu konuşma Ribât’ta yapıldı.
Konuşma tarihi: Hicrî 20 Zilhicce 545, Milâdî 1150.
Peygamber (s.a.v) Efendimiz’den şöyle rivayet edilir: “Musibetleri saklı tutmak, Arş hazinelerinden birine sahip olmak kadar büyüktür.”
Ey halka dert yanan ve Hakk'ı halka şekva eden, onlara yaptığın bu şekva, sana ne gibi bir fayda sağlar? Onlar sana fayda sağlayamazlar. Onlar kendi başlarına kimseye zarar da veremezler. Onlara itimat ederken, Hak kapısına ortak etmiş olursun. Onlar seni Hak kapısından uzak kılar. Hakk'ın gazabına bu yüzden çarpılırsın. Mevlâ'dan kalbine perde inmesine sebep olurlar.
Ey bilgi iddiasında olan, bütün hâlinle cehaleti aramaktasın.
Dünyanı Rabb’inden gayri kimselerden istemektesin. Sıkıntı içine düştüğün zaman halka koşmakla eline ne girer ki?
Yazık sana, şu saldırıcı av hayvanı öğrendiğini yapıyor. Avını kimseye vermiyor, kendisi de yemiyor. Halbuki onun âdeti, bulduğunu kapıp yemektir. Bütün tabiî hallerini bir yana atarak öğrendiği şeyin gereğini yapmaya çalışıyor. Av kuşları da aynı şeyi yapmakta. Nefsin öğrenmeye daha layıktır. Vahşî hayvanlar güzel terbiye edilirken bir insan cevheri, irade ile nasıl yola getirilemez?
Ona bir şey öğret, fehmini aç. Anlayış kabiliyetini geliştir. Dinini yeyip bitirmesine mâni ol. Hak Teâlâ'nın emanet ettiği şeye ihanet etmesin. İman sahibi için din, manevî varlığına et ve kan sayılır. Nefsini iyi terbiye etmeyenin ona bir şey teslim etmesi doğru olmaz. Her şeyi öğrettiğin zaman istediğini teslim et. Anlayışına ve kavrayışına güvendiğin zaman ona her varını bırakabilirsin. Yine de kontrol etmen yerinde olur; unutma. Her gittiğin yerde seninle olur. Alîm ve Halîm olan Allah tarafından gönderilene razı olur. Onun için, buğday içi ile arpa kepeğinin farkı yoktur. Nefsi için hiç bir haz almaz. Hırs ile yemek yemez. Aç kalır, susuz bekler, yine kimseden bir şey ummaz. Daima iyi işler ve Hakk'a kulluk için kendini atar. Tabiî olan kötü dileklerini unutur. Cömert olur. Gönlünü dünyaya kaptırmaz, öbür âleme hasret çeker. Az zaman böyle gider, sonra âhireti de bırakır. Mevlâ'ya koşar. Ona sırrı ile varmak ister. Kalbi de alır, Hak Teâlâ'nın kapısına gider. Artık geçmiş hüküm kendini gösterir. Ve o hüküm dile gelir. Şöyle der: “Ey yemeyen ve içmeyen, burada ye ve iç.”
Aklı başında olan hasta, yalnız doktorun verdiğini yer ve tavsiye ettiği ilâcı alır. Onun terbiyesinde ve gösterdiği yolda kendini tedavi eder. Gerek doktorun yanında, gerekse olmadığı zaman, nefsinin isteklerine kapılmaz.
Ey hırsa kapılan, o yiyecek ki sana yazılmış, senden başka kim yiyebilir? O elbise ve o binek ile alacağın o kadın sana yazılmış ise, senden başka kim onu alabilir? Hırsı bırak; acele etme.
Bu cehalet neye? Sebatlı halin yok. Aklın ermiyor. Allah'ın vaadine inanmıyorsun. Ey muhtelif işlerde çalışan zat, zengin, sâlih birine iş gördüğün zaman ücret bekleme. Edebini bozma. Sen, edebini bozmadan terbiyeni muhafaza edersen daha iyisini, daha güzelini ve daha fazlasını bulursun.
O zengin ve cömert adam, sende hırs ve bir talep görmediği zaman, birlikte çalıştığın arkadaşlarından ayırır ve seni hepsinden üstün tutar, her türlü rahatını temin eder.
Hak Teâlâ, itiraz edenlere sahip olmaz. Her işte nifak çıkarmakta olanlara bakmaz. O’nun sahip olduğu ve baktığı kimseler, edepli ve itiraz bilmeyen kimselerdir. İçi sakin, dışı hoş olanlar, Hak Teâlâ ile sohbetini devam ettirir.
Gelmekte olan hâdiselere boyun eğenin, ilâhî âlemde sohbeti devam eder. Allah'ı tam bilen ve O'na irfan duygusu besleyen, her an O'nunla olur. Başka sevdiği yoktur. O'na uyar, O'ndan dirlik alır, başkalarına karşı duygularını öldürür. İrfan sahipleri, hep Allah'ın zatı ile olmaktadırlar; sıfat ve isim tecellilerinin zuhuru olan geçici şeylere uymazlar.
Ey evlat! Konuştuğun zaman iyi niyetle konuş. Sustuğun zaman, kalbinde iyi duygu besle. Niyeti amelden önce bilmeyen adamın yaptığı işler eksiktir. Sen, susmuş olsan veya konuşsan, yine de günah işlemiş olursun; çünkü niyetin bozuk. Söz etmen ve sessiz durman, Peygamber’in sünnetine uymuyor.
Bir hâl değişikliğinde ve rızık darlığında hemen Hakk'a karşı hâliniz değişiyor. Hele gelecek bir şeyin ipi kopup kırılsa, hemen küfür yolunu tutuyorsunuz. Dünyada hemen hemen her şey ölçülü ve muayyendir. Sana bir nimet gelirse, diğer kimsenin elinden çıkmış sayılır. Bir gün de senden alınır, başkasına verilir. Ne hepsi senin olur, ne de daima bir şahsın elinde kalır.
Kendinizi hükümdar gibi görüyorsunuz. Allah sanki sizin keyfinize göre hareket edecek! “Niçin yaptın? Şunu yapma! Bunu yap!” gibi emirler vereceksiniz O'na öyle mi? Hâşâ!
Ey Âdemoğlu, sen kimsin? Ne değerin var? Kokmuş bir sudan yaratıldın. Halini düşün. Rabb’ine tevazu göster. O'na karşı boynu eğik ol. Takva sahibi ol. Aksi halde kerim olman kabil olmaz. Allah katında güzelliğin kaybolur. Salih kullar da, takvan olmazsa senden hoşlanmazlar. Dünya böyledir; hep hikmet doludur. Âhiret daha başka olur; kudret âlemi orada başlar.
Ey cemaat! Sizi terbiye edecek zatlar lazım. Siz Hakk'a vekâlet etmektesiniz. Bundan haberiniz var mı? Akıllı olunuz. Kalp gözlerinizi açınız. Bulunduğunuz makamı idrâk ediniz. Her hâliniz ölçülü olsun. Meselâ: Evinde bir topluluk bulunan, önce söze başlamasın; söz edecek olursa çoğu cevap mahiyetinde olsun. Boş şeyleri konuşmaktan çekinsin.
Tevhid ilmini edinmek farz, helâl bulup yemek farz, Allah için yapılan işlere karşılık beklememek farzdır.
İçi dışına uymayan fâsık kişilerle olma. Salih ve düzenli iş edenlere koş. Karışık bir durumda olursan, sâlih ile nifaklı kişiyi ayırt edemeyecek hâle düşersen Allah'a yalvar. Oturduğun yerden hemen kalk; gece olsa, daha iyi olur. İki rekât namaz kıl, sonra yalvar: “Yâ Rabbi, kulların arasında olan sâlih kişileri bana buldur. Sana varmama delil olanı bana göster. Manevî sofrandan yememe vesile ver. Manevî susuzluğumu, sonsuz denizinden kandıracak zatı bana bildir. O zat gözlerimi, yakınlık nurunla sürmelesin. Taklitçi olmayarak ayan beyan nurunu gördüreni bana haber ver.
Allah yoluna canları ile girmiş olanlar, Allah'ın fazlından yer ve ülfet şarabını içerler. Hakk'ın yakınlığı kapısında hazır dururlar. Yalnız haberle yetinmezler. Çalışır, çabalar, sabırlı olarak sefere çıkar, her şeyi olduğu gibi görürler. Yaratılmışları geçer, ötelerin ötesine varırlar. Rab’lerine vasıl oldukları zaman edep, ilim ve hikmet öğrenirler. Çeşitli bilgilere vakıf olurlar. Yerde ve gökte Mevlâ’dan gayri bir şey olmadığını o dem öğrenirler. Veren, vermeyen, hareket ettiren ve sakin bırakan, O'ndan başkası değildir. Takdir eden ve hüküm veren O'dur. Aziz eden ve zelil bırakan, bir şeyi diğerine sataştıran ve uysal kılan yine O'dur. Bu hâle erince o büyükler her şeyi kolay anlarlar. Çünkü kalp gözüyle Hak katında olanları görürler. Dış gözlerini de o yola vermeye çalışırlar. Dünya onların yanında hiç kalır, mülkünü görmezler bile. Ne bir ölçüye vurur, ne de tartmaya kalkarlar.
Ey cemaat! Takvayı terk ettiniz; bu halinizden hemen dönünüz. Takva gönüllere şifa verir. Onu terk, ruhu hasta eder.
Kendinizi tevbe etmeye alıştırınız. Tevbe ilâçtır. Günahlar ise mikrop çıkarır. Peygamber (s.a.v) Efendimiz bir gün ashâbına şöyle hitap etti: “Ayık olunuz, size hastalığınızı ve onun şifasını öğreteceğim, ister misiniz?” Ashâb; “Evet, evet” dediler. Peygamber (s.a.v) Efendimiz devamla buyurdular ki: “Hastalığınız, günah sebebi ile gelir. Ona şifa olan da tevbedir.”
Tevbe, imanın ayrılmaz eşidir. Zikir meclislerine devam etmek ve Hakk'a muti olmak, iman hastalıklarına şifa olur.
İman dili ile tevbe ediniz, felahı bulursunuz. Tevhid ve ihlâs dili ile konuşunuz, size felah gelir. Allah Teâlâ tarafından bir âfet geldiği zaman imanla kendinizi müdafaa ediniz. İman, elinizde bir silâh olsun.
Allah'ım, onlara gösterdiğini bize de göster. “Dünyada iyilik ver. Âhirette iyilik ver. Ve bizi ateş azabından koru.” (el-Bakara, 2/201)