Osmanlı’nın özünü ve temellerini besleyen manevî unsurların en başında “ilâ-yı kelimetullâh aşkı ve peygamber sevgisi” gelmiştir. Peygamberimize ve mukaddes beldelere hürmet, muhabbet, hizmet ve sadakat, soylu ceddimizin her daim şiarı olmuştur. Padişahlar, devlet işlerinin aksamaması için şeyhülislâmların verdiği fetvaya dayanarak Hacca gidememişler; ancak Hz. Peygambere ve mübarek topraklara karşı “Veysel Karâni gibi” gönül bağlamaktan da geri kalmamışlardır. Osmanlı, Yavuz Sultan’ın tabiriyle “Harem-i Şerif’in hâdimi (hizmetkârı) olma” anlayışını, buralar elinden çıkana kadar sürdürmüş; Haremeyn’e sancak asmaktan, vali ve kadı göndermekten bile hayâ etmiştir.
I. Ahmed’in Sorgucu
Sultan I. Ahmed’in, dillere destan Peygamber sevgisi ise asırlarca “baş tâcı” edilmeye değer. Çünkü Sultan Ahmed, sarığına taktırdığı sorgucun içine Peygamberimizin ayak izinin resmini koydurmuş ve üzerine de şu muhteşem dörtlüğü yazdırmıştır:
N’ola tâcım gibi başımda götürsem dâim
Kadem-i resmini ol Hazret-i Şâh-ı Rasul’ün.
Gül-i gülizâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir
Ahmedâ durma yüzün sür kademine o gülün.
Bundan başka Sultan Ahmed, babası III. Mehmed’den kalma 50 bin sikke ve üzerinde 227 elmas taş bulunan bir yüzüğü Kâ’be’nin tamiri için bağışlamıştır.