Muridan
İman-İslâm İlişkisi

İman-İslâm İlişkisi

“Habibim de ki; eğer beni seviyorsanız bana tabi olunuz ki Cenâb-ı Allah da sizi sevsin ve günahlarınızın bir kısmını bağışlasın.” (Âl-i İmrân, 31)

‘Ey iman edenler’ şeklinde çağrıda bulunan ayetler vardır. Bu ayetler de  mü’min olanlara hususi bir davet, onlara tavsiyeler veya yapılması icap eden hususlar beyan olunur. Bu çağrı özeldir. ‘Ey iman edenler’ denilmek suretiyle Allah’a ve O’nun Rasûlüne iman eden müminler diğerlerinden ayrılmıştır. Bu iman amel, aşk ile Yaradana ve O’nun elçisine bağlı olmak ve onları sevmektir.
 
“Habibim de ki; eğer beni seviyorsanız bana tabi olunuz ki Cenâb-ı Allah da sizi sevsin ve günahlarınızın bir kısmını bağışlasın.”(1)
 
Bu manada iman, teslim olmakla anlatılabilir. İman ile İslâm ayrı ayrıdır. Mümin kayıtsız şartsız teslim olmazsa iman kalbe yerleşmemiş demektir. Böyle bir inanç noksan olur. Bu da amele tesir eder. Her ikisi de bir diğerinin tamamlayıcısıdır. İmansız İslâm, İslâmsız iman olmaz. Cenâb-ı Allah buyuruyor:
 
“Araplar ‘iman ettik’ dediler. De ki; ‘siz henüz iman etmediniz. Velâkin henüz iman kalplerinizin içine girmemiş olduğu halde, İslâm’a girdik deyin’ ve eğer Allah’a ve Rasulüne itaat ederseniz amellerinizden hiçbir şey eksilmez, çünkü Allah gafur ve rahîmdir.”(2)
 
Bu ayeti kerime, rivayet olunduğuna göre Benî Esed İbni Huzeyfe kabilesinin ganimet hevesiyle müslümanlığa girmesi üzerine nazil olmuştur. Gerçekte iman sadece dil ile ikrardan ibaret değildir. Kalbin de bunu tasdik ve teslim etmesi şarttır.  Cenâb-ı Allah iman edenlere:
 
“Allah ve Rasulü sizi kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği zaman onlara itaat edin”(3) diye kesin olarak emretmektedir. İmam-i Azam’a ait olan Fıkhı Ekber’de; ‘İman; ikrar ve tasdiktir, İslâm Allah Teâlâ’nın emirlerine teslim ve inkiyaddir’ denilmektedir. Görüldüğü gibi ayetteki davet, yani çağırma olayı hem Cenâb-ı Allah, hem de Rasûlü’ne ait olarak kullanılmıştır. Çünkü kendi heves ve arzusuna göre konuşmayan Allah Rasûlü, bir peygamber olarak emir ve nehiyleri ancak Cenâb-ı Allah’tan almaktadır. Sonra da bir nübüvvet vasfı olan tebliğ ile onu bütün insanlara ulaştırmaktadır. O’nun vazifesi işte bu tebliğ vazifesidir. Ayette Allah ve O’nun elçisinin hayat verici daveti denilmektedir. O, kâinatın yaratıcısı olduğuna göre yarattıklarını çok iyi biliyor. Bir aleti yapan nasıl yaptığını iyi biliyorsa O vâcibu’l-vucûd olan âlemlerin Rabbi de her şeyi çok iyi bilir. Koyduğu kanunlar bizlere faydalı olacağı içindir. Yasaklarda, sakındığımız zaman nice faydalar getirir, emirlerini yaptığımız takdirde her iki dünya için yararlar vardır. O, mahlûkatın ihtiyaçlarının neler olduğunu çok iyi bilir.
 
Gelişimiz O’ndan, dönüşümüz de O’nadır.
 
 
 
 (1) Âl-i İmrân, 31.
 
 (2) Hucurât, 14.
 
 (3) Enfâl, 24.

Top