Muridan
Tevekkül-i Aslî - Ebû Tâlib el-Mekkî (ks)

Tevekkül-i Aslî - Ebû Tâlib el-Mekkî (ks)

Mal biriktirmek, Allah Teâlâ için, O’nun yolunda, mal O’nun rızasına uygun olduğu sürece tevekkülün sıhhatine zarar vermez. Nefsanî arzular ve hevâ uğruna biriktirilen mal ise tevekküle zarar verir.

Allah için mal biriktiren kimse, Allah Teâlâ’nın kendisine farz kıldığı haklar için bu birikimi yapıyor sayılır, Bu haklardan herhangi birini gördüğünde malını harcayacaktır. Allah Teâlâ’nın haklarını eda etmek, kulun makamını eksiltmek bir yana daha da yükseltecek bir davranıştır.

 

Bişr b. ElHars’ın dostlarından biri şunu anlatmıştır:

“Bir gün kuşluk vakti onun yanında oturuyordum. Esmer bir yetişkin içeri girdi. Yanakları hafif çöküktü. Bişr, onun için ayağa kalktı. Daha önce başka biri için ayağa kalktığını görmemiştim. Bana bir avuç dirhem vererek, ‘Git! Bize alabildiğin en güzel yemek ve kokulardan getir’ dedi. Daha önce bana hiç böyle bir şey söylememişti. Yemeği getirdim ve önüne koydum. O kimse ile birlikte yemeği yedi. Daha önce onu başka biriyle yemek yerken de görmemiştim. Sonra şöyle dedi: ‘Yiyeceğimiz kadarını yedik.’ Yemekten arta kalanları o misa­fir, giysisinin içine toplayarak koltuğunun altına aldı ve ayrıldı.

 

Bişr’in bu davranışına çok şaşırmış ve yadırgamıştım. Çünkü daha önce, müsaade istemeksizin böyle bir emir verdiğini görmemiş­tim. Adamın gitmesinden sonra Bişr bana şöyle dedi: ‘Zannederim misafirimizin yaptığını beğenmedin.’ Ben de, ‘Evet, yemeğin kalanı­nı izin istemeksizin aldı’ dedim. Bana, ‘Onu tanıyor musun?’ diye sorduğunda, ‘Hayır’ dedim. Dedi ki: ‘O, yakın dostumuz Feth elMusulî’dir. Bugün Musul’dan gelerek bizi ziyaret etti ve şunu göster­mek istedi: Tevekkül sahih olduğu zaman, mal biriktirme ona za­rar vermez. Mal biriktirmeyi terk etmek ancak makamındaki ümidi kısa tutmanın gereğidir.’

 

Uzun yaşama ümidiyle tevekkülde bulunmak da sahihtir. An­cak bunun şartı uzun hayatın, Allah’a itaat, O’na hizmet ve O’nun yolunda cihad ümidiyle olmasıdır. Bu da faziletli bir hal olup ricâ ve ünsiyet ehlinden bir topluluğun yoludur.

 

Kulun uzun yaşama ümidi, nefsini tatmin etmek ve arzularını doyurmak için ise, bu durum onun zühdünü eksilttiği gibi tevekkü­lünü de zedeler. Zühdü eksilten şey, aynı derecede tevekkülü de eksilttiği gibi zühdü arttıran şey de tevekkülü aynı miktarda artırır. Çünkü zühd, tevekkülün hususi şartlarındandır. Tevekkül ise züh­dün umumi şartlarından biri değildir.

 

Tevekkülde bir makam sahibi olan her zat kaçınılmaz olarak zahid iken, makam sahibi her zahid tevekkül ehli olmayabilir. Çün­kü tevekkül bir makam, zühd ise bir haldir. Makamlar, Allah Teâlâ’ya yakın kılınan mukarrebun zümresi, haller ise kitapları sağ ta­raflarından verilecek ashabı yemin içindir.

 

Zühdün hakikatine eren kimseye, tevekkül makamı da kaçınıl­maz olarak verilir. Çünkü hallerin hakikatine erilmesi, bunların sabit kalarak istikamet üzere devam etmesi, o hallere sahip olan kimselerin makamlara ulaşmalarını sağlar. Tevekkül eden bir kim­senin, bir ya da iki ay hayatta kalmayı ümit etmesi, aynı süre için birikimde bulunmasını caiz kılar. Ama tûli emel, yani uzun boylu ümitlere sahip olmak, el-Havâss’a göre kişiyi tevekkülün hakika­tinden çıkarırken bana göre tevekkülün sınırından çıkarmaz.

 

Ben, tevekkül sahibinin kırk günden fazlası için birikimde bu­lunmasını mekruh görürüm. Aynı şekilde, kırk günden fazla yaşa­mayı ümit etmek de mekruh görülmüştür. Kalbinin ıslahı ve nefsinin sükuneti için mal biriktiren ve insanlara iltifatı bırakan kimse, eğer bilinen geçimle sükunet makamında bulunuyor ise mal birik­tirmesi kendisi için daha güzel olur. Ailesinin kalplerini teskin etmek ve onların kendi üzerindeki haklarını yerine getirerek bütün zamanını Rabbi’nin kulluğuna hasretmek için mal biriktiren kim­se, bu birikiminde fazilet sahibi olarak görülür. Çünkü o, böyle davranmakla bir yandan Rabbinin hükmünü ifa ederken, bir yandan da mesuliyeti altındakileri gözetmektedir.

 

Allah Resulü (s.a.s), bilinen bir sünnet oluşturmak için ailesinin bir yıllık geçimliğini biriktirmiştir. O, Ümmü Eymen (r.a) ve diğer hanımlarını yarın için bir şey biriktirmekten ise menetmiştir. Aynı şekilde Bilal’e de (r.a), makam ehlinin kendisine uyabilmesi için mal biriktirmeyi yasaklamıştır.

 

Rivayete göre Allah Resulü (s.a.s) vefat ettiklerinde kendisi için dokunmuş iki kaftanı vardı. O, ümidini çok kısa tutardı. Mesela bevlettikten sonra su buluncaya kadar teyemmümle idare ederdi. Bu hususta kendisine, ‘Su çok da uzağınızda değilken niçin teyem­müm alıyorsunuz?’ diye sorulduğunda şöyle buyurmuştu: ‘Kim bi­lir belki de ona ulaşamayabilirim’.

 

Allah Resulü (s.a.s) o kısa sürede vefat etme endişesiyle böyle yapmaktaydı. O’nun ümmetinden olup da tûl-i emel sahibi kimse­nin bu fiili kurtuluş vesilesi sayılmıştır. Bu da, mal biriktirmenin ariflerin müşahedelerine bağlı olarak genişleyip daralabildiğini göstermektedir.

 

Şeriat ruhsat ve azimeti içermektedir. Dini emirlerde azimet, güçlü ve tahammüllü kullara mahsustur. Ruhsatlar ise zayıf ve gevşek kimseler içindir. el-Havâss, tevekkülün şartlarında çok titizlenir ve mal biriktirmenin kişiyi tevekkül dairesinden çıkardığı­nı belirtirdi. Dört şeyi asla ihmal etmez ve şöyle derdi: ‘Bunlarda birikim sahibi olmak tevekkül sahibinin halini tamama erdirir. Çünkü bunlar dinin gereklerindendir: Küçük su testisi, ip, iğne ve makas.’ Sehl, mal biriktiren kimsenin, ümidini kısa veya uzun tutması hususunda şöyle misal verirdi: Mal biriktirmeyi bırakan kimse, ‘Ey­l’e gideceğim’ diyen kimseye benzer. Ona, ‘yanına bir somun al’ denir. Eğer, ‘Abadan’a gideceğim’ derse, ‘iki somun al’ denir. Eğer ‘Asker’e gideceğim’ derse, o zaman da ‘öyle ise dört somun al’ denir. Mal bi­riktiren kimse işte bu şekilde kısa veya uzun ümit sahibi olmalıdır.

 

Tûl-i emeli terk etme hususunda duyduğum en ilginç haber, Musa (a.s) ile ilgilidir. O, Hızır (a.s) ile bir araya geldiğinde açlığın­dan yakınmıştı. Bunun üzerine Hızır (a.s), ‘otur’ dedi.

 

Musa (a.s) da oturdu. Hızır (a.s) bir şeyler söyledi. Az sonra bir ceylan geldi ve ikisinin arasında durdu. Ardından ceylan, iki parça­ya ayrıldı. Bir yarısı kızarmış olarak Hızır’ın (a.s) önüne diğer yarı­sı da çiğ olarak Musa’nın (a.s) önüne indi. Hızır (a.s) O’na, ‘Kalk ve bir ateş yak da nasibini kızart’ dedi. Kendisi kızarmış ceylan etini yemeye koyuldu. Musa (a.s) da onun emrettiğini yaptı ve ardından, ‘Niçin senin payın kızarmıştı?’ diye sordu. O, şu cevabı verdi: ‘Benim dünya ile ilgili hiç bir emelim kalmamıştır.’ Bu bilgiler ışığında, mal biriktirmenin zahitlerin faziletlerini zühdün hakikatine engel olduğu ölçüde eksilttiğini söyleyebiliriz.

 

Şehr b. Havşeb, Ebu Ümame’den şu hadisi rivayet etmiştir: Al­lah Resulü (s.a.s), Ali ve Üsame’ye (r.a) bir fakirin cenazesini yıka­malarını emretmişti. O ikisi fakiri yıkadıktan sonra, Allah Resulü de (s.a.s) hırkasıyla onu kefenledi. Fakiri defnettikten sonra ashabı­na şöyle buyurdu: ‘O, kıyamet günü yüzü ayın on dördü gibi parla­yarak diriltilecektir. Eğer bir kusuru olmasaydı yüzü güneş gibi parlayarak diriltilecekti.’

Sahabe, ‘Kusuru ne idi ey Allah’ın Resulü?’ diye sordular. O da şöyle buyurdu: ‘Bu kimse, çok oruç tutan, namaz kılan ve Allah’ı sürekli anan biriydi. Ama kış geldiğinde yazın elbisesini, yaz geldi­ğinde de kışın elbisesini hazırlardı’, Allah Resulü (s.a.s) başka bir hadisinde de şöyle buyurmuştur: ‘Size en az verilen şey; yakini iman ve sabır azmidir. Her kime bunlardan bolca verilmişse, kaçır­dığı gece namazlarını ve gündüz oruçlarını önemsemez.’

 

Ariflerden bir zatın şöyle dediğini naklettiler: ‘Rüyamda kıyame­ti kopmuş gibi gördüm. İnsanlar zümre zümre cennetin farklı katla­rına sevk ediliyorlardı. İnsanların en iyi ve en yüksek konumda olup, cennete en çabuk gidenlerine baktım ve kendi kendime, “Bunlar cen­netliklerin en üstünleri, ben de bunlara katılayım’ dedim. Onların arasına girerek yollarını paylaşmak istedim. Derhal onlara refakat eden melekler önüme çıktılar ve bana mani olarak şöyle dediler: Yerinde kal ve kendi yoldaşlarını bekle, sen onlarla beraber gireceksin. Onlara, ‘Benim bu öncelik sahipleriyle birlikte girmeme niçin engel oluyorsunuz?’ diye sorduğumda şu karşılığı verdiler: ‘Bu yola ancak tek bir gömleği ve her şeyden sadece bir ta­neye sahip olanlar girebilir. Senin ise iki gömleğin ve her eşyadan çift çift malın var.’ O an ağlayarak uyandım ve kendime, her şey­den sadece bir taneye sahip olmaya söz verdim.’

 

Huzeyfe el-Mar’aşi şöyle derdi: ‘Kırk yıldır sadece bir gömleğim oldu. Selefi Salihîn’den birçoğu, yeni bir giysi veya eşya aldıklarında öncekini elden çıkarır ve birçok eşyadan tekiyle yetinirlerdi. Bütün bunlar zühdün hakikatine ermenin işaretleridir. Tevekkül ehlinin fazileti de bunu gerektirir.

 

 

Ebû Tâlib elMekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 7276.

Top