Muridan
Kimlerle Arkadaş Olunur?

Kimlerle Arkadaş Olunur?

Sohbet ve arkadaşlık için her insan elverişli değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:

 “Kişi dostunun dini üzerindedir. Bu bakımdan sizden her hangi biriniz kimle dostluk yaptığını iyice düşünüp tedkik etsin.”(1)

 

 Edinilecek dost, mutlaka birtakım haslet ve sıfatlarla donanmış bir kimse olmalıdır ki, o sıfat ve hasletler sebebiyle onun arkadaşlığına özenilsin. O hasletler, arkadaşlıktan umulan faydalara göre şart koşulurlar. Zira şartın manası amaca varmak için gereken şey demektir. Bu bakımdan amaca nisbet edilmekle şartları meydana gelir. Sohbetten dinî ve dünyevî birçok faydalar beklenir.

 

 Dünyevî faydalara gelince... Arkadaşının malından veya makamından istifade etmek veyahut da sadece onun yüzünü görme ve arkadaşı olmakla yakınlık kurmak gibi faydalardır. Bu ise, bizim gayelerimizden değildir. Dinî faydalara gelince, o faydalarda da çeşitli gayeler bir araya gelir. Zira ilminden ve amelinden istifade etmek o faydalardandır. Kalbi teşviş eden ve şüpheye sürükleyen bir kimsenin eziyetinden korunmak için onun mertebesinden istifade etmek o faydalardandır. Vakitlerini zaruri rızık yolunda harcamaktan kurtulmak için malından istifade etmek o faydalardandır. Önemli meselelerde yardım görmek de o faydalardandır. Bu bakımdan böyle bir arkadaş musibetlerde arkadaşı için bir destek ve çeşitli durumlarda da bir kuvvettir. O faydalardan biri de sadece onun duasıyla bereketlenmektir. Onların birisi de ahirette onun şefaatini talep etmektir. Çünkü seleften biri şöyle demiştir: ‘Fazla ahiret kardeşi edininiz. Zira her mü’min için bir şefaat vardır. Umulur ki sen de kardeşinin şefaatine nail olursun.’

 

 Garib’ut-Tefsîr’de ‘Allah, iman edip de sâlih amel işleyenleri bağışlar. Fazlından onlara fazlasını verir. Kâfirlere gelince.... Onlara şiddetli bir azab vardır’ (Şûra/36) ayetinin yorumunda, ‘Fazlından onlara fazlasını verir’ cümlesi, ‘Onlar ahiret kardeşleri için şefaat ederler. Dolayısıyla Allah da o kardeşlerini onlarla beraber cennete gönderir’ denilmiştir.

 

 Deniliyor ki: ‘Allah Teâlâ kulunu affettiği zaman, onu din kardeşleri hakkında şefaatçi kılar.’ İşte bu sırra binaen seleften bir grup sohbet, ülfet, arkadaşlık ve kardeşliği teşvik etmişler, uzlete ve köşeye çekilmeyi kerih görmüşlerdir. İşte bunlar kardeşliğin faydalarıdır. Bu faydalardan her biri birtakım şartları gerektirirler ki, o fayda ancak o şartlarla elde edilir. Biz o şartların izahını yapalım. Kısaca o şartlar şunlardır. Sohbet ve arkadaşlığını tercih ettiğin bir kimsede beş haslet bulunmalıdır.

 

 1. Akıllı olmak.

 2. Güzel ahlâklı olmak.

 3. Fasık olmamak.

 4. Bid’atçı olmamak.

 5. Dünyaya fazla düşkün olmamak.

 

 1. Akıllı Olmak

 Akıllı olmaya gelince, o sermayedir, asıldır. Ahmak bir kimsenin arkadaşlığında hayır yoktur. Ahmak bir kimsenin arkadaşlığı, ne kadar uzun olursa olsun, neticesi küskünlük ve vahşete gider. Hz. Ali (r.a) ne güzel söylemiş: ‘Cahil ile arkadaşlık yapma! Sen ondan uzak ol ve onu da kendinden uzak tut. Zira nice cahiller vardır ki, halim bir kimsenin arkadaşı olduğu zaman onu felâkete sürüklemiştir! Kişi arkadaşıyla kıyas edilir. Zira bir şey için diğer bir şeyde kıyas ve ölçü vardır. Rastladığı zaman kalbin kalp üze rinde delili vardır.’

 

 Ahmak bir insanın arkadaşlığı nasıl böyle olmasın? Oysa ahmak senin faydanı istediği halde bazen sana zarar verir ve bilmediğinden ötürü yardım edeceği yerde kötülük yapmış olur. Bunun için şair şöyle demiştir: ‘Ben akıllı bir düşmandan eminim, Fakat ahmak bir dosttan korkuyorum. Akıl tek çeşittir. Onun yolunu biliyorum. Delilik ise çeşit çeşittir.’

 

 Bu sırra binaen denilir ki: ‘Ahmak bir kimseden uzak olmak, Allah’a yakınlaşmak demektir.’
Süfyân es-Sevrî der ki: ‘Ahmak bir kimsenin yüzüne bakmak yazılmış bir hatadır.
Akıllıdan gayemiz, işleri olduğa gibi anlayan bir kimsedir. Bu işleri ya kendiliğinden anlar veya kendisine anlatıldığı ve öğretildiği zaman anlar.

 

 2. Güzel Ahlâk

 Güzel ahlâk ise, elbette dost edinilen bir kimsede aranan bir vasıftır. Zira nice akıllı kimseler vardır ki, şeyleri olduğu gibi idrâk etmektedir. Fakat gazab ve şehvet kendisine galebe çaldığı, cimrilik ve korkaklık kendisine galip geldiği zaman hevâsına tabi olur, ona itaat eder. Bildiği bir şeye bile bile aykırı hareket eder. Çünkü sıfatlarını yenmekten ve ahlâkını düzeltmekten acizdir. Bu bakımdan böyle bir kimsenin sohbetinde hiçbir hayır yoktur.

 

 3. Fasık Olmamak

 Fıskına ısrar ile devam eden fâsık ise, onun sohbet ve arkadaşlığında hiçbir fayda yoktur. Zira Allah’tan korkan bir kimse, büyük bir günaha ısrarla devam etmez. Allah’tan korkmayan bir kimsenin tehlikesinden hiçbir zaman emin olunmaz. Dostluğuna güvenilmez. Bil ki, o gayelerine göre değişir.

 

 Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

 “Bizi anmak hususunda kalbine gaflet verdiğimiz bir kimseye itaat etme ki, o keyfinin ardına düşmüş ve işi haddini aşmak olmuştur.” (Kehf/28)

 

 “Onun için sen bizim Kur’an’ımızdan yüz çevirip de yalnız dünya hayatını isteyen kimselere bakma!” (Tâhâ/16)

 

 “Anan ve baban bilmediğin bir şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa bu takdirde kendilerine itaat etme. Onlara dünyada iyi bir şekilde sahiplik et!” (Necm/29)

 

 “Ve bana yönelenin yolunu tut!” (Lokman/15)

 

 Bu âyetin mefhumunda fâsık bir kimseden kaçmanın gerekli olduğu hususu vardır.

 

 4. Bid’at Sahibi Olmamak

 Bid’atçıya gelince, onun sohbetinde ihdas ettiği bid’atının başkalarına sirayet etmesi, o bid’atın kötülüğünün başkasına geçmesi tehlikesi verdir. Bu bakımdan bid’atçı bir kimse terk edilmeyi hak etmiştir. Nerede kaldı ki onunla arkadaş olmayı tercih edip seçmek...

 

 Hz. Ömer (r.a) arkadaşta dindarlığın aranmasına teşvik ederek Said b. Müseyyeb’in rivayet ettiği bir eserde şöyle demiştir:

 

 Doğruluk arkadaşlarını arkadaş edin! Böyle yaptığın tak dirde onların himayesinde yaşarsın. Çünkü onlar genişlik zamanında süstürler. Belâlar zamanında hazırlık ve zahiredirler. Kardeşinin işini, en iyi mana üzerine hamlet. Seni ondan soğutucu bir iş görünceye kadar buna devam et. Düşmanından (uzak dur). Emin kimse ancak Allah’tan korkan kimsedir. Sakın fâcir ve fâsık bir kimse ile arkadaş olma ki, ondan sadece fısk ve fücur öğrenirsin. Onu sırrına muttali kılma. İşlerinde ancak Allah’tan korkanlarla istişare et!

 

 Güzel ahlâka gelince...

 Alkame, vefat edeceği zaman oğluna hitaben yazmış olduğu vasiyetnamesinde ne güzel dile getirmiştir.

 “Ey oğlum! Erkeklerin sohbetine muhtaç olduğunda öyle bir kimse ile musahhih ve arkadaş ol ki, sen ona hizmet ettiğin zaman o seni korumuş olsun!... Onunla arkadaşlık ettiğin takdirde seni süslendirsin! Eğer nafakanın derdi seni oturttuğu zaman sana yardımda bulunsun! Öyle bir kimse ile arkadaşlık yap ki, sen elini hayır ile uzattığın zaman o elinin uzanmasına yardımcı olsun. Eğer senden bir iyilik görürse onu takdir etsin. Eğer bir kötülük görürse onu ka patsın. Öyle bir kimse ile arkadaşlık yap ki, ondan istediğin zaman sana versin. Sustuğun zaman seninle konuşsun. Başından bir belâ geçtiği zaman derdini kaldırmaya çalışsın. Öyle bir kimse ile arkadaşlık yap ki, söylediğin zaman senin sözünü tasdik etsin. Eğer ikiniz aynı şeyi isterseniz, sana öncelik tanısın. Eğer ikiniz bir hususta karşılıklı hak iddiasında bulunursanız, seni nefsine tercih etsin.”

 

 Sanki bu vasiyetiyle sohbetin bütün haklarını bir araya getirmiş ve arkadaşın bütün bu haklara riayet etmesini şart koşmuştur.

 

 İbn Eksem şöyle anlatır:

 “Halife Me’mun ‘Bu sıfatlarla mut tasıf bulunan bir arkadaş nerede bulunur?’ dedi. Bunun üzerine kendisine şöyle dendi: ‘Ya emire’l-mü’minîn! Onun, oğluna neden bu şekilde vasiyette bulunduğunu biliyor musun?’

 Me’mun:

 ‘Hayır!’ deyince, kendisine ‘Oğlunun hiç kimse ile arkadaş olmamasını istedi de ondan böyle söyledi’ dendi.”

 

 Ediplerden birisi şöyle demiştir:

 “Halktan sırrını saklayacak ve ayıbını örtecek bir kimse ile arkadaş ol! Böyle bir kimse felaketlerde yanında olur. Genişlikte de seni kendi nefsine tercih eder. İyiliğini yayar, kötülüğünü kapatır. Eğer sen böyle bir arkadaş bulamazsan kendi nefsinden başka bir kimse ile arkadaşlık etme!’

 

 Hz. Ali şöyle demiştir:

 “Senin hakikî kardeşin odur ki seninle beraber olur. Senin faydan için nefsine zarar vermeye razı olur. O öyle kimsedir ki, zamanın felaketleri kapını çaldığında o derli toplu olan durumunu dağıtır ki, senin dağınık durumunu toplamış olsun.”

 

 Âlimlerden biri şöyle demiştir:

 “Sadece şu iki kişiden biriyle arkadaşlık yap:

 a) Kendisinden dinin hakkında bir şey öğrenip faydalandığın kişi

 b) Kendisine dini öğrettiğin ve senden öğrendiğinden faydalanan kişi... Bunların dışında üçüncü bir kişi görürsen uzaklaş!’

 

 Demişlerdir ki; insanlar dört sınıftır:

 1. Tamamen tatlıdır. Kendisine hiç doyum olmaz.

 2. Acıdır. Hiç bir şey yenilmez.

 3. Kendisinde eksiklik vardır. Böyle bir kimse senden almadan önce sen ondan al!

 4. Kendisinde burukluk vardır. Sen bundan ancak ihtiyaç zamanında faydalan!

 

 Câfer-i Sâdık (r.a) demiştir ki: Şu beş grupla arkadaşlık yapma:

 1. Yalancı ile arkadaşlık yapma! Çünkü sen daima aldana bilirsin. O serap gibidir. Uzağı sana yaklaştırır. Yakını da senden uzaklaştırır.

 2. Ahmakla arkadaşlık yapma! Çünkü ahmakla hiçbir yere varamazsın. O sana fayda vermeyi istediği halde zarar verir.

 3. Cimri ile arkadaşlık yapma! Çünkü o, senin en fazla muhtaç olduğun şeyi senden esirger.

 4. Korkak ile arkadaşlık yapma! Çünkü o, seni ele verir ve şiddet anında kaçar.

 5. Fâsıkla arkadaşlık yapma! Zira o seni bir çiğnem yemek veya daha azma feda edebilir!

 

 Bunun üzerine Câfer-i Sâdık’a şöyle soruldu:

 ‘Bir lokma ekmekten daha azından neyi kastediyorsun?’ Şöyle cevap verdi: ‘Yemeğe tamah edip arkadaşını feda eder. Sonra onu da elde etmez!’

 

 Cüneyd-i Bağdadî şöyle demiştir:

 ‘Güzel ahlâklı bir fâsıkın bana arkadaşlık yapması, kötü ahlâklı bir âlimin arkadaşlık yap masından daha sevimli gelir bana...’

 

 Ahmed b. Ebi’l-Havârî der ki: Hocam, Ebu Süleyman ed-Dârânî bana şöyle dedi:

 ‘Ya Ahmed! Sakın şu iki kişinin birinden başka kimse ile arkadaşlık yapma.

 a) Öyle bir kişi ile arkadaşlık yap ki dünyalığında ondan istifade edebilesin.

 b) Veya öyle bir kişi ile arkadaşlık yap ki onun sohbeti sayesinde gittikçe gelişir ve ahiretin için ondan fayda görürsün. Bu ikisınıftan başkasıyla arkadaşlık yapmak büyük bir ahmaklıktır.’

 

 Ebu Muhammed Sehl b. Abdullah Tüsteri şöyle demiştir: Üç sınıf insanın arkadaşlığından sakın:

 1. Gaflette olan zâlimler.

 2. Yağcı olan âlimler.

 3. Cahil olan mutasavvıflar.

 

 Bu kelimelerin çoğu, arkadaşlığın bütün gayelerini kapsamak tadır. Arkadaşlığın bütün gaye ve hedeflerini kapsayan şeyler, daha önce zikrettiğimiz maksatların mülâhazası ve o maksatlara göre şartların gözetilmesinden meydana gelendir. O halde dünya maksatlarında arkadaşlık için şart koşulan, ahiret arkadaşlığı için şart koşulmaz.

 

 Nitekim Bişr el-Hafi der ki: Arkadaşlar üç gruptur:

 1. Ahiretin için arkadaş

 2. Dünyan için arkadaş

 3. Kendisiyle yakınlık kurman için arkadaş

 

 Bu maksatların hepsinin bir kişide bulunması pek az olur. Bu maksatlar bir cemiyet arasında dağılır. Şüphesiz ki, o cemaat hakkında şartlar da dağılır.

  

 Denildi ki; insanların misali, ağaç ve bitkilerin misali gibidir. Onların bir kısmının gölgesi vardır, fakat meyvesi yoktur. İşte bu dünyada fayda veren, fakat ahirette faydası olmayan bir kimsenin misalidir. Çünkü dünyanın faydası gölge gibidir. Çabuk kaybolup gider. Bir kısmı da vardır ki, meyvesi var, fakat gölgesi yoktur. Bu da ahiret için elverişli olan, fakat dünya için elverişli olmayan bir kimsenin misali gibidir. Bir kısmı da vardır ki, hem meyvesi, hem de gölgesi vardır. Biz kısmı da vardır ki, ne meyvesi, ne de gölgesi vardır. ‘Urnmu Gilan ağacı gibi... Elbiseleri yırtar, kendisinde ne yiyecek ne de içecek vardır. Bunun hayvanlardan misali fare ve akreptir.

 

 Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

 “(Hak dinden çıkan) insan, zararı faydasından daha yakın olana tapar. Taptığı şey ne fena dosttur, ne kötü arkadaştır!” (Hac/13)

 

 Denilmiştir ki; insanlar çeşitlidir. Tıpkı ağaçların bir olmadığı gibi. Onların da bir olmadığını müşahede edersin, Birinin tatlı meyvesi vardır. Diğerinin ise ne tadı, ne de meyvesi. Kişi ahiret kardeşi edinip kendisinden istifade edecek birini bulmadığında tek başına kalması daha evlâdır.

 

 Nitekim ashâb-ı kirâmın güzidelerinden olan Ebuzer Gıfâri (r.a) şöyle demiştir:

 “Tek başına kalmak, kötü arkadaştan daha hayırlıdır. Salih arkadaş ise, tek başına kalmaktan hayırlıdır.’ Ebuzer’in bu sözü, merfû olarak da rivayet edilmiştir.”(2)

 

 Dindarlığın olmasına ve fâsıklığın olmamasına gelince... Allah Teâlâ:

 ‘Bana dönüş yapanın yoluna tâbi ol’ (Lokman/15) buyurmuştur.

 

 Bir de fâsıklığı ve fâsıkları görmek günahı kalbe kolaylaştırır. Kalbin günahtan duyduğu nefreti dumura uğratır. Nitekim Said b. Müseyyeb şöyle demiştir:

 ‘Bu tür kimselerin arkadaşlığında selâmet yoktur.’ Selâmet ancak bunlardan uzak yaşamaktadır.

 

 “Ve boş söz konuşanlara rastgeldikleri zaman bulaşmadan, iyi bir şekilde yüz çevirip geçerler.”
(Furkan/63)

 

 Ayet-i celiledeki ‘selâm’ kelimesi ‘selâmet’ manasına gelir. Kelimedeki ‘elif selâmet kelimesinde ‘he’ harfinin karşılığıdır. Ayetin manası ‘Onlar derler ki; biz sizin günahınızdan selâmette kaldık. Siz de bizim şerrimizden selâmette kaldınız.’

 

 İşte buraya kadar zikrettiğimiz hasletler, kardeşliğin mana, şart ve faydalarından belirtmek istediklerimizdi.

 

 Biz şimdilik kardeşliğin hakları, gerekleri ve o hakları yerine getirme yollarını açıklamaya dönelim.
Dünyaya haris olan bir kimsenin arkadaşlığı, öldürücü zehirdir. Zira tabiatlar, kendisini başkasına benzetmek ve başkasına uymak üzere yaratılmışlardır. Belki bir tabiat diğer tabiattan sahi binin haberi olmaksızın çalar. Bu bakımdan dünyaya haris olan bir kimse ile oturmak insanı hırsa sevk eder. Zâhid bir kimse ile oturmanın insanı dünyada zâhid yapmaya sevk ettiği gibi... İşte bundan dolayıdır ki, dünya peşinde koşanların sohbeti mekruhtur. Ahirete teşvik edenlerin sohbeti de müstehabtır.

 

 Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir:

 ‘İbâdet ve tâatları, Allah’tan uta nan bir kimse ile oturmak suretiyle ihya ediniz.’

 

 Ahmed b. Hanbel (r.a) şöyle der:

 ‘Beni belâya kendisinden utanmadığım bir kimsenin arkadaşlığı sürükler.’

 

 Lokman Hekim, oğluna şöyle bir tavsiyede bulunmuştur:

 ‘Ey oğul! Âlimlerle beraber otur. Dizlerini onların dizlerine daya; zira kalpler hikmetle ölü arazinin yağmur damlalarıyla dirilmesi gibi dirilirler.’

 
 İmam Gazalî, İhyâu Ulûmu'd-Dîn, I, Ülfet.

 (1) Ebu Dâvud, Tirmizî ve Hâkim, (Ebu Hureyre’den)
 (2) Hâkim, Menakıb, Beyhakî, Ebu Şeyh ve Ebu Hilâl el-Askerî, Emsâl, (Sadaka b. Ebi İmran'dan)

Top