Muridan
Hz. Eyyûb’un (r.a) Zühdü

Hz. Eyyûb’un (r.a) Zühdü

Hasan (r.a) diyor ki: “Eyyûb’un (a.s) geriye (sağlam olarak) yalnızca iki gözü, kalbi ve dili kalmıştı. Kurtlar bedeninde yüzüyordu. Bu halde, yedi sene kilisede kaldı.” (Râviler, yedi seneden sonra daha ne kadar gün veya ay orada kaldığı konusunda ihtilaf etmişlerdir.)

 226. Cerîr b. Hazım, Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr’in şöyle de­diğine şahid olduğunu haber veriyor: “Eyyûb’un (a.s) iki tane erkek kardeşi vardı. Bir gün onun yanına geldiler. Orada bir kokuya te­sadüf ettiler ve ‘Eğer Allah, Eyyûb’de bir hayır görseydi, bu hallere düşmezdi’ dediler. Eyyûb (a.s), kendisine bundan daha ağır gelecek birşey işitmemişti. (Ellerini açıp) ‘Allah’ım! Ben bir açın yerini bil­diğim halde, benim bir gece olsun tok yatmadığımı biliyorsan, beni tasdik et!’ diye yalvarmış ve Allah tararından tasdik edilmiştir. İki kardeşi de bunu işitmişlerdir. Yine o, ‘Allah’ım! Ben bir çıplağın ye­rini bildiğim halde, asla gömlek giymediğimi biliyorsan, beni tas­dik et’ diye yakarmış ve Allah tarafından tasdik edilmiştir. Kar­deşleri de bunu duymuşlar. Daha sonra da secdeye kapanıp ‘Ey Al­lah’ım! Başıma geleni benden alıp götürmeden (beni iyileştirme­den) kafamı kaldırmayacağım’ demiş ve Allah Teâlâ da onu derhal iyileştirmiştir.” (Râvîler, Yezîd’in bir seferindeki; ‘Eğer Eyyûb’un Allah katında bir hayrı olsaydı, başına bütün bunlar gelmezdi,’ sözünü tekrarlamışlardır.)

 

 227. Gavs b. Câbir, Ukayl’dan şu sözünü işittiğini haber ver­miştir: “Vehb b. Münebbih’e ‘Eyyûb’un (a.s) şeriatı ne idi?’ diye so­rulmuş. O da ‘Tevhid ve insanların arasını düzeltmekten ibaretti’ cevabını vermiş. Onlardan biri Allah’tan bir şey isteyecekleri vakit, secdeye kapanır ve ne ihtiyacı varsa, onu Allah’tan talep ederdi. Yine Vehb’e ‘Eyyûb’un (a.s) ne kadar malı vardı?’ denilmiş. O ‘Üç-bin dönüm’ cevabını vermiş. ‘Her bir dönümde bir köle, her kölenin yanında bir câriye ve her câriye ile beraber ikişer merkeb ve bun­lara ilaveten on dört bin koyunu vardı. Hiçbir misafiri evinin dışın­da gecelemediği gibi, hiçbir yemeğini de beraberinde bir fakir ol­madan yemezdi’ demiştir.”

 

 228. Abdullah b. Anır b. Âs’dan (r.a), “Bir insan, ticaret yapma­dan yer içerse, hem azar ve hem de isyan eder” dediği rivayet edil­miştir.

 

 229. İmran Vehb b. Münebbih’in; “Eyyûb (a.s) mübtela olduğu hastalığı yedi sene çekmiştir” dediğine şahit olduğunu rivayet et­miştir.

 

 230.  Süleyman et-Teymî: “Eyyûb, köyünün kilisesinde yedi se­ne kaldı” demiştir.

 

 231. Vehb b. Münebbih, babasından naklen şunu haber ver­miştir: “İbn Abbas ile beraberdik. Sehmoğullarının kapısı önünde bir grubun münakaşa ettikleri söylendi. Öyle zannediyorum ki, ka­der konusuydu. İbn Abbas onların yanına gitmek için doğruldu, kalktı. Bastonunu İkrime’ye verdi. Bir elini onun üzerine diğerini de Tâvûs’un üzerine koyarak (yola koyuldu). Münakaşa edenlerin yanma vardığı vakit ona yer araladılar ve ‘Hoş geldin’ dediler. Fa­kat o oturmadı ve ‘Ey Vehb, genç nasıl’ demişti? diye sordu. O da şöyle cevap verdi ‘Genç Allah’ın azamet ve celaletini hissetmişti. İnsanın dilimi bağlayıp kopartan, kalbindeki umutlan kıran ölü­mü andı ve (Ey Eyyûb! Ne bir ahrazhklan ve ne de dilsizlikleri olmadığı halde Allah korkusunun kendilerini susturduğu, Rahmanın has kulları olduğunu bilmez misin? Onların içerisinde Allah’ı ve Onun azametli günlerini bilen, edib, fasih ve hatib kim­seler vardır. Şu kadarı var ki, onlar Allah’ı andıkları vakit, Allah’ı tazim ve teşbih için dilleri tutulur, kalpleri kırılır ve akılları başla­rından gider. Bu hal kendilerinden geçip de, ayıldıkları vakit, te­miz amellerle Allah’a kulluğa devam ederler. Akıllı ve kuvvetli kimseler oldukları halde, kendilerini ifratta olanlardan, zalim ve hatalı insanlardan addederler. Oysa onlar çok nezih ve temiz in­sanlardır. Şurası var ki, Allah’a karşı ne kadar çok amel etseler onu yeterli görmezler az bir amele de razı kalmazlar. Yaptıkları ameller sebebi ile de O’na karşı böbürlenmezler. Her nerede karşı­laşırsan karşılaş, onların devamlı bir Allah korkusu, ürperti ve haşyet içerisinde olduklarını görürsün.’ Daha sonra, İbn Abbas oradakilerden ayrıldı ve eski yerine döndü.”

 

 232. Nevf el-Bekâlî’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “İsrailoğullarından bir grup, Eyyûb’un (a.s) yanına uğramışlar ve ‘Başına ne gelmişse mutlaka işlediği çok büyük bir günah yüzünden gel­miştir,’ demişler. Eyyûb (a.s), bunu işitmiş ve o esnada ‘Başıma bu dert geldi, sen merhametlilerin en merhametlisisin’[1] diye dua et­miş.”

 

 233. İbn Uyeyne’den şöyle dediği rivayet edilmiştir; “Eyyûb’un (a.s) başına musibet gelince, birisini ashabına gönderdi ve ‘Biliyor musunuz? Bu başıma gelen neden gelmiştir?’ diye sordu. Onlar da, ‘Biz senin bu halinin neden olduğu hakkında açıkça bir şey bilmiyoruz, ama sen bizim bilmediğimiz bir taraf var da onu saklıyorsan orasını bilemeyiz’ demişler ve yanından kalkıp gitmişler. Yolda ilmi kendilerinden daha az olan birisiyle karşılaşmışlar. O adam on­lara ‘Allah’ın peygamberi sizi ne için çağırmış?’ diye sormuş. Onlar da sebebini söylemişler. O ‘Ben, gidip kendisine bütün bunların ni­ye başına geldiğini söyleyeyim’ demiş ve Eyyûb’un (a.s) yanma git­miş. Onun da kendisine sorması üzerine ‘Sen bir şey içtin ve ondan dolayı Allah’a şükretmedin; var bak, bir gölgelikte gölgelendin de, bu yüzden Allah’ın nimetine şükretmedin! (işte başına gelenler bu sebeplerden dolayı gelmiştir) demiş.”

 

 234.  Bekr diyor ki: “Allah Teâlâ Eyyûb’u (a.s) affettiği zaman üzerine altından çekirge yağdırmış, o da hemen toplamaya başla­mıştır. O sırada bir ses ‘Ey Eyyûb! Seni ben zengin kılmadım mı? Hâlâ doymadın mı?’ diye seslenmiş. O da ‘Senin fazlına kim doyar, ya Rabbi’ cevabını vermiştir.”[2]

 

 Ahmed b. Hanbel, Kitâbu’z-Zühd

 
 (1) Enbiyâ, 83.
 (2) Müslim, ez-Zühd, bab/5, no: 48; Tirmizî, 2381;  İbn Mâce, 4206; Müsned 4/313; Taberânî, 183 (3196) 2/184 (1698); İbn Kesîr, 5/203; Beyhakî, 7/260, Hılye, 10/51.

Top