Muridan
Benî Âdem’in Efendisine, Şiirlerin Efendisi Olan Na‘tlar

Benî Âdem’in Efendisine, Şiirlerin Efendisi Olan Na‘tlar

Şiir serüvenimize belki Arapların, Türklerin ya da Farsların eski kültürlerinden devam edebilirdik. Ama biz yine de insanlığın kemal noktası olan Fahr-i Kâinat Efendimizle başlayalım. Üniversitemizde düzenlenen Mevlid kandili programında rektörümüz Sn. Abdullah Demircioğlu Hocaefendi’nin hatırlattığı vechile; O’nu şiirlerinde anmakla nasıl şairler; Seni anmakla biz, Seni medhetmiyoruz Çünkü seni Yaradan yüceltmiş Biz Seni nasıl medh u senâ edebiliriz! buyurmuşlarsa, burada bizler ancak na‘t-i şerifleri analiz etmeye çalışarak keyfiyetinin tamamını anlamaya kadir olamasak da maneviyatına gark olmayı ümit ediyoruz.

Özellikle Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra Peygamber Efendimizin de teşvikiyle sahabîlerden söz ve hitab etmede kabiliyetli olanları, müşriklere ve yahudilere karşı şiirler söylemişlerdir. Bu arada ilk defa şiirleri içersine Peygamberimizi medh u senâ eden cümleler kurup sözler söylemişlerdir.

Sahabîler arasında meşhur olan sairler şunlardır;

Hassân b. Sâbit, Kâ’b b. Mâlik, Kâ’b b. Züheyr ve Mute şehidi Abdullah b. Revâha radıyallâhü anhüm. (DİA, XXXII, 435)

Daha sonraları Peygamber Efendimizi medh u senâ etmeye dönüşen na‘tları sıralamak yerine isterseniz bir kaç tanesini yakından görelim.

Kaside-i Bürde (Peygamber Efendimiz tarafından giydirilen hırkaya nisbetle verilen isim) bunlar arasında çok meşhurdur.

Arif Nihat Asya’nın “yollarına gitmeyi unuttu ayaklarımız…” sözü bizlere acı bir gerçeği hatırlatıyor. Arapça Kur’ân dili olmasının yanında dünyanın edebiyat, bilim, şiir dili iken ve bizlerin en az Türkçemiz kadar okuyup öğrenmeye çalıştığımız bir dil iken maalesef öğrenme ve öğretme yollarını unuttuk.

Öğrendiğimiz kadarıyla Hırkayı Şerîf, ilk olarak Ka’b b. Züheyr’e (r.a) Peygamber Efendimiz (s.a.s) tarafından iman ettiğinde söylediği şiir üzerine giydirilmiştir. Olay İslâm tarihinde şöyle anlatılıyor:

Kâ’b b. Züheyr şiirleriyle o ana kadar Müslümanları çok üzmüştü, ama artık hatasını anlamıştı. Bu durumdan pişmanlık duyup Peygamber Efendimize müracaat eder. Tanınmamak için elbisesine bürünüp, ‘Kâ’b müslüman olursa emân verilip verilmeyeceğini’ sorar. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, iman etmesiyle Kâ’b ile aralarında bir meselenin kalmayacağının garantisini verir.

Bu cevap üzerine, Kâ’b elini Hz. Resûlullah’ın elinden ayırmadan şehâdet getirdi:

“Şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur! Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed Allah’ın Resûlüdür.”

Resûl-i Ekrem (a.s) ve etrafında bulunan sahabîler bir anlık bir hayrete kapıldıktan sonra, Efendimiz (a.s):

“Sen kimsin?” diye sordu.

Kâ’b, “Ben, Kâ’b bin Züheyr’im Yâ Resûlallah!” diye cevap verdi.

O sırada ashabdan biri ortaya atıldı.

“Yâ Resûlallah! Bırak da şu Allah düşmanının boynunu vurayım” diye konuşunca, Efendimiz (a.s):

“Bırak onu! O, şu âna kadar içinde bulunduğu durumdan pişmanlık duymuş ve Hakk’a dönmüş olarak gelmiştir” bn-i Hişâm, Sîre, IV, 146-147; İbnî Kesîr, Sîre, III, 700-705) buyurdu.

Gönül ülkesi İslâm’ın manevî kılıcı ile fethedilen Kâ’b hemen o anda Arap edebiyatında şaheser parçalar arasında yer alan “Banet Süâdü” isimli kasidesini Hz. Resûlullaha sundu.

 

Suad’ın ayrılığı yetmiyormuş gibi, iki taraf arasında söz taşıyanlar bana; ‘Ey Ebû Sülmâ’nın oğlu! Sen, artık kendini ölmüş bil’ dediler.

Kendilerine güvenip de başvurduğum her dost ise bana; ‘Seni oyalayıp teselli edemem, başının çaresine bak’ dedi.

Ben de, ‘Çekilin yolumdan’ dedim. Rahmân’ın takdir ettiği her şey elbette olacaktır.

İnsanoğlunun mes’ud hayatı ne kadar uzun olursan olsun, mutlaka bir gün bir tabutta taşınacaktır.

Resûlullâh’ın beni öldüreceğini haber aldım.

Resûlullâh’ın yanında bağışlanmak en çok umulan şeydir.

Özür beyân ederek Allah Elçisi’nin yanına geldim.

Resûlullâh’ın katında özür daima kabule şayandır.

Merhamet ve teenni ile muâmele et bana!

İçinde birçok nasihat ve hükümler bulunan Kur’ân hediyesini sana ihsan eden Allah, hidâyetini arttırsın!

Rakiplerimin dedikodusuyla beni muâheze etme!

Hakkımda birçok dedikodular yapılmışsa da, ben pek o kadar suçlu değilimdir.

Ben şimdi öyle bir makamda bulunuyorum ki, burada gördüğüm ve işittiğim şeyleri bir fil görüp işitseydi, muhakkak titrerdi.

Burada, beni ancak Allah’ın izniyle Peygamberin affına nâil olmak kurtarabilir.

Ben, Yüce Peygambere karşı hiçbir itirazda bulunmadan sağ elimi, onun adâletli eline uzatıyorum.

Şimdi söz, O’nun sözüdür

“Şüphe yok ki, Resûlullâh doğru yolu gösteren bir nur, kötülükleri yok etmek için Allah’ın sıyrılmış keskin ve yalın kılıçlarından bir kılıçtır...” bn-i Hişâm, Sîre, IV, 147-156; İbnî Kesîr, Sîre, III, 700-705)

Peygamber Efendimiz (s.a.s), şiirin bu kıtası okunduğunda üzerindeki Mübarek Ridasını / Bürdesini çıkararak Kâ’b’a (r.a) giydirdi. (Mevâhibü’l-Ledünniye, II, 222)

Gönülden gönüle aktarılarak getirilen, sadece Ka’b’ın Peygamber Efendimizi metheden şiiri olmamıştır. Aynı zamanda O’nun bizlere kadar ulaşan ve halen Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilen Hırkayı Şerîf’i de ümmete en güzel bir hediyedir.

Nasıl ki İslâm’dan önceki milletler Kur’ân-ı Kerim’de buyrulduğu üzere Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizin ismini anarak yardım görüyorlardıysa, bizler de elbette O’nun şiirlerini okuyarak, O sultanın ismini anarak, O’nu şefaat vesilesi kılarak yücelmeye çalışmalıyız.

Bundan sonraki şiir analizimizde inşallah Kaside-i Bür’e’yi ele alırız. Bu hususta özel icazeti bulunan Abdullah Demircioğlu Hocaefendi’ye müracaatımız elzemdir.

(Zuhûr Dergisi'nden alıntıdır.)

Top