Her vakit farz ve sünnet namazlarında okumuş olduğumuz Fatiha sûresinin içerisindeki dualardan bir tanesidir.
Cenab-ı Allah’a tam bir şekilde teslim olup onun emirlerine kayıtsız şartsız boyun eğdikten sonra bu yol üzere kalmak için yaptığımız bir yakarıştır her rekâtta.
Bazılarımız belki de bunun farkında bile değilizdir. Ne mutlu ki o duayı samimiyetle, içtenlikle ve ihlasla yapabilenlere…
“Bizi doğru yola ilet!”Âmin (Fatiha Sûresi, 6)
Peygamber Efendimiz (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Size iki şey bırakıyorum. (Bunlara tutunursanız) asla dalalete düşmezsiniz: Allah’ın Kitabı ve Sünnetim... Bu ikisi (kıyamette) havza kadar ayrılmadan beraberce geleceklerdir.” (Hakîm,1/93)
Tasavvufun gayesi nefsi tezkiye ve terbiye etmektir. Nefsin çeşitli mertebelerini geçerek Allah’a tam bir gönül hoşnutluğu içerisinde varmayı amaçlamaktadır. Gerçek Mürşid-i kâmil (manevi eğitici) olan bir kimsenin taht-ı terbiyesinden geçen mürid ancak bu şekilde manevi yol alabilir.
Bu manevi yolculuk esnasında müridi çeşitli zorluklar beklemektedir. Nefis ve şeytanın yanıltmaları, aldatmaları daha çok artmaya başlar ve müridi yoldan çıkartmak için bin bir entrikalar döner.
Tasavvuf kaynağını Kur’ân ve Sünnet’ten aldığı için bu iki temel esasa muhalif olan her türlü düşünce, tutum, davranış yukarıda bahsetmiş olduğumuz şeytanın birer aldatmacasından ibarettir.
Fahri Kâinat Efendimiz bir Hadis-i Şerifi’nde şöyle buyurmaktadır.
“Eddebenî Rabbî fe ahsene te’dibî / Beni Rabbim terbiye etti ve güzel terbiye etti.” (Suyutî, el-Camiu’s-Sağîr, 1/14)
Buradan anlaşıldığı üzere Hz Peygamber Efendimizi Cenab-ı Hakk terbiye ederek (eğiterek) insanlığa örnek bir şahsiyet olarak sunmuştur. Nitekim ayeti kerimede:
“Andolsun ki, Rasûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.”(Ahzâb Sûresi, 21)
Başka bir ayette:
“Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Lütfu en bol olan sensin.”(Âli İmrân Sûresi, 8)
Mürşid-i kâmil olan kimseler Allah ve Rasûlü’nün çizmiş olduğu yoldan sapmadan giden ve gönlünde Allah ve Rasûlü’nün sevgisini daima besleyen ve topluma bu ayrılmaz iki sevgiyi aşılayan cemiyetimizin manevi yapıtaşlarıdır.
Peygamberler İslam’ı tebliğ ettikleri sırasında aklı aciz bırakan durumlar olarak bilinen “mucize” veya mucizeler gerçekleştirmişlerdir. Bu özellik onların Peygamber olduğunun birer teyididir.
Tasavvuf yolunda olan Allah dostları zaman zaman lutf-i ilahi gereği bir takım manevi hediyelere mazhar olmaktadırlar.
Bunlardan başlıcası “mucize”nin bir derece aşağısı olan “keramet”tir ki o, Hakk katından bahşedilen olağanüstü hallere verilen isimdir.
Ehl-i Sünnet ulemasına göre keramet haktır. Keramet tasavvufun bir gayesi değil sadece gelişen, cereyan eden olaylar içerisinde Cenab-ı Allah’ın sevgili kuluna vermiş olduğu bir hediye ve ikramdır. Zaten bu yüzden gerçek Allah dostları yolun sonunda Marifetullah olduğunu bildikleri için keramet göstermeyi hiçbir zaman amaç olarak görmemektedirler.
Buradan yola çıkarak müridin sürekli şeyhinden keramet beklentisi içerisinde olması doğru bir yaklaşım değildir. Aslolan müridin maneviyatta yol alması ve istikamet üzere olmasıdır. İşte böylece mürit belki de farkına varmadan mürşidinin en büyük kerametine yani istikamet üzere olması duasına nail olmuş olur.
M. Cihat DEMİRCİOĞLU
Bizi sosyal medyada paylaşın: