Hayat standardının yükselmiş olması maalesef beklenen mutluluğu ve huzuru sağlayamadı insanlık için…
Bilim ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla gelişmesi, insanın pek çok alanda işini kolaylaştırırken bir taraftan da onu yalnızlaşmaya ve içine kapanık bir hale gelmeye itiverdi yavaş yavaş…
Artık çocuklar dışarıda arkadaşlarıyla oyun oynamak yerine bilgisayar başında “sanal” denilen ortamda hayal mahsulü oyunlarla neredeyse tüm vaktini “oyunda oynaşta” geçirmeye aday bir şekilde yetişiyorlar maalesef… Dahası, kendilerine sağlanan özel oda, özel eşya lüksü bile onları mutlu etmeye yetmiyor, aksine tatminsizlikleri bir anlamda mutsuz ve huzursuz kılmaya başlıyor. Ne dersiniz? Erken yaşlarda başlanan kötü alışkanlıklar, sebepsiz yere intiharlar, bir başka insana, canlıya ya da eşyalara verilen zararlar, maneviyat boşluğundan değil de başka nereden ortaya çıkıyor?
İnsanoğlu orta şartların varlığıdır. Uç noktalar onu mutlu etmez, huzursuzlaştırır. Medeniyetin, yeryüzünde aşırı soğuk ve sıcağın hüküm sürdüğü kutuplar ve diğer mekânlarda değil ortalama şartların mevcut olduğu coğrafyalarda gelişmesi bile insan için her şeyin ölçülü olması gereğinin ortaya koyar. Ve insan ruhu ancak maneviyat ile huzur bulur, tatmine erer. Onun yokluğu ise hiçbir şeyin varlığıyla telafi edilemez. Bugün artık neredeyse tüm sosyal bilimciler, insan eğitimi için ahlak ve maneviyatın vazgeçilmez olduğunda hemfikirdirler. Ayrıca onlar bu eğitimin ne kadar erken yaşlarda başlanırsa o denli yararlı olacağı düşüncesindedirler. Bu bağlamda, ailenin söz konusu eğitimde en önemli görevi üstlenmesi gerektiğini söyleyerek bunun nasıl ve ne şekilde gerçekleştirilmesini aşağıdaki satırlarda bulabileceğini ifade etmek istiyoruz.
Ailenin Önemine Dair Birkaç Söz…
Kıymetli okuyucum,
Ailenin çocuk için ne derece önemli olduğu, yapılan araştırmalar sonucunda ortaya konulan ve herkesin kabul ettiği bir gerçektir. Bebeklik çağından itibaren çocukluk yıllarının da bu kurum içinde geçirilmesi, aileye ayrı bir önem kazandırmaktadır. Çünkü çocukluk yılları, karakterin, tutum ve davranışların şekil kazandığı bir dönemdir. Dolayısıyla, bu yıllarda çocuğa verilecek eğitim tarzının, onun üzerinde hayatı boyunca etkili olacağını söyleyebiliriz.
Çocukluk dönemi böylesine bir önem taşıdığı için, bu yıllarda verilen maneviyat eğitimi de, kişiyi hayatı boyunca etkilemekte, onun duygu ve düşüncelerine, tutum ve davranışlarına yön vermektedir. Din ve ahlak eğitimi almış kişilerin eşya ve olaylara bakışlarındaki farklılık, kendisini hemen hissettirmektedir. Çünkü iman duygusunun insana sağladığı güven ve manevî huzur, değişen ve ağırlaşan hayat şartlarında, fertler için bir sığınak vazifesi görmekte, kavuşulan maddi imkânların onu şımartmasına engel olmaktadır.
İnsanoğlunu, mensubu bulunduğu toplumun dinine yönelten, ona kültürel ve terbiyevî anlamda büyük oranda tesir eden aile müessesesi, din ve ahlak eğitiminde ayrı bir önem taşımaktadır.
“Ağaç yaşken eğilir” atasözü, yerinde ve zamanında yapılması gereken eğitimin önemini dile getirmektedir. Çünkü, bir eğitimcinin ifadesiyle, “bir boya ile ilk defa boyanmış bir yün, boyanın rengini öyle sağlam bir tarzda emer ve alır ki; onu artık ikinci defa bir başka renge boyamak kolay olmaz. Bir yaş ağaç bükülerek kolayca çember haline getirilebilir; fakat kuruduktan sonra bu çemberi düzeltmek ve ağacı eski haline getirmek istersek kırılır. Tıpkı bunu gibi, ilk izlenimler insan ruhunda öyle sağlam, kuvvetli ve derin tesirler bırakır ki, onları beyinden söküp atmak âdeta imkânsızlaşır.”
Çocuk eğitiminde ailenin bu denli önemli oluşuna, gerek Kur’ân-ı Kerim’de gerekse Hz. Peygamber (sav)’in hadislerinde çeşitli vesilelerle dikkat çekilmektedir. Meselâ bazı ayetlerde şöyle buyrulmaktadır: “Ey müminler! Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden kendinizi ve ailenizi koruyunuz…” “Ey Peygamber! Ailene namaz kılmalarını emret; ve sen de bunda devamlı, sebatlı ol.”
Hz. Peygamber (sav)’in çocukların eğitimleriyle ilgili hadisleri de dikkat çekicidir. Nitekim bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Çocuğa güzel bir isim verilmesi ve güzelce terbiye edilmesi, onun anne babası üzerindeki haklarından biridir.”
İmam Gazâlî ise, ünlü eseri İhyâ’da şöyle demektedir:
“Çocuk ana babasının yanında bir emanettir. Onun her türlü şekli almaya hazır, temiz ve boş kalbi de âdeta bir cevherdir. O her türlü nakşa müsait olduğu gibi, meylettirildiği her şeyi almaya da kabiliyetlidir. Eğer çocuk iyiliklere yöneltilirse, hayır üzere büyür, dünya ve ahirette mesut olur.” İlk yıllarda alınan din eğitiminin çocuk üzerinde olumlu tesirler bıraktığı bugün artık bilinen bir gerçektir. Yeri gelmişken, burada Mehmet Kaplan’ın bir hatırasından bahsetmek yararlı olacaktır. Yazar, bir eserinde, askerlik yıllarında talim yaparlarken lise ve üniversite mezunu gençlerin, sahipsiz bahçelere sorumsuzca ve sürüler halinde hücum edip, haram malı güle kapışa yediklerinden söz ederek, şöyle devam etmektedir: “…O zaman, bize çocukluğumuzda telkin edilen “haram mala el uzatmama” düsturunun ulviyet ve derinliğini hissettim ve anladım ki, lâik terbiye asla insanlara, câhil Müslüman ailenin vermiş olduğu ahlâk terbiyesini veremiyor.”
Genel kanaate göre, çocukların çevrelerinden bu derece etkilenmeleri, zihnî yapılarının kendilerine verilen her şeyi kabullenmeye gayet elverişli olduğundandır. Çünkü çocukta büyük bir uyum gücü vardır. Bu özellik ise, onda göze ilk çarpan ve doğumundan olgunluk çağına kadar çocuğun ruhuna hâkim olan bir durumdur.
İşte bu uyum gücünün, iyi bir şekilde yönlendirilerek, din eğitiminin ilk çocukluk yıllarında en mükemmel şekliyle verilmesine çalışılmalıdır. Zira 10-12 yaşlarına kadar olan dönemde, din ve ahlâk değerlerinin büyük bir kısmı, çocuk tarafından özümsenmektedir. O halde, din eğitimi ve öğretiminin bu dönem içinde, büyük ölçüde tamamlanması gerekmektedir.
Oysa ülkemizde eğitim adına her şey okuldan beklenmekte ve çocuğun din eğitimi de okula bırakılmaktadır. Okullardaki din eğitiminin yetersizliği yanında, çocuğun Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersiyle ancak 10-11 yaşlarında karşılaşması, din eğitimi ve öğretiminde ortaya olumsuz bir tablo çıkarmaktadır. Bu nedenle, okul öncesi dönem anne babalar tarafından önemsenmeli ve çocuğun karakterinin önemli bir kısmının oluştuğu bu dönemde din eğitimi ve öğretiminde belirli bir mesafe alınmalıdır.
Çocukluk çağının ilk yıllarında, anne baba tarafından yerine getirilmesi gereken bu faaliyetin hangi yaşlardan itibaren başlaması konusunda kesin bir sınır yoktur. Ancak Hz. Peygamber (sav)’in “fıtrat” konusuyla ilgili hadislerinden birinde “Çocuğun bu (fıtrat) hali konuşma zamanına kadar devam eder. Sonra, artık ebeveyni onu Yahudi, Hıristiyan veya Mecûsileştirir” ifadesini hatırlamamız, konuşmaya başlamasıyla birlikte çocuğun din eğitimine de başlamanın önemini ortaya koyacaktır. Nitekim Hz. Peygamber’in, konuşmaya başlayan çocuklara birtakım dinî nitelikli cümleler ve ayetler ezberlettiğine dair kayıtlar da vardır.
Bu bağlamda, çocukların konuşmaya başladıkları çağdan itibaren, din eğitimlerine başlanabileceğini ifade edebiliriz. Nitekim gerek öğretmenler ve gerekse öğrencilerin, üzerinde birleştikleri 3-4 yaşları da, hem Hz. Peygamber’in sünnetine, hem de pedagojik realitelere uygundur.
O halde, bu yaşlardan itibaren ölçülü, düzenli ve kararlı bir şekilde din eğitimine başlanabilir. Bunun aynı zamanda çocuk için oldukça gerekli bir konu olduğunu ve anne babaların bu görevi ihmal etmemeleri gerektiğini söylemeliyiz.
Kaynak: Ailede ve Okulda İdeal Din Eğitimi, Prof. Dr. Mehmet Emin AY, Bilge Yayınları, sf. 14
Bizi sosyal medyada paylaşın: