Babamın dostlarındandı. Dimdik yürüdü. Hani Allah’tan başka kimsenin önünde eğilmemiş tipler vardır ya, öyle biriydi.
Ben çok küçüktüm, evimize misafir gelirdi.
“Oğul” diye seslenirdi hep. Bağdaş kurmaz, diz çöker öyle otururdu. Gaz lambası ışığında daha bir heybetli görünürdü gözüme. Hep bitip tükenmek bilmeyen harp hatıraları anlatırdı.
Çanakkale, Gazze, Kafkas cephelerini dolaşmış; Sakarya, Dumlupınar’da savaşmış. Ancak İzmir’in kurtuluşundan sonra köyüne dönebilmişti.
Anlattıklarında hep acı, kan, cefa vardı. Kolay mı kazanılmıştı bu vatan?
Ölüm neydi ki? Şerbet içmek kadar kolaydı.
“Biz kendi cenaze namazımızı kendimiz kıldık Çanakkale’de!” derdi sık sık.
Olur muydu?
Kirte muharebeleri sırasında bölükler arka siperlerde hücum sıralarını beklemektedirler.
Ön siperlerdekiler ileri fırlamış boğuşuyorlar.
Yüzbaşı hücum için emir bekliyor. Bütün asker süngü takmış siperden fırlamak için hazır.
Sinirler gergin!
Bütün dudaklar kıpır kıpır dualar okuyor, kelime-i şehadet getiriyor. Sûre uzuyor. Yüzbaşı erlere sesleniyor:
“Yavrularım! Aslanlarım! Biraz sonra Cenâbü Rabbü’l-Âlemîn’in huzuruna varacağız. Abdestsiz gitmeyelim.
Haydi, tüfeklerimizin kabzalarına ellerimizi sürüp, hep beraber teyemmüm edelim...”
Teyemmüm edilir. Bekleme devam etmektedir. Biraz sonra Yüzbaşı:
“Çocuklarım! Sanıyorum biraz daha bekleyeceğiz. Önümüzde biraz daha zaman var. İleride arkadaşlarımız şehit oluyor.
Hem onlar için, hem de vakit varken, kendi cenaze namazımızı kendimiz kılalım!”
“KÂBE karşımızda…”
Arkadan Of’lu Ali çavuş bağırır:
“ER KİŞİ niyetine!”