Muridan
Resûlullah'a Tâbi Olmak

Resûlullah'a Tâbi Olmak

Dünya bir çarşıdır, bir pazar yeridir. Yakında kapanır, dağılır. Size yalnız fânileri gösterecek ve onlara bağlanmanıza sebep olacak kapıları kapatınız. Allah’ın kudretini görmenize ve yalnız O’nu sevmenize vesile olacak kapıları açınız.

     Şahsınıza mahsus özün Allah’a yakınlığı ve kalblerin günah kirlerinden temizliği hallerinde sebepler ve iktisab kapılarını kapatınız. Bunu, başkalarına şâmil olan hususlarda yapmayınız. Meselâ âile efrâdınızın fertleri gibi. Kazancınız sizden başkası için olsun. Faydası sizden başkası için olsun. Elde etmesi sizden başkası için olsun. Siz onların beşeri ihtiyaçları için çalışınız, kazanınız. Fakat iktisab ve sebepler kapısını kendi şahsınıza kapalı tutunuz. Kendi şahsınıza mahsus olanı Allah’ın fazlından isteyiniz. Nefslerinizi dünyâ ile bir araya oturtunuz. Kalblerinizi ahiret ile bir araya oturtunuz. Sırlarınızı - özlerinizi de Mevlâ ile bir araya oturtunuz.
     
     Allah dostları, Peygamberlerin bedelleridir. Peygamberlerden sonra onların yerine kaim olan kişilerdir. Öyleyse, onların size söylediklerini kabul ediniz. Emirlerini yerine getiriniz. Zira hiç şüphe yok ki O’nlar, size ancak Allah’ın ve Resulünün emirleri ile emrederler, nehiyleri ile nehyederler. O’nlar, Allah’ın konuşturmasıyla konuşurlar. Allah’tan verileni alırlar. Kendiliklerinden tek bir harekette bile bulunmazlar. Allah’ın dininde, hevai hareketleri ile O’na ortak olmazlar. Gerek sözlerinde ve gerekse fiil ve hareketlerinde, Resulullah’a (s.a.v.) tâbi olurlar. Çünkü Aziz ve Celîl olan Allah’ın bu husustaki kavline kulak vermişlerdir. Şanı Yüce olan Allah buyurur ki:
     
     “Peygamber size ne emrettiyse ona sarılın; size neyi yasak ettiyse ondan da sakının.” (Haşr Sûresi; Âyet 7)
     
     Allah yolunun yolcuları, Resulullah’a (s.a.v.) tâbi oldular. Öyle ki, O da onları kendisini Peygamber olarak gönderene, yani Allah’a götürdü. Onlar Allah’ın Resulüne yaklaştılar; O da onları, Aziz ve Celîl olan Hakk’a yakınlaştırdı. Onlar için nezd-i İlâhi’den ünvanlar, hil’atler ve halk üzerinde emirlik salâhiyetleri çıkardı…
     
     Ey münafıklar!
     
     Siz, dinin rafa kaldırıldığını, emirlerinin de kendi haline terk edildiğini sandınız. Sizin ne kendinizde izzet-i nefs var, ne şeytanlarınızda, ne de kötü arkadaş ve yakınlarınızda…
     
     Allah’ım! Benim de, onların da günahlarımızı bağışla. Onların münafıklık zilletinden ve şirk bağından halâs eyle, kurtar.
     
     Aziz ve Celîl olan Allah’a ibadet ediniz. Helâl kazançlarınızla O’na kulluk etmek için yardımını isteyiniz. Zira hiç şüphe yok ki Aziz ve Celîl olan Allah, kendisine itaat eden ve helâl kazancından yiyen mümin kulunu sever. O, helâlinden yiyen ve güzel amel ve hareketlerde bulunan kulunu sever. Sadece yiyip içen ve amel etmeyeni ise sevmez. Kendi helâl kazancından yiyeni sever. İki yüzlülükle kazanıp yiyene ve halka yedirene ise gazaplanır. Kendisini birleyeni, yani muvahhidi sever. Kendisine şirk koşup ortak tanıyana ise gazaplanır. Kendisine teslim olanı sever. Teslim olmayıp daima kendisiyle çekişip durana ise gazaplanır…
     
     Muhabbet - sevginin şartlarından biri sevdiğine itaat etmek ve isteklerini yerine getirmektir. Seven, sevdiğine boyun eğer. Adâvet - düşmanlığın gereklerinden biri ise daima muhalefet etmek, hep karşı koymaktır. Kişi, düşman bildiğine daima karşı çıkar.
     
     Siz, ey müminler! İzzet ve Celâl sahibi Rabb’ınıza teslîm olunuz. Dünyâ ve ahirette, O’nun idâresine, tasarruflarına rıza gösteriniz.
     
     Vaktiyle bir musîbete maruz kalmış, Aziz ve Celîl olan Allah’a dua ederek bu musîbetten beni kurtarmasını istemiştim. Ne var ki benim bu isteğimden sonra, maruz kaldığım o musîbet kalkmadığı gibi, üstelik bir musîbet daha gelmişti. Ben ise bu duruma fevkalade hayret etmiştim. Bu hayret içinde bocalarken bir gün birisinin bana şöyle seslendiğini duydum:
     
     - Sen bu yola girerken, Bize hep teslimiyet içinde bulunacağını söylememiş miydin ?…
     
     Hâtiften (gizliden) kulağıma gelen bu sesi işitince kendimden utandım, teeddüp ettim ve sustum…
     
     Vah sana ki, Allah’ı sevdiğini iddia ediyorsun; fakat O’ndan başkasını seviyorsun. Allah’ın sevgisi saflığın, temizliğin ve hâlisiyetin ta kendisidir. O’nun gayrısı ise temiz ve safi olmamak, kirliliktir. Sen, Allah’ın sevgisi ve hâlis safiyeti başkalarının sevgisi ile kirletirsen sen de kirlenirsin. Allah’ın Dostu İbrahim A.S. ile Yakup A.S.’ın başına gelen senin de başına gelir. Vaktiyle onlar, kalplerindeki birer ateşle evlatlarına meyl etmişler, onlara sevgi ile bağlanmışlar ve malum musîbetlere dûçâr olmuşlardı.
     
     Yine vaktiyle Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.), kızının oğulları Hasan ile Hüseyin’e karşı kalbinde bir sevgi duymuştu. Bir ara Cebrail A.S. geldi ve Allah’ın Resul’üne sordu:
     
     - Onları seviyor musun ?
     
     Resul A.S. buyurdular:
     
     - Evet, seviyorum.
     
     Bunun üzerine Cebrail A.S. dedi ki:
     
     - Onların biri zehirlenecek, diğeri de şehit edilecek…
     
     Bu hadiseden sonra Allah’ın Resulü o iki torununun sevgisini kalbinden çıkardı. Orayı bütünüyle Aziz ve Celîl olan Rabb’ine tahsis etti. Onlar sebebi ile olan sürur ve neş’esi de hüzün ve kedere dönüştü…
     
     Aziz ve Celîl olan Allah, Peygamberlerinin, Velilerinin ve salih kullarının kalplerine gayret-i İlâhi ile nazar eder. Orada, kendisinden başkalarına yer verilmesini istemez.
     
     Ey dünyaya nifak ve ikiyüzlülükle talip olan kişi!
     
     Avucunu aç, bak. Orada hiç bir şey göremeyeceksin. Yazık sana ki, alın teri ile çalışıp kazanacağın yerde, oturmuş, dinini vasıta edinerek halkın malını yiyorsun. Sanat ve alınteri ile kazanmak, bütün Peygamberlerin işidir. Bütün Peygamberler çalışarak, alın teri ile kazanmışlar ve yemişlerdir. Hiç bir Peygamber yoktur ki, behemehal bir sanatı, bir mesleği bulunmasın. Ahirette de İzzet ve Celâl sahibi Hakk’ın izni ile halkdan alırlar.
     
     Ey dünyanın şarapları, nefsani arzuları ve hevesleri ile sarhoş olanlar!
     
     Pek yakında mezarlarınızda uyanacak, ayıkacaksınız.
     

GAVSULAZAM

Top