Muridan
Nasıl Olmalıyım?

Nasıl Olmalıyım?

Ey evlat! Korku üzere ol. Emin olma. Bu hâlin Rabb’ine kavuşun­caya kadar devam etsin. Kalbin istikrar buluncaya kadar böyle ol.

Bu konuşma Salı günü öğleden sonra medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 18 Zilkade 545, Milâdî 1150.

 

Aziz ve Celil olan Hak, korkulmaya ve kendisinden bir şey bek­lenmeye layıktır. O'nun cenneti ve cehennemi olmasa dahi, çekinme­ye değer. O'na itaat ediniz, bu itaati O'nun varlığı için yapınız. O'ndan gelen iyilik ve ceza sizi artık düşündürmesin. O'nun yolunda itaat, emrini tutmak, yasaklarından kaçmak ve gelen kader işlerine karşı sabırlı olmaktır.

O'na dönünüz. O'nun önünde boynunuzu eğiniz ve ağlayınız. Yaş­lar hem gözünüzden hem de kalbinizden aksın. Ağlamak ibâdettir, Hakk'a karşı tevazu göstermenin şiddet hâlidir. Tevbe ve iyi niyet üzere ölen kurtulur. Temiz iş tutana Hak’tan fayda gelir. O, mazlumların mükâfatını verir. Bu âlemden göçtükten sonra herkes O'nun önünde durur. Rahmet ve şefkat gösterisi kimseye düşmez. O, kulla­ra acır ve merhamet eder. Dünya ve âhirette O'nun sevgisi sana ye­ter. Bu sebeple Hak sevgisini en önemli şey olarak tut. Sana en çok lazım olan odur. Bütün yaratılmıştan daha ileridir. Herkes seni kendisine çağırır. Aziz ve Celil olan Hak ise, seni sana çağırır.

Ey cemaat! Nefisleriniz ilâhlık iddiasında, bundan haberiniz yok. O, bu kötü hâlini her zaman göstermektedir. Hakikat karşısında zor kullanmakta, Hakk'a kafa tutmakta ve ayrıca O'nun istediğini de is­tememekte. Dergâhtan kovulan şeytanı nefis sevmekte; halbuki Mevlâ onu sevmez. Nefis kadere uymuyor ve sabır yolunu tutmuyor, daima niza çıkarıyor. O'nun yanında Hakk'a teslime dair alâmet yok­tur. İslâm'ın sadece ismi ile yetiniyor, bu ona hiçbir zaman için fayda sağlayamaz ve menfaat getiremez.

Ey evlat! Korku üzere ol. Emin olma. Bu hâlin Rabb’ine kavuşun­caya kadar devam etsin. Kalbin istikrar buluncaya kadar böyle ol. Niyetini O'na yönelt. Emniyet hâli önüne serilinceye kadar çekin, bu olursa emin olabilirsin. Hak katında emniyet bulursan bol hayır gö­rürsün. Oradan gelen emniyet hâli devamlıdır. O verdiği şeyi geri almaz. Aziz olan Hak, kulunu sevince kendine yaklaştırır.

Kul Mevlâ’sından korktuğu müddetçe kötülükleri gider, kalbi ve sırrı sakin olur. Bu hâli kimse sezemez. Hak’la arasında olur.

Cahil adam, Hak’tan dönmektesin ve O'nu kalbin ötesine at­maktasın, yaratılmışla uğraşmaktasın. Allah yolcularının meşgalesi Hak’tır. O'na hizmet ederler, bu sayede kalpleri yakınlık bulur ve irfan sahibi olurlar. Onlardan her biri marifet sahibi olunca, nefsini ve şeytanî duyguları yenince, halktan ve dünyadan kurtulunca Hak yakınlığı perdesi açılır. Bu hâlden sonra Mevlâ’sı ona başka işler yap­tırır. Ona şöyle bir hitap gelir: “Geriye dön. Halkın hizmeti ile ol ve onları bize çağır. Bizi is­teyen ve arayanlara hizmet et.”

Siz tecrübesiz insanlarsınız. Allah yolcuları sizin önderinizdir. Onlar kurtarır.

Eşinizi razı etmekte ve Mevlâ'nızı darıltmaktasınız. Halkın çoğu, eşinin ve çocuklarının rızasını Mevlâ'dan öne almaktadır.

Ben, senin bütün hareket ve duruşunu, bütün gayretini nefsin için görmekteyim, yalnız eşin ve çocuğun için çalıştığını sezmekte­yim. Sende Hak’tan yana hiçbir haber yok.

Yazık sana; tam olgun erlerden sayılmıyorsun. Kâmil olan kişi, yalnız Hak için iş yapar. Kalp gözlerin görmez olmuş. İç alemindeki temizlik bozulmuş. Rabb’inden perdelenmişsin, ama bunlardan habe­rin yok. Bu sebeple bazı büyükler şöyle der (onlara selam olsun): “Hak’tan perdeli olduğunu bilmeyen zavallılara yazıklar olsun.”

Yediğin ekmek içerisinde cam kırıkları vardır, sen onu yemek­tesin ve durumu bilmemektesin. Çünkü ona karşı iştihan ve arzun çok fazla. Hırsın da sınırsız. Az sonra miden parçalanacak ve ölecek­sin. Bütün belâ Mevlâ’ndan uzak olduğun için geliyor; eğer halkı sev­mediğini ve Hakk'ı sevdiğini söylemekte gerçekçi olsaydın böyle ol­mazdın.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyururlar: “Haberli ol. Halkın sevgisi azalır.”

Bu, şu demektir: Onları tecrübesiz olarak seviyorsun ve aynı şe­kilde öfke duyuyorsun. Ama bir denemeden geçirirsen işin iç yüzünü anlar ve ona göre öfke duyarsın.

Akıl sahibi tecrübelidir. Sende akıl da yoktur. Kalp tecrübe eder; sende kalp de yoktur. Kalp düşünür, Mevlâ'sını anar ve öğüt alır. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Muhakkak kalp sahibi olanlara Kur'ân'da alınacak dersler vardır; o kulağa geldiğinde huzuru olanlara da aynı öğüt vardır.” (Gâf, 50/37)

Aklı, kalbe çevir. Kalbi, sır yap. Sırrı, yokluğa ilet. Yokluğu, var­lığa çevir.

Âdem ve diğer peygamberler beşerî duyguların hepsine sahipti. Onların da kendilerine göre istek duydukları şeyler vardı. Ancak on­lar, nefislerine karşı durup Rabb’lerinin rızasını ararlardı. Âdem Pey­gamber cennette bir arzu duydu, orada iken bir hata işledi. Sonra tevbe etti, bir daha ona dönmedi. Onun arzusu övülmeye değer. Çün­kü iyi niyeti vardı, Hak civarından ayrılmak istemiyordu. Peygam­berler, her zaman nefislerine karşıdırlar, tabiî arzu ve şehvetlerini yenerler, hakikat yönünden meleklere katılıncaya kadar çalışırlar. Nefislerini yenmek için çok çabalar ve bu yolda çok gayret sarf ederler. Peygamberler ve sevgili kullar sabırlıdırlar. Size gereken sabır işinde onlara uymaktır.

Ey evlat! Tam hamle yapacak durumu elde edinceye kadar, düş­manın duruşuna dayan. Yakında onu tutar yere vurursun. Yalnız za­manını bekle, zamanı gelince onun bütün varlığını teslim alırsın.

Ey evlat! Çalış, hiç kimseye eziyet için gayret etme. Herkese iyi niyet besle. Ancak cemiyetin düzeni için bir şey yapılacaksa onu da yapmaktan geri durma, bu ibadet sayılır.

Aklı başında ve seçme doğrular, sûrlarına üflediler. Onlar, nefis­lerinin kıyametini kopardılar. Kendi gayretleri ile dünyayı bir yana attılar. Sırata inandıkları için geçtiler. Kalple yürüdüler ve cennetin kapısına vardılar. İçeri girmeden kapı ağzında durdular ve şöyle de­diler: “Biz, buranın nimetini yalnız yemeyeceğiz ve içmeyeceğiz.” İyi insanlar, yalnız canlarını düşünmezler ve yalnız yemezler.

Bu düşünce ile dünyaya döndüler. Maksatları insanları Hakk'ın tâatine çağırmaktı. Ve orada gördükleri iyi şeyleri haber vermekti, ayrıca güç işleri kolaylaştırmaktı.

Bir kimsenin imanı kuvvet bulur, inancı varlığında yerleşirse, Mevlâ'nın haber verdiği her şeyi kalbinde bulur. Cennet, cehennem ve onlarda olanları, kıyamet işlerine dair her şeyi sezer, ölüm mele­ğini görür, sûr sesini duyar. Her şeyi olduğu gibi görür. Ona göre kıy­met biçer. Dünya ve zevalini, değişmesini ve dünya ehlinin göçünü görür. İnsanları mezar taşları gibi görür. Onların duyduğu azabı ve iyilikleri hisseder. Sanki kıyamet kopmuş. Hak katında cümle halk divana durmuş gibi bilir. İman sahibi, kıyametin koptuğunu, peygamberlerin, meleklerin ve sevgili kulların sıra sıra divan durduğunu gö­rür. Cennet ehlinin birbirlerini ziyaretine ve cehennem ehlinin bir­birlerine karşı sataşmasına bakar.

İyi görüşe sahip olan baş gözü ile halka bakar, sonra kalbini açar ve Allah'ın fiil tecellisini onlarda görür. O tecellinin hareketini ve sükûnunu anlar. Buna izzet nazarı derler; Allah’ın sevgili kulları bu görüşe sahiptir.

İman sahibi o kimsedir ki, bir kişiye baktığı zaman baş gözünü kullanır. İç âlemine de kalbi ile bakar ve Mevlâ'yı sır gözü ile görür. Bu yolda çalışan bulur. Kader geldiği zaman uyar. Deniz ve kara onun gözünde aynıdır. Deniz sahili ve dağ başı eşittir. Acı ile tatlı aynıdır. İzzet ve zilleti ayırmaz. Zenginlik ve fakirlik ayrı mâna taşı­maz. İman sahibi kaderle yürür. Kader onu yormaz. Kader, onu taşı­mak için yorulur. Kader, onu yüklenir. Hak yakınlığına kadar götü­rür. İman sahibi kadere tevazu gösterir, onun Hakk'a yakınlığını bi­lir. İman sahibi nefsine uymadığı için bu hâle erer. Şahsî arzuları, kütü âdetleri, şeytanî duyguları ve uygunsuz arkadaşları sevmediği için aradığını bulur.

    Allah’ım, bütün halde kadere uymayı bize nasip eyle! “Bize dün­yada iyilik ver, âhirette iyilik ver, bizi ateşten koru.” (el-Bakara, 2/201)

Top