Müslüman köleler, fakirler ve kimsesizler, İslâm'ın ilk dönemlerinde sık sık baskı, hakaret ve işkenceye maruz kalırlardı.
Müşrik kadınlardan Ümmü Enmar’ın azadlı kölesi olan Habbab b. Eret, Müslümanlığını açıklamaktan çekinmeyen, dininden döndürülmek için Mekke’de en ağır işkencelere uğratılan koruyucusuz Müslümanlardandı.
Müşrikler onun çıplak vücudunu dikenler içinde sürürlerdi.
Kendisinin, çıplak vücuduna demir gömlek giydirilip, en sıcak günde Remda’da güneş altında vücudunun yağı eritilircesine tutulduğu da olurdu.
Güneşten kızgın hale gelmiş ya da ateşle kızdırılmış olan taşa çıplak sırtı bastırıldığı halde, söyletmek istedikleri şeyi, (yani) küfür sözünü ona söyletemezlerdi.
Nitekim müşrikler bir gün onu yakalayıp soydular. Düz bir yerde yaktıkları ateşin içine, sırtının üzerine yatırdılar.
İçlerinden birisi onun göğsünün üzerine ayaklarıyla bastı.
Ateş sönünceye ve yer soğuyuncaya kadar, kendisini öylece tuttular!
Yıllar geçtiği halde bile, Habbab’ın sırtındaki yanıkların yerleri, alacaları kaybolmadı.
Hz. Ömer, halifeliği sırasında, Habbab’a müşriklerden çektiği işkenceyi sormuştu. Habbab:
“Ey Mü’minlerin Emîri! Bak sırtıma!” dedi.
Hz. Ömer onun sırtına bakınca:
“Doğrusu ben insan sırtının bugünkü gibisini hiç görmemiştim!” dedi. Habbab:
“Benim için bir ateş yakmışlardı da, ben onun üzerine sürüklenip atılmıştım. O ateşi benim sırt etimin yağı söndürmüştü!” dedi.
Habbab demirci idi. Kılıç yapardı. Habbab’ın hanımefendisi Ümmü Enmar da, Habbab’ın başını ateşte kızdırdığı demirle dağlardı!
Habbab, Peygamberimiz (a.s.)a varıp, Ümmü Enmar’dan şikâyetlendi.
Peygamberimiz (a.s.):
“Ey Allah! Habbab’a yardım et!” diyerek dua edince, Ümmü Enmar başından bir derde tutulup, köpeklerle birlikte ulur oldu! Kendisine:
“Başını dağlat!” diye tavsiye edildi.
Bunun üzerine, Habbab demiri alır, ateşte kızdırır, Ümmü Enmar’ın başını onunla dağlardı!
Habbab’a, müşriklerden Abdi Yağus da işkence yapardı.
Habbab b. Eret der ki:
“Bizler, müşriklerin en ağır işkencelerine uğramış bulunuyorduk.
Rasûlullâh (a.s.), Kabe’nin gölgesinde bürdesini, kaftanını yastık edinerek ona dayanmış olduğu bir sırada idi ki, yanına vardık, halimizi (müşriklerden çektiklerimizi) kendisine arz ve şikâyet edip:
‘Yâ Rasûlallah! Yüce Allah’a bizim için dua et! Bizim için Yüce Allah’tan yardım dile!
Yâ Rasûlallah! Bizi dinimizden döndürmelerinden korktuğumuz şu kavme karşı bizim için Yüce Allah’tan yardım dilemez misin? Bizim için, Allah’a dua etmez misin? dedik.
Rasûlullâh (a.s.)’ın hemen yüzünün rengi değişti. Yüzü al al olduğu halde, doğrulup oturdu:
‘Vallahi, sizden öncekiler içindeki mü’minlerden bir kimse yakalanır, kendisi için yerde bir çukur kazılır, o kimse o çukura dizlerine kadar gömülür, sonra bir testere getirilir, başının üzerine konulup biçilerek ikiye bölünürdü de, bu işkence kendisini dininden döndüremezdi!
Yahut onun kemiğinin üzerinden eti ve siniri demir taraklarla taranır, kazınırdı da, yine bu işkence kendisini dininden döndüremezdi!
Allah’tan korkunuz!
Hiç şüphesiz, Allah sizin için fetih ihsan edecektir!
Vallahi, Yüce Allah bu işi muhakkak tamamlayacaktır!
Bu iş muhakkak tamamlanacaktır!
Bu işin hükmü muhakkak yerine getirilecektir!
O kadar ki, hayvanına binmiş bir kimse, San’a ile Hadramevt arasında, San’a’dan çıkıp Hadramevte kadar gidecek de, Yüce Allah’tan başka, hiçbir şeyden korkmayacak; ancak (varsa) koyunu hakkında kurt saldırmasından kaygı duyacaktır!