Muridan
Yavuz Sultan Selim’in Himmeti

Yavuz Sultan Selim’in Himmeti

Osmanlı padişahlarından I. Selim, Kanunî Sultan Süleyman’ın babasıdır. Türbesi Fatih’teki Yavuz Sultan Selim Camii’nin avlusundadır.

  Burada, II. Abdülhamid zamanında yaşayan bir türbedarı vardır. Bu türbedar fakir bir insandır, hanımı hamiledir. Bu hamile hanım bir sabah der ki: “Efendi, yine türbeye gidiyorsun. Canım kiraz istiyor. Akşam gelirken bir kilo kiraz al da gel.”

  Hamile hanımların bir şeyi canı çekti mi, onun alınması icap eder. Türbedar: “Tamam” der, türbeye gider, akşama kadar hizmetini görür. Fakat akşam eve gelirken kiraz falan alamaz. Kirazın okkası pahalıdır, satın alacak para yoktur. Akşam eve gelir, kapıyı açar açmaz hanım, “Hani kiraz, almadın mı?” diye sorar.

  Boynunu büker, “Hanım, bugün işim çoktu, ayrılıp da çarşıya inemedim, yarın Allah nasip ederse alırım” der ve hanımı yarına atar. Yarın yine türbeye gelir, akşama kadar düşünür. “Bu akşam yine hanıma söz verdim, ben ne yapacağım?” der.

  O gün ikindi üzeri kendi kendine düşünürken elindeki süpürgenin sapını Yavuz’un sandukasına vurur. Der ki: “Ey koca sultan! Bunca senedir hizmet ediyorum sana, hiçbir himmetini görmedim. Hanım hamile. Bir okka kirazı dahi alamıyorum. Ne olur, himmet etsen de şu fakirlikten kurtulsam.”

  Bu sözü sitem içerisinde söyler ve eve gider. Gider de, “Söyleyenden ziyade, dinleyen arif olmak gerek” diyoruz ya, söyleyen türbedar, dinleyen de Yavuz Sultan Selim. Burada dinleyen herhalde söyleyenden ariftir. Bakalım, sonuç nasıl tecelli edecek?

  Akşam hanım yine, “Hani kiraz?” deyince, boynunu büker, “Hanım, yarın mutlaka alacağım” der.

  Üçüncü gün tekrar gelir, türbeyi açar, temizler, melül mahzun beklerken birden türbenin kapısında Padişahın faytonu görülür. İçerisinden bir emir subayı iner, koşa koşa gelir. “Efendi, türbedar sen misin?” der.

  “Evet, benim” der. “Çabuk, Sultan seni istiyor, giyin gideceğiz” Adam şaşırır. Abdülhamid’in bir türbedarı çağırması, herhalde bir kusur sebebiyledir. Eli ayağı titrer, “Efendim, benim kusurum yok, bir yanlışlık olmasın, belki başkasını çağırıyordur” derken, “Türbedar sen değil misin?” diye emir subayı tekrar eder. “Benim” deyince de, “O halde buyur. Sultan seni çağırır, çabuk” der.

  Eli ayağı dolaşarak Padişahın faytonuna atlar ve saraya getirilir. Sultan Abdülhamid’in huzuruna çıkarırlar.

  Abdülhamid, “Türbedar sen misin?” diye sorar.

  “Evet, efendim, bendenizim” der.

  “Söyle bakayım, dedem Yavuz’un türbesinde dün neler oldu?”

  Şaşırır, “Bir şey olmadı efendim.”

  “Türbedar Efendi, sana söylerim, dedemin türbesinde ne oldu, çabuk söyle!” Titremeye başlar ve olayı hatırlar. Der ki: “Sultanım, hanım hamile, iki gündür kiraz istiyor alamadım. En sonunda dün de elimdeki süpürgenin sapıyla Sultanımızın sandukasına vurdum ve onun himmetini istedim.”

  Abdülhamid, “Anladım” der ve hemen çıkarır bir kese altın atar. “Bir daha böyle bir şey olursa, Cennet mekân dedemi rahatsız etme. Sen dün orada dedemin sandukasına vurmuşsun, o da bu gece sabaha kadar benim başıma vurdu, beni uyutmadı. ‘Niçin benim türbedarımla meşgul olmazsın?’ diye beni azarladı. Bir daha bir sıkıntın olursa dedemi rahatsız etme, doğru bana gel” der.

  Bir kese altını aldıktan sonra türbedar geri dönerken, Padişah emir subayına emreder: “Bundan sonra Yavuz Sultan Selim dedemin türbedarlarının maaşı iki misli arttırılacaktır.” Böylece türbedar hem bir kese altın alır, hem de maaşı iki misline çıkar.

  Ne demiştik?

  “Söyleyene bakma, dinleyene bak.” Türbedara bakma, sandukasına vurduğu kimseye bak. Söyleyen bir türbedar, ama dinleyen koca Yavuz Sultan Selim Han.

Top