Erenlerin kalbi saftır, temizdir. Halkı gönüllerine almazlar. Yalnız Mevlâ'yı anarlar. Allah hem Azîz, hem Celîl’dir. Dünya akıllarına girmez. Gözleri öbür âleme dönük olur.
Bu konuşma, cuma günü medresede yapıldı.
Konuşma tarihi: Hicrî, 14-15 Şevval 545, Milâdî 1150.
Sizin malınız onlar için önem taşımaz. Hak katında olanlar, onlar için kıymet taşır. Siz onları ne bilebilir, ne de görebilirsiniz. Onların işine aklınız ermez; çünkü dünya ilesiniz. Dünya ile uğraşan, ukbâyı göremez ve bilemez, âhireti unutur. Siz, Rabb’inizden utanmayı bir yana attınız. O'ndan yüz çevirdiniz. Bu hâlinizden dönün ve sizi yola getirecek kimseyi arayın.
“Mü'min, mü'minin aynasıdır.”
İman sahibi yaptığı nasihati doğru yapar. Kardeşine gizli kalmış hataları anlatır. Göremediklerini gösterir. İyi nedir, kötü nedir beyan eder, öğretir. Yarar işle yaramazı tarif eder.
Halka nasihat etmeyi kalbime getiren Sübhân'dır. Bu vazifeyi bana en büyük gaye kılan Mevlâm, yücedir.
Benim için sevinç, sizin kurtulmanızdır. Üzüntüm size gelecek helak ihtimalinden doğuyor. Elinden tuttuğum bir doğru yolcunun saadeti benim için en büyük şeydir. Onu görünce, ruhum şen olur, ateşim düşer, bir başka hâl olur, sevinirim. Nasıl böyle bir insan elimde yetişiyor diye, hayret eder, övünürüm.
Hırsa kapılmayın. Kötü arzular sizi sürüklemesin. Dünyalık adamların kapısına koşmayın. Ezilip büzülüp onlardan dünyalık koparmak size gerekmez. Ne çıkar bu hâlden, sabırla doğru yoldan nasibi arasan daha iyi olmaz mı? Ya bir de yaptığın dilenciliğin sonu boşa çıkarsa! Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in buyurduğu gibi:
“En büyük belâ, nasipte olmayanı aramaktır.”
Yazık sana, kaderin aslını ve mukadder olanı bilemiyorsun. Nasibinde olmayanı kullar veremez. Dünya oğullarının bunu yapmaya güçleri yetmez. Yeter sanıyorsan yanılıyorsun. Seni şeytan aldatıyor. O, senin başına oturmuş, sana ferman okuyor. Gösterdiği yola gidiyorsun. Allah'ın kulu böyle olmaz. Sen bu hâlde şeytanın ve nefsin kulu, kölesisin. Altınına, gümüşüne tapıyorsun.
Çalış. Kurtulmuşlara bak. Kendini onlara benzet. Onları görmezsen, kurtulamazsın. Geçmişteki büyükler de böyle demişler. Bir kimse iyiyi görmüyorsa, o iyi olamaz. Sen de görüyorsun. Ama yalnız baş gözünle... Kalbini O'na vermiyorsun; kalp gözünü O'nun yoluna dikmiyorsun. Sır gözünü aç, iman gözünü kapama. İmanın sende emanet gibi duruyor. Basiret sahibi olmayan iman, iman değildir. Öyle bir göze sahip ol ki, onunla her varlığı görebilesin. Dış gözün görmesi bir şey değildir. Görmeyişi de önem taşımaz. Asıl felâket kalp gözünün kör olmasıdır. Allah Teâlâ bir âyet-i kerimede şöyle buyurdu:
“Baş gözleri kör olmamıştı, lâkin sinelerindeki can gözleri görmüyordu.” (el-Hacc, 22/46)
Dünyalık peşine koşmak yaramaz. Hırsla dünyaya sarılan dinini tin –incir- ile değiştirene benzer. Sonsuz ve ebedî şeyi, geçici dünya menfaatine değiştirende akıl yoktur. Dünyalık insanı nereye kadar götürebilir? İsterse en kıymetli şey olsun, kabir kapısından öteye geçemez. Hakiki âleme yolculuk başladığı zaman elinde hiçbiri kalmaz, ne o kalır, ne de bu...
İmanın kemale ermediği için darlığa pek dayanamazsın. Geçimini temine çalış. İnsanlara muhtaç olmayacak kadar dünyalığa er; sonra dinini harcarsın. Onlara yüz suyu dökmek sana yakışmaz. İmanın kemale erince sana tevekkül gerek. Allah'a güven. Yine çalış; fakat Allah'a çalışmandan fazla güven. Sebeplerin arasından ayrıl. Mevlâ'ya güvenle bağlı bir kul kesil. Kalbinden manevî yolculuğa başla. Bu yolculuk Mevlâ'ya olmalı. Bunları yapmaya niyet tutarsan derunundan ülkeler, dükkânlar, tezgâhlar çıkar, gider. Yolculuğun ilk adımı atılmadan iş biter. Malın bollaşır. Saymakla bitiremezsin; ama esas sahibini bildiğin için hiç birine sahip çıkamazsın. Yavruların malına sahip olur. Arkadaşların sana bakar. Senin yapacak kişin kalmaz. Sadece ömrün bitmesini beklersin. Sanki ruhunu ölüm meleği almıştır. Ve kabir yutmuştur. Ve yer yarılmış içine girmişsin. Ve kader dalgaları bilgi ve marifet denizinde seni çevirmektedir.
İşte, bu makama erene sebepler yol gösteremezler; her şey ona zararsız hâle gelir. Çünkü sebepler onun yalnız dış yüzüne gelebilir. İç âlemine giremez. Sebepler, bunu değil, Hak’tan gayri kalanları ezer.
“Dünya dertlerinden gücünüzün yettiği kadar uzak olunuz.” Biz de, gücünüz yettiği kadar yapmaya çalışın diyoruz. Yâni; bu emri yerine getirmeye, kaderinizde varsa dahasını yapabilirsiniz.
Her şeye gücü yeten O'dur. Senin neyin var ki? Her şeyi bilen, yine O'dur. Senin ne kıymetin var? O'nun kapısına koş, O'ndan iste. Temizlenmeyi O'ndan dile. O dilerse, Zat’ından gayri her cins varlık vehminden seni temizler. Kalbini imanla doldurur. Marifet verir, ilim verir. Zenginlik de verir. Halktan bir şey istetmez. Sana yakîn hâli nasip eder. Kalbine kendi ülfetini yağdırır. Bu kez, cümle duyguların O'nunla olur.
Her şeyi O'ndan bekle. Başkasını bırak. Mahlûk önünde zelil olma. Senin gibilere bu yakışmaz. O'nun ol. O'na ol! Sana bu yakışır. O'na dönmekten başka kurtuluş yolu yoktur. Bunu böylece bilesin!
Bir kimse ki, nefsini her zaman hesaba çeker, ona hesap yoktur. O kimse ki, kullara göstermelik için iş eder, onun kazancı sıfırdır, işler gizli ve riyadan salim olmalıdır. Farz olan ibadet dışında kalan her şey, kapalı ve halkın görmeyeceği yerde yapılmalıdır. Farzlar bilâkis herkesin gözü önünde yapılmalıdır.
Esas yapılması gerekenden geri kalıyorsun. Temeli, şüpheli ve düzensiz şeylerle çıkardıktan sonra üst katı yükseltmişsin ne çıkar? Temeli çürük olan binanın üstü, kısa zamanda yıkılır. Temeli kuvvetli olursa öbür yanı yeniden de kurulabilir.
Yapılacak işlerin aslı tevhiddir, ihlâstır, doğruluktur. Tevhid sırrına eremeyen, ihlâsı kendine hâl edinemeyen, yaptığından bir şey beklemesin.
Bütün işlerini tevhid ve ihlâsa daya! Sonra binanı yükseltmeye bak. Allah'ın kuvvetine sığın. Kendi kuvvetini görme. Yapıcı el, tevhid elidir. Şirk ve nifak eli iş tutamaz.
Muvahhid odur ki, kadri ameliyle her an yükselir. Münafık böyle değildir.