Muridan
Efendine Dön!

Efendine Dön!

Ev evlat! Ben, sana bir aynayım; böyle gör. Beni kalbine bir ayna olarak koy, sinene yerleştir. İşleri karşıma getir. Bana yaklaş ve bak. O zaman çok şeyler göreceksin. Benden uzak kaldığın zaman göremediğin çok sefaları o kez göreceksin.

Bu konuşma, salı günü öğleden sonra medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 12 Şevval 545, Milâdi 1150.

 

Ey evlat! Hani Hakk'a kulluk? Nerede o Azîz ve Celîl olana ubudiyet? Hele getir tam kulluğu! Bir defa tam manasıyla O'nun kulu olmalısın. Bütün hâlinde yeterlik görünmeli. Yeteri kadar kulluk et. Yeteri kadar dünyaya çalış.

Sen kaçan bir kölesin. Efendine dön. O'nun kapısı önünde boynunu eğ. Emirlerine karşı tevazu göster. “Desinler”i bırak, emirlere yapış. Dedikoduyu bir yana at; yasaklardan çekil. O'nun bütün hükümlerine boyun eğ, her emrine uysallık göster. Bunlar olursa kulluk tam olur, olmadığı takdirde, hiç bir şey yerine gelmez. Efendisine kul olmak isteyen, emrini tutar. Yasak ettiklerinden kaçar. Bunları yapmayan gerçek kul olabilir mi? Olamaz.

Allah, yoluna girene yeter. Bunu şu âyet-i kerime haber verir:

“Allah, kuluna yetmez mi?” (ez-Zümer, 39/36)

Doğruluğa koyulan kulun kalbinde Allah sevgisi yer eder. Hak’la ülfet peyda olur. Güçlük olmadan Hakk'a yakınlık hâsıl olur.

Hakk'ın zatından gayrı ile sohbet sana yakışmaz. Yalnız Allah'a dön ve O'ndan razı ol. Bütün hâlinde O'ndan hoşnut olduğunu ilan et. Şu gördüğün dünya zemini ne kadar geniş, görüyorsun; yalnız senin için daralsa yine de Hakk'a darılma; başka kapı arama.

Bir şey yiyeceksen, O’nun sofrasında ye, başkasına yönelme. Musa (a.s) Peygamber gibi ol. Hak Teâlâ, onun hakkında şöyle buyurdu:

“Biz ona anasının sütünü emmeden önce, bütün sütleri haram ettik.” (el-Kasas, 28/12)

Rabbimiz hem Azîz, hem de Celîl’dir. Her şeye sahiptir. Her yerde hazırdır. Her şeyi gözetir. En yakın olan O'dur. O'nun varlığından vareste olan yoktur. Bu hâli anladıktan sonra inkâr ne kadar acıdır. Marifete erdikten sonra geri dönene yazık olur.

Yazık sana, biraz irfan sahibi olunca hemen mevhum varlığa kapılıyor, dönüyorsun. Sonradan da inkâr ediyorsun. Yazık değil mi sana? O'ndan dönme. Sonra bütün iyi şeylerden mahrum olursun. O'nunla sabra devam et. Sabrı O'ndan kaçmakta arama. Şunu bil ki, sabırlı, güçlüdür. Hani sabrın, hani aklın? Bu akılla mı yola çıkıyorsun? Bu ivedilik neye? Aceleci olan sabrı bilemez. Aceleci olan hedefine varamaz, yolunu şaşırır, ayakları dolaşır. Sabrın önemi büyüktür. Bunu şu âyet-i kerime bize anlatır:

“Ey iman sahipleri, sabrediniz; birbirinize sabrı tavsiye ediniz. Birbirinize bağlanınız. Allah'tan korkunuz. Ancak böylelikle felaha ermeniz umulur.” (Âl-i İmrân, 3/200)

Sabır hakkında daha başka âyetler de vardır.

Hakkında bu kadar ilâhî kelâm sarf edilen şey elbet önemli olmalı. Her işte sabır önemlidir. Birçok âyet-i kerime sabrın önemini belirtir. Onun hayrı çok olur. Himmeti boldur. İyi ve bol mükâfat getirir. Dünya ve âhirette rahatlığı sabır celbeder. Size sabır gerek. Şimdi ve sonra sabra devam ederseniz iyilik bulursunuz.

Sabra devam edin ve etrafınızı görün. Ara sıra kabristanı ziyaret edin. Orada iyiler de yatar, kötüler de yatar. Siz iyilere koşun.

İyi işler yapmaya bakın; işleriniz düzelebilir. Sözünüzle yaptığınız ayrı ayrı olmasın; bir olsun. Söylediğinizi yapın. Halka öğüt verip kendi yan çizenler gibi olmayınız. Öğüdü işitip iş tutmayanlara benzemeyiniz.

Dininiz dört şeyle gider:

Söylediğiniz, işinizi tutmazsa

Bilmediğiniz işlere karışırsanız

Bilmediğinizi öğrenmez, dolayısıyla cahil kalırsanız

İnsanları, bilmedikleri şeyi öğrenmekten alıkoyarsanız.

Yukarıda sayılan dört şey bir cemiyeti ayakta tutan umdelerdir.

Müspet yol tutulursa kurtuluş olur. Menfi yol ise felaketin içine atar. Bilhassa dördüncüsü her cemiyetin muhtaç olduğudur. Ona mani olunduğu zaman yıkılış mukadder olur.

Ey cemaat! Zikir meclisine fırsat buldukça geliyorsunuz. Ama ona bir ihtiyaç duyarak gelmiyorsunuz. Bu yüzden gereği gibi faydalanmak size nasip olmuyor. Şifa bulmak için ona geliniz. Vakit geçirmek için geliyorsunuz, öğütçünün hataları sizi meşgul ediyor. Onun ağzından çıkana baktığınız yok. Neden ona hata, suç isnat edersiniz, bilmem?

Söylediği sözleri unutmak için hatalarını ortaya atıyorsunuz. Hatasız insan mı olur? Herkeste hata bulunur. Her zatın gülünecek bir zayıf tarafı vardır. İyi tarafını atıp gülünecek tarafını almak sokak adamlarına hastır. Vaize hata uydurup gülmek büyük hatadır. Başınızla oynuyorsunuz. Allah, kafanızı uçurmaya kadirdir. Bir din adamı ile alay etmek Hakk'a karşı kelle koltukta meydana atılmak demektir. Allah'la şaka olmaz. Bu yersiz işinizden dönünüz. Allah'ın düşmanlarına benzemeyi özlemeyiniz. Ne işittiyseniz onunla yararlanmaya bakınız. Kurtulmak istiyorsanız, yol işte!

Ey evlat! Âdet seni bağladı. Kısmet seni kaydı altına aldı. Sebepler yolunu kesti. Sebebi yaratanı unuttun. O'na tevekkülü beceremedin. Sana ilk vazife: Amellerini tazele! Bütün işlere yeniden ve baştan başla. İhlâs sahibi ol; gözünde ve gönlünde Hak varlığından başkası olmasın. Kulluk Allah için olur. Kula kulluk edilmez, karşına çıkana şu âyeti oku:

“Cin tayfasını ve insanları, ancak bana kulluk edeler, diye yarattım.” (ez-Zâriyât, 51/56)

İnsanlar ve bu gözle görünmeyen, gizli ve şuurlu yaratıklar olan cinler, oyuncak için yaratılmış değildir. Onların yaratılışında binlerce gizli mana saklıdır. Allah, boş iş etmez. Yemek, içmek, bunları yaşatır; ama niçin yaşarlar? Oynasınlar ve zıplasınlar diye mi? Yatsınlar, uyusunlar, eğlensinler diye mi? Gaye, yalnız bu mudur?

Ey gafiller! Uyanınız; hele bir gözünüzü yumun; hayalin biraz ötesine geçin. Yaratılışınızdaki hikmeti, hemen sezeceksiniz.

Kalbinizi yürümeye alıştırın. O bir adım giderse ikinci adımı yürütmeye koyulun. O yürümeye başlarsa elinden çabuk tutarlar. Yeter ki, Şah’ın yolunu bile. O'na doğru yürüye. Kalp bir adım atsa, O Şah beş adım atar. Belki daha da fazla... O, sevdiklerine kavuşmayı en çok sevendir. Kulun sevgisi, Hak sevgisi önünde nasıl varlık iddiasında bulunur? Yokluğunu sezdiği hâlde, “severim” sözünü nasıl söyleyebilir? Sevgiyi, Allah kulun kalbine atar. Kul, o miktarda Allah'ı sevebilir; artığı olamaz. Allah, “Dilediğine rızkı sayısız verir, hesap etmez.” (el-Bakara, 2/212)

O'nun kulları, O'na vekildir; halifedir. Halife, ustasının emri dışında değildir. Arzu Şah’ındır. Şah bir emir buyurursa halife yapar; halife bir dilek dilerse hemen yerine gelir. Bu söz, şeydir, şeydir diyorum, anla! Dile bu kadar geliyor. Mana âlemini tasvir, bu kadar olur. İşte bunlara çalışalım.

Bu hâl ki tamam oldu; yolculuk da tamam oldu. Dünya nedir, âhiret nedir, sivâ -Hakk'ın zatından başkası- var mı, yoksa yok mu? Bunlar, işte anlattığım yolculuk sonunda bilinir.

Şifa bu yolda olur. Yakınlık buradan başlar. Mülk burada, ün, saltanat bu ufukta... Beylik yine bu yolda. Köşkünü buraya kuranın zerresi kocaman dağ olur. Damlası ummana döner. Yıldızı ay kadar parlar. Ayı, yılı aşar. Azı çok, yokluğu varlık olur. Bitmişini sonsuzluklar kucaklar. Hareketi, sanki kâinatı yerinden oynatıyor sanılır. Selvi dalları gibi yücelere çıkar, Arş onu kucaklar. Kökü zemin derinliğinde saklıdır. Dalları, dünya ve âhirete serin ferahlık verir. Bu dallar ilim ve hikmettir. Bunlara sahip olan başka ne ister ki? Dünya, önünde yüzük taşı kadar küçülür. Dünya, onu bağlayamaz. Âhiret ona sınır çizemez. Sultanlar ona ferman okuyamaz. Mülk onu avutamaz. Perdeciler ondan nesne saklayamaz. Ona tek el uzanamaz. Üzüntü ondan uzak olur.

İşte bu yol buraya varır; yolculuk biter. Kul, salâhını böyle bulur. Ve yine kullara döner. Bir kurtarıcı olarak ellerinden tutar, dünya denizinden çeker, çıkarır. Tabii nasibi olanı, Hakk'a uyanı…

Allah’ım, hayır dileğine eren bu büyük insan, esirgeyen olur; kulların delili, saklayıcısı, terbiyecisi, yöneticisi olur. Kalbinde saklı duran dilleri bu zat çözer. Onun nuru, sağında solunda ışık tutar. İşte, Allah'ın hayır dilediği kimseler bu zatı bulurlar. Hayır dilemedikleri de onu göremez, kör olurlar. Bulamazlar; kaybolurlar. Bunlar tek olur.

Onlar halk arasına girerken, sahipleri Hak’tır. Halkın zararı onlara dokunmaz. Her bakımdan selâmet içinde olurlar. Halkın yararı ne ise onu başarırlar. Hakk'ın yardımı onlara her güç işi kolay eder. Allah'ın yardımı ile kulları doğru yola çağırırlar.

Allah'ın salih kulları, çeşitli olur. Her birinin birkaç ismi bulunur. Bazen tümüne bir isim verilir. Onlara zahit de denebilir. Dünyayı kalbine koymadan kulluğa devam eden zahit olur. Zahitlik kolay olmaz, Allah'ın kolay ettiğine kolay olur.

Zahit vardır, âhirete düşkündür. Tek arzusu, cennete girmektir. Bütün emeli budur.

Zahit vardır, dünya gözünde yoktur. Âhireti de kabul etmez. Onları yaratana koşar. Asıl zahit budur. İyiliğe örnek olmak için böyle gerek.

Ne oldu size? Sanki hiç ölmeyeceksiniz. Hâlinizden öyle anlaşılıyor. Sanki kıyamet günü dirilip huzura çıkmayacaksınız. Ve hesap vermeyeceksiniz. Sırat köprüsünü hiç görmeyeceksiniz. Bu nasıl düşünce? Bu nice inanç? Bu hâlinize bakmadan iman ve İslâm davası için iddialar yapıyorsunuz. Yazıklar olur size! Hâlinizi düzeltiniz, yoksa batarsınız.

İşte Kur'an! Bilgi sizde yok oldu. Onunla amel etmezseniz, kıyamet günü aleyhinize şahitlik eder. Bilginlerin yanına gider, öğütlerini tutmaz, sözlerini dinlemezseniz, öbür âlemde ne olacak hâliniz? Bu da o gün aleyhinize bir delil olacak ve ateşte yanmanıza sebep teşkil edecek. Bir ilim adamının yanına gider, sözlerini dinlemezseniz, Peygamber öğüdünü dinlememiş gibi hata etmiş olursunuz.

Âlimlerin sohbetinde bulun. Sözlerini iyi dinle. Hak ve hakikat üzere olan sözlerini kabul et ve gereğini yerine getirmeye gayret et.

Bir gün dünya kopacak. Herkes şaşkına dönecek. Allah'ın Celâl sıfatı tecelli edecek. Herkes sus pus olacak ve dilleri tutulacak. O'nun azameti ve büyüklüğü kimde hâl bırakır ki? O gün her şey O'na döner. Zaten gelirken de oradan gelmişti.

O gün büyüklerin sahibi zuhur eder; onları taziz eder. Her çeşit iyiliğini yağdırır. İyiler, dünyada bulamadıkları şeyin kat kat üstününü orada bulurlar. Esasen onlar, bulacaklarını burada buldular. Her şeyin sahibine erdikten sonra ne istenebilir ki? Onlar, o gün öyle olurlar.

Ya bugün? Yeryüzünün şahıdır onlar. Ülkeler, onların fermanıyla serilir. Dağlar, onların arzusuna göre yeri tutar. Yeryüzü onlarla düzen bulur. İnsanların sultanı onlardır; başta giden onlar olur. Hakk'ın vekili onlardır. Bunlar mana ve iç âlemine göredir. Dışta, herkes gibi olurlar. Bugün böyle. Yarın perdeler kalkınca, onların kim olduğu daha kolay anlaşılır.

Herkesin bir kahramanlık görüşü vardır. Yerine göre yapar. Küfür ehlini hasım görür, ona karşı olur. Elinden geldiği kadar yere sermeye bakar. İyilerin cengi nefsi görünce başlar. Çeşitli kötü arzu, tabiatın kötülükleri, onların can düşmanıdır. Şeytan denen uygunsuz, şaşırtıcı onlara yanaşamaz. Kötü arkadaşlar, onlardan kaçar. İnsan kılıklı şeytanlar her şeyden daha fenadır.

Bir de seçme insanların cenk ettikleri şey vardır ki, o da, dünyayı, âhireti ve Hak’tan gayri her ne ki var, onu bırakmaktır; bırakmak için elden geldiği kadar cenk etmektir.

Kast yalnız Allah olmalıdır. Cihat, O'nun düşmanları ile olmalıdır. Çalışmak lazımdır; ama her şeyden önce neye ve kim için çalışmak gerekse onu bilmek icap eder.

Ey evlat! Uyan, başkası dürtmeden kendiliğinden uyan. Acıyı görmeden gözlerini aç. Din sahibi ol. Dindar kişilerle bulun. İnsan olan onlardır. Akıllı onlara denir. İnsanların en üstünü ve aklı toplu olanı, Allah'a uyandır; en cahili ve aklı perişan olanı ise, O'na isyan bayrağı çekendir. Bunu böylece bilesin.

Nebi (s.a.v) şöyle buyurur:

“Ellerin terbiyeli olsun.”

Bunun ince ve derin manası vardır. Anlayan anlar. Biz de şöyle anlatırız: Gün olur, derde düşersin. Kendini dilenciliğe verme, çalış. Zenginliği görürsün.

Bir de şöyle anlatılabilir: Erenlere kavuştuğunda önlerinde tazimle dur. Onlara saygı göster. Kalbinden bir şey isteme. Elini onlara ihtiyaç kastı ile açma. Onlar sana gerekeni bilirler, verirler. Kalbini bozarsan münafık olursun. Elini uzatırsan, ihlâs sahibi olmadığın sezilir.

Gösteriş meraklısısın, içinde hayır yoktur. Ancak Allah rızası için yaparsan eline hayır geçer. Yaptığın işin dışına kimse önem vermez. Nefsini bir yana atar, heva ve şeytanı perişan edersen adam olursun. Yaptığın hayır işlerde dünya gelirini görmezsen işlerin makbul olur.

Çalış, işlerini temiz tut. Yaptığın işi görme. Her işte, yapanı değil, yaptıranı görmeye çalış. İçini düzelt. Kalbinde, ne varsa, ona verebilirsin. Ne olursa olsun niyetinden başka bulamazsın. İnsanları isteyerek yapılan işin sonu Hakk'a varmaz.

Yazık oluyor sana, işin halk için! Nasıl onunla Hakk'a varmayı diliyorsun? Bu sadece içinde bir heves bırakır. Ötesi boş olur.

Nene böbürleniyorsun? Bir adım atmaya gücün yeter mi acaba? Böbürlenmeyi terk et. Pek de şen olma. Şenliği azalt, hüznü çoğalt. Senin için bu daha iyi olur. Dünya bir zindan gibidir. Öbür âleme nispetle buranın ne önemi olur. Hapiste yaşayanın sevinci ne kadar sürer? Sevindikçe kederi çoğalır.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz çok düşünürdü. Daimî tefekkür hâlinde idi. Az sevinirdi. Gülerken ancak ön dişleri açılırdı. Onun üzüntülü zamanı sevinçli zamanından daha çoktu. Sen, onun ümmeti değil misin? Onun gibi ol! Az gül. Ancak karşındaki zatın kalbini hoş etmek için tebessüm et. Peygamber (s.a.v) Efendimiz de öyle ederdi. Kalbi o kadar hüzünlü ve Hak’la o kadar meşguldü ki, Ashâb-ı Kirâm olmasa, dışarıda yapılması zorunlu bazı şeyleri olmasa, evinden dışarı çıkmazdı. Kimsenin yanına varmaz, halktan hiç kimse ile konuşmazdı.

Ey evlat! Hak’la yalnızlığın temiz olursa için ürperir, kalbin parlar. Bakışların ibretle dolar. Kalbin yüce düşüncelere kap olur. Ruhun ve mânâ âlemin Hakk'a vasıl olur.

Dünyalık işleri düşünmek, insanın iç âlemini kapkara eder. Öbür âlemin güzelliğini anlamak, hayat ve yaşamak bilgisini verir.

Tefekküre dal. Ondan daha büyük şey olmaz. Allah, kulun tefekkürüne karşılık dünya ve âhiret bilgisi verir. Kalbin yaşaması tefekkürle olur. Dünyanın kazancı tefekkürle elde edilir. Âhiret böyle ele girer.

Acırım sana! Bütün ömrünü dünyalığa veriyorsun. Hâlbuki Allah onu nice zaman önce böldü. Herkesin kısmeti, yıllarca önce hazırlanmış. Kendiliğinden gelir, o istesen de gelir, istemesen de... Neden dünya için hüzün duyarsın?

Hırsa kapılma. Hırs, insanı hem kullar arasında, hem de Hak katında perişan eder. İmanı bir yana atıyor, rızık istiyorsun. Rızkın artınca, artık imanın gerekli olmadığına giderek oturuyorsun. Her çeşit dünyalığa erince imandan yana bir şey beklemeden yatıyorsun! Bunlar iyi olur mu? Yani, sen de beğeniyor musun?

Ey evlat! Ciddi sayılanı, oyuncakla bir etme. Her şeyin değerini bil. Kalbini, halktan gelecek imkânlara bağladıkça Hak’la bir edemezsin. Sebepleri görerek onları yaratanı umuyorsun. İç âlemde dış âlem nasıl birleştirilir? Aklın her şeye ermez. Hakk'ın katında olanla halkın elindeki bir tutulur mu? Yaratan’ı görmeden yaratılmışla uğraşan ne kadar cahildir, bilemezsin.

Birinci derecede önem verilmesi gerekeni bırakıp ikinci derecede olanı almak cahilliktir. Baki, devamlı şeyi unutup fani ve geçici işle olmak akılsızlıktan başka ne ile anlatılır?

Ey evlat! Bilgisizlerle sohbet ediyorsun; iyi etmiyorsun. Onların hâli seni de sarar, onlara uyarsan kurtulman kolay olmaz. Ahmakla oturan, ahmak olur. Allah'ın varlığına, birliğine iyi inanan kimselerle ol. Bilen ve bildiği ile iş tutanları ara!

İman sahibi nefsine uymazsa ne kadar güzel olur. Kötü olmayan, şahsî arzusu ile başa çıkan adam, ne kadar kuvvetlidir. Nefsin kötülüğünü sezer. Ona göre nefsini terbiye etmeye koyulur.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyururlar:

“İman sahibi, yüzden sevinçli görünür, ama içi yanar.”

İman sahibi, kalbindeki hüznü yüzünün şenliği ile örter. Bunu ancak iman sahibi yapar. İmanı kuvvetlendikçe, nefsine daha çok hâkim olur. İçinden çok düşünür; tefekkür âlemine dalar. Çok ağlar, az güler. Peygamber (s.a.v) Efendimiz, bunu da anlatırken buyururlar ki:

“İman sahibi, Mevlâ'sına kavuşuncaya kadar rahata eremez.”

İmanlı kişi, çalışır, kazanır, ama içten Mevlâ ile olur. Zahirde kullarla, ev halkı ile olur; ama iç âlemi Rabb’ine dönmüştür. İç âlemi o kadar zengindir ki, bunu kimse bilemez. O da bu sırrını kimseye demez. Ne hanımı, ne çocukları, ne komşusu, ne de halktan biri bilir. Onun iç âleminin zenginliğini, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in şu yüce kelâmı bildirir:

“İşlerinizi gizli tutarak yürütmeye gayret ediniz.” Her iman sahibi bunu yapmaya alışmak zorundadır. Sonra kendisi pişman olur. Aksi hâlde dilinden bir söz zuhur ederse, hemen başka lâfla kapatmalıdır. Söylediğine pişman olmalı ve Allah'tan af dilemeli!

Ev evlat! Ben, sana bir aynayım; böyle gör. Beni kalbine bir ayna olarak koy, sinene yerleştir. İşleri karşıma getir. Bana yaklaş ve bak. O zaman çok şeyler göreceksin. Benden uzak kaldığın zaman göremediğin çok sefaları o kez göreceksin.

Din işlerini düzeltmek istersen, bana gel. Bunu ancak bende bulabilirsin. Başkasında bulamazsın. Ben, seni Allah yolunda seviyorum ve öyle yetiştirmek istiyorum. Seni Allah yoluna döndürecek kuvvet bende vardır. Seni sert bir elle yola getiriyorum. Münafık dili ile değil.

Dünyayı evinde bırak, bana öyle gel. Ben öbür âlemin yöneticisiyim. Dünya sana kalsın. Seni oraya almak istiyorum. Yüce âlemlerin sultanı yapmak istiyorum, bu fani diyarın bekçisi değil! Yanımda otur; sözlerimi işitmeye bak. Ne dersem onunla iş tut. Ölmeden önce böyle yap. Yakında ölür gidersen perişan olursun. Eli boş, yüzü kara gitmeyi sana ayıp sayıyorum; çünkü iman sahibisin.

Dünyanın dönüşü ve her şeyin hareketi bir disiplin ve korkunun eseridir. Eğer bir şeyden korkmuyorsan onu bilmiyorsun demektir. Korku ilmin ta kendisidir. Korkmayan bilgi sahibi değildir. Korkan, korktuğu şeyin âlimidir. Allah korkusu olmayan için ne burada, ne de ötede selamet vardır. İnsan, Allah'ı bildikçe korkar. Bilmemişse neden korkar? Bunu bizlere anlatmak için, Allah Teâlâ şöyle ferman buyurdu:

“Allah'tan ancak, bilgi sahibi kulları korkar.” (el-Fâtır, 35/28)

Allah'tan korkanlar bilgi sahibidir. Ve bildiklerini tatbik sahasına koyanlardır. Bilirler; bildikleri ile amel ederler; ayrıca bilmeyenlere de öğretirler. Bunlar, yaptıklarına bir karşılık da istemezler; yalnız Allah'ı ve O'nun yakınlığını talep ederler. O'nun sevgisini isterler. O'ndan uzak kalmayı ve aralarına kara perdenin girmesini arzu etmezler. Onlar, ne dünyayı ister, ne de öbür âlemi; hiç bir kapının da üzerlerine kapanmasını talep etmezler. İsterler ki, kendileri için olsun; dünya ve âhiret kendilerine kalsın.

Dünya onlaradır. Âhiret onlaradır. Azîz ve Celîl olan Hak da onlara kalmıştır.

Onlar iman sahibidir. O'nu iyi bilir ve çok çekinirler. Hak uğruna mahzundurlar.

İnsan vardır ki, dış göze göre görünmeyen, kalp gözüne göre hazır ve nazır olandan korkar. Nasıl korkmazlar ki, O diriltir ve öldürür. Aziz eder, zelil eder. O, her an bir şan alır. İsterse kabul eder; dilerse reddeder. Yakın eden O'dur. Uzak eden yine O'dur.

“Yaptığından O'na kimse soru soramaz. Ama O'ndan gayri olanlar hep sorguya tabi tutulacaklardır.” (el-Enbiyâ, 21/23)

Allah'ım, bize yakınlığını ver. “Dünya ve âhirette güzellik ihsan buyur. Bizleri ateşe atmaktan sakla!” (el-Bakara, 2/201) Âmin!

Top