Çok öfkelisin, öfkenin bu denlisi densizlikle sonuçlanabilir. Biliyorsun, öfkeyle kalkan ziyanla oturur. Öfkelenme, ya da öfkene bir gem vur!
Benim öfkem, yoğunlaşmış, zirveye giden yolda kemalinin sınırlarını zorlamaya başlamış saf bir sevgi patlamasıdır.
Ben, Allah’ın sevip de yarattığı her şeyi ve herkesi seviyorum.
Allah’ın sevip de yarattığı şeyleri sevmemek, insanı çölden beter eder, kurutur.
Belki bin kez söyledim bunu. Bin kez, binlerce kez daha da söyleyebilirim. Ama bu, benim öfkesizliğimin bildirgesi değildir.
Kudurmuş öfkeye karşıyım ben.
“Hoş” görülecek şeyle “hoşt!” denilecek şeyi ayırt edemeyen hayta öfke, insanda ne insanlık bırakır ne de İslâmlık... Savurur götürür hepsini.
Biliyorsun, asıl pehlivanlık, insanın kendisine sahip olabilmesi ve öfkesini yenebilmesidir.
Öfkenin dizginlerini elden kaçıran, tırısa kalkmış “emmâre” arabasıyla arzulanan yere varamaz.
İstenmeyen yerlerde paldır küldür olur gider.
Kaza oku da “geliyorum!” demez böylesi anlarda.
Debisi dellenen büyük nehirlerin öfkelerini denetleyebilmek için, önlerine büyük ve sağlam barajlar yapmak gerekir.
Öfkeleri köpürmüş insanlar için de aynı şey söz konusudur.
Allah’ın arslanı Hz. Ali (r.a), ünlü cenklerinden birinde, hem kendisine hem de çevresine zarar veren bir şer ve şirk aygırını yere devirir. Kellesini gövdesinden ayıracağı sırada müşrik, yapabileceği en son pisliği de yaparak Hz. Ali’nin yüzüne tükürür.
Müşrik bu hakareti yapınca Hz. Ali onu bırakıverir:
“Kalk” der, “Kalk ve yıkıl karşımdan!” Adam şaşırır kalır:
“Niye bırakıyorsun beni?” diye sorar:
“Hem yenildim, hem de sana hakaret ettim. Senin yerinde ben olsam, seni dokuz doğrardım!”
Bunun üzerine Hz. Ali:
“Ben Allah’ın arslanıyım, hevâ ve heves arslanı değilim! Seni Allah için ortadan kaldıracaktım, fakat sen yüzüme tükürünce, öfkem girdi araya. Öfkemin emrine kılıç vermem ben...” der.
Bu büyüklük karşısında adamın küfrü, erir ve imana dönüşür. Ve müşrik müslüman olur.
İrfan güneşi Hazreti Şems’in bir sözü var bu babta:
“Sözünde, susmasında, kahır yerinde kahır, lütuf yerinde lütuf göstermesinde isabet olan kimse velidir. Ârifler; biz aciz kimseleriz, o kudretlidir! demezler. Gereklidir ki sen, kudret sahibi olasın. Her sıfatta güçlü kuvvetli olasın. Susacak yerde susasın, cevap verecek yerde cevap veresin. Kahır ve şiddet zamanında sertlik gösteresin, iyilik ve yumuşaklık gereken yerde iyilik edesin. Yoksa, öyle -bunları dengelemesini bilmeyen- bir insanın sıfatları kendisine bela olur, azap olur; insan mahkum olmazsa hâkim olur.”
Bizim mahkumiyetimiz, lütuf yerinde lütuf, kahır yerinde kahır dengelerini kuramayışımızdan kaynaklanıyor olsa gerektir.
Benim sevgim bu noktada patlayıveriyor işte!
Sevgim patlıyor ve öfkeye dönüşüyor!