Serzeniş ve şikâyette bulunmak, tıpkı ilaçla rahatlamak gibi nefsi rahatlatan bir davranıştır. Bu, âlim bir zatın yapmayacağı bir davranıştır. Böyle bir durumda, Rabbinin, kendisine mubah kıldığı şekilde tedavi ile rahatlamak, derdini insanlara anlatarak rahatlamaktan daha hayırlıdır.
Bunun aksini yapan kimse, yapmacıklık ve hastalığı abartma gibi kalbi afetlere düçâr olmaktan emin olamaz. Nitekim Allah Teâlâ’nın “Öyle ise güzel bir sabır.” (Yusuf/18) buyruğunun tefsirinde, yani şikâyet ve serzeniş taşımayan bir sabır denmiştir. Ulemadan bir zat ise, “Şikayetini yayan kimse sabrediyor sayılmaz.” demiştir.
Yakub’a (a.s), “Gözünü körelten ne idi?” diye sorulmuştu. O da, “Zaman ve ardı kesilmeyen hüzünler…” demişti. Bunun üzerine Allah Teâlâ kendisine şöyle vahyetti: “İşin kalmadı da kullanma beni mi şikâyet ediyorsun?” bunun üzerine Yakub (a.s), “Rabbim Sana tevbe ediyorum.” dedi.
Tavus ve Mücahid’den şu haber nakledilmiştir: “Hastalığı esnasındaki inlemeleri bile hastanın aleyhine yazılır”. Selef-i Salih, hastanın inlemesini mekruh görürlerdi. Çünkü bu inlemede, serzenişe delalet eden bir ima söz konusudur. Denildi ki: İblis, hastalığı esnasında sadece inlemesini sağlayarak Eyyub peygamberi günaha sokabilmiştir. Onun, Eyyub’dan (a.s) elde edebildiği sadece inlemesiydi.
Bir hadiste de Allah Resulü’nün (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Kul hastalandığı zaman Allah Teâlâ iki meleğine şöyle vahy eder: “Kulumun ziyaretçisine ne dediğine bakın. Eğer Allah Teâlâ’ya hamd ve sena da bulunuyorsa, onun için dua edin. Eğer şikayette bulunup kötü şeyler söylüyorsa, böyle olmamıştır, deyin.”
Bazı abidlerin, hasta ziyaretini hoş görmeyişlerinin sebebi de, şikâyet dinlemek ve hastanın derdini abartarak anlatmasından duydukları korkudur. Onlara göre bu, nimete nankörlük etmekten başka bir şey değildi. Hatta bazıları hastalandıkları zaman, iyileşinceye kadar kapılarını sıkıca örter, ziyaretçi gelmesine izin vermezlerdi. İyileştikten sonra dışarı çıkarak merak edenlerle görüşürlerdi. Bunlara örnek olarak Fudayl ve Vüneyb’i zikredebiliriz, Bişr de şöyle derdi: “Ziyaretçisiz hastalığı tercih ederim.” Fudayl ise şunu söylerdi: “Hastalığı sevmeyişimin tek sebebi, ziyaretçilerdir.”
Kimi imam, kimi şeyh olan birçok salih zatın hastalık halinde böyle davrandıklarını görmekteyiz. Hastalığı haber verme niyetiyle insanlara açıklamak, tevekkül sahibinin tevekkülüne halel getirmez. Bunun şartı, nefs bakımından afetlerden korunarak, kalben de Allah Teâlâ’ya şükrederek O’nun kazasına razı olmaktır. Kul bu davranışıyla Rabbi karşısındaki acizlik ve muhtariyetini gösterdiği gibi, mümin kardeşlerinin dualarına nail olmak, ya da hastalığını bir nimet olarak görüp şükrünü eda edebilmek için anlatmış olabilir.
Bişr b. el-Hars, tabip Abdurrahman’a acılarını ve sancılarını anlatmakta bir sakınca görmezdi. Ahmed b. Hanbel’in de hastalıklarını çevresine anlattığı rivayet edilmiştir. O, bunu açıklarken şöyle derdi: “Bunu sadece Rabbimin benim üzerimdeki kudretini tarif etmek için yapıyorum.”
Hasan el-Basri’den (r.a) şu söz nakledilmiştir: “Hasta, Allah Teâlâ’ya hamd edip O’na şükrettikten sonra hastalığını belirtirse, şikâyette bulunmuş olmaz”.
Ahmed b. Hanbel, kendisine sorulduğu zaman hastalığını açıklamazdı. Ama daha sonra Hasan el-Basri’nin (r.a) görüşüne uyarak hamd ve senada bulunduktan sonra hastalığını açıklamaya başlamıştır.
Hastalığı esnasında Ali’ye (k.v) “Nasılsın?” diye sorulmuştu. Bişr’in ifadesine göre meclistekiler, bu soruyu yadırgar bir hava ile birbirlerine baktılar. Ali (k.v) şöyle dedi: “Allah Teâlâ’ya muhtaç haldeyim.” O, bu ifadesiyle Allah Teâlâ’ya olan muhtariyetini göstermek istediği gibi, orada bulunanlara da bu tür konuşmanın sakıncası olmadığını göstermek istemiştir. Hali sorulan kişi iyi olduğunu belirtmelidir.
Sevri, şöyle demişti: “Hilm yalnızca güvene dayalı bir ruhsattır. Katılık ise, herkesin yapabileceği bir şeydir. Ali (k.v) üstteki sözüyle, Allah Resulü’nün (s.a.v) ona verdiği terbiyeyi ve onu güç göstermekten sakındırışını ifade etmek istemiştir. Bir keresinde de hasta yatarken, “Allah’ım, bana bu belaya karşı sabır ver!” sözünü Allah Resulü (s.a.v) işitmiş ve ona şöyle buyurmuştu: “Allah Teâlâ’dan bela ve imtihan niyaz ettin. O’ndan afiyet niyaz et.” (Tirmizi, Da’avat, 91)
Şefkat ve endişe ehli, Allah Teâlâ’nın huzurunda kuvvet ve katılık göstermeyi mekruh görmüşlerdir. Rivayete göre İmam Şafii Mısır’da iken çok ağır bir hastalığa yakalanmıştı. Yatağında şöyle dua ediyordu: “Allah’ım! Eğer bu hastalığımda Senin rızan var ise onu daha da arttır.”
Bunun üzerine ulemadan İdris b. Yahya el-Me’afiri kendisine bir mektup yazarak şöyle dedi:
“Ey Ebu Abdullah, sen bela ve imtihan ehlinden değilsin. Rabbi’nden sıhhat ve afiyet niyaz et!” İmamı Şafii, bu tavsiye üzerine o duasından vazgeçerek istiğfarda bulundu. Belki de bu olaydan sonra onun şöyle dua etmeye başladığı nakledilmiştir: “Allah’ım! Benim seçimimi sevdiğin şeyde kıl.” (Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 98-101.)