Ahiretin tarlası olan bu fani dünyada yaşayan insanoğlu, çok değil, yalnızca birazcık çevresine ve kendisine baksa; hayatında olup bitenleri bir müddet tefekkür etse ne kaybeder acaba? On sekiz bin âlemin yaratıcısı yüce Rabbimiz (c.c) kendisini bilip tanımamız için binlerce, hatta milyonlarca delil göndermemiş mi? O yetmemiş, başta kâinatın Efendisi Hz. Muhammed (s.a.v) olmak üzere her topluluğa bir kılavuz Peygamber göndermemiş mi? Yine, şu âhir zamanda Peygamber varisleri mürşid-i kâmiller canla başla, bin bir türlü zorluklara göğüs gererek insanları hak yola davet etmiyorlar mı?
Ama ne yazık ki, nefs ü şeytanın da yönlendirmeleriyle gaflet uykusunda uyuyan insanoğlu; şu sinek kanadı kadar değer verilen, Âhiret okyanusunun yanında bir damla olan dünyanın yalancı lezzetlerine kanmaya devam ediyor. Oysa bilse ki Allah yolunda bir adım atsa ona 10 adımla karşılık verilecek… Kâinat kitabını veya kendisindeki muhteşem yaratılış mucizelerini azıcık araştırsa, eminim hayata bakış açısı değişecek. Bir ateist dahi olsa, evrendeki şu muazzam ahenkten etkilenmemek mümkün mü?
Ne güzel demiş Erzurumlu Alvarlı Efe Hz.leri:
Seyreyle güzel Kudret-i Mevlâ neler eyler,
Allah’a sığın Adl-i Teâlâ neler eyler…
Elbette; Hikmet-i İlahi’den, Takdir-i İlahi’den sual olunmaz. Rabbim ne dilerse o olur. Kime hidayet edeceğini ancak “O” bilir (c.c).
Teknolojik gelişmeler arttıkça, her alanda olduğu gibi insan vücudundaki sırlar da adeta Yaradan’ın mucizelerini haykırırcasına bir bir açığa çıkıyor. Allah bilir, bütün bunlar kıyamete kadar devam edecektir. Bunlardan bazı güzel örnekler verelim:
İnsanın biyolojik ritmi ile uyku arasındaki ilişki:
İnsan hayatının yaklaşık üçte biri, ölümün kardeşi olan uykuyla geçer. Rabbimizin bir nimeti olan ve vücudu dinlendiren uyku için dikkat edilmesi gereken hususlar vardır. Gereğinden çok veya daha az uyunduğunda birtakım hastalıklara davetiye çıkarılmaktadır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), yatsı sonrası uyuyup, özellikle gecenin diğer yarısında ibadet ederdi. Kaylûle/öğle uykusunu tavsiye eder, Gaylûle (günün ağarması ile güneşin doğuşundan 45 dk. Sonrası) ve Feylûle (ikindi vaktinden güneşin batışına kadar) uykusundan men ederdi.
Acaba neden? İşte muhtemel nedenlerinden birkaçı:
* Uykuyu getiren en önemli neden, vücut ısısının düşmeye başlamasıdır. Gün içinde saat 16. 00 civarı vücut ısısı düşmeye başlayıp, sabah 06. 00 ‘da tekrar yükselmeye başlar. En yüksek zamanı ikindi vaktidir, bu nedenle bu vakitte uyunmamalıdır. Çünkü metabolizma hızlı olduğundan hem derin-doyurucu uyku olmaz, hem de uyku ihtiyacını arttırıp sabaha kadar uyumaya sebep olabilir.
* Melatonin hormonu; beynin orta-alt kısmında bulunan epifiz bezinden salınır. Bu hormon; insan psikolojisine olumlu etki yapar, enfeksiyonlara direnci arttırır, uyku düzenini sağlar. Salgılanması, gün içinde göze gelen ışık miktarının dozuyla alakalı olarak en iyi saat 21.00-03.00 arasıdır. Sabah ve ikindi vakti gözün ışığa en hassas zamanındaki ışığın etkisiyle gece salınımı daha verimli hale gelir.
* Tiroit Sitümülan hormon; hipofiz bezinden salınır. İnsan metabolizmasını ve enerjisini düzenleyen en önemli hormonlardandır. Uyku ile salınımı azalır. Bilim adamları bu hormonun düşük olduğu hastalara gecenin bir bölümünde uyanık olmalarını tavsiye ediyorlar.
* Gündüz uykusu (kaylule), derin ve yavaş uyku döneminden oluşur. Yarım saatlik gündüz uykusu gece uykusunun 2 saatine eşdeğerdir, günün kalan kısmında vücuda zindelik verir.
Hapşırma Nimeti ve Ehemmiyeti:
Burnumuz, hem çevremizdeki kokuları algılar hem de havayı temizleyip, ısı ve nemini ayarlar. Soluduğumuz havadaki zararlı maddeler, burun mukozasındaki bir refleks mekanizmasıyla inanılmaz bir hızla dışarı atılır ki buna hapşırma diyoruz. Hapşırırken kafa içi ve karın içi basıncı başta olmak üzere vücutta çok büyük bir basınç ortaya çıkar. Bu basınç nedeniyle kalbin diyastol (gevşeme) sonu dinlenme süresi artar ve dolayısıyla kalbin kendi damarlarına daha çok kan akımı olur. Yani hapşırma kalp sağlığımız için çok faydalıdır. Ayrıca kafa içi basıncı geçici olarak arttığından damar tıkanmalarını önler. Hapşırırken ağız tamamen kapatılmamalı, nefes tutulmamalıdır. Bu durumda akciğerlerde yırtılma meydana gelebilir. Yine, hapşırma esnasında ağzını ve burnunu tıkayarak hapşırmamaya çalışılırsa -Allah korusun- beyin damarlarında basınç arttığından, kanama olabilir. Ayrıca göz damarları çatlayabilir. Onun için hapşırma tetiklendiğinde kişi kendisini rahat bırakmalı ve hapşırmaya mâni olmamalıdır.
Hapşırma, üst solunum yollarının en önemli savunma mekanizmalarından biridir. Hapşırmanın hızının yaklaşık 150 km/saat olduğu tespit edilmiştir. Bu sebeple hapşıran kişinin, mikropları çevreye yaymaması için eliyle veya mendille ağzını kapatması gerekir. Peygamber Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellemin hapşırdığı zaman, yüzünü elleriyle veya bir bezle örttüğü, sesini kıstığı rivayet edilmiştir.
Hapşırma, solunum sistemini zararlı maddelerden temizler ve vücudun rahatlamasına ve dinçleşmesine vesile olan bir reflekstir. Bu refleks olmasaydı, hastalık yapabilecek pek çok zararlı mikroptan korunmak zor olacaktı. Hapşırma sırasında kalbin diyastol (gevşeme) sonu dinlenme süresi artar. Yani bir nevi kalbin çalışması çok kısa süre durur ve tekrar devam eder.
Hapşırmadan sonra “Elhamdülillah!” diyerek, nimetlerinden dolayı Allah'a (c.c) şükrederiz. Bu şükrü işitenin de “Yerhamükellâh!” demesi Sünnet'tir. Bunun üzerine hapşıran “Yehdînâ ve Yehdî kümullâh/Allah biz eve size hidayet etsin” diyerek mukabelede bulunur. Hapşırma, sadece kendimizin değil, bu olaya şahitlik edenlerin de duamıza ve şükrümüze katılmasına sebebiyet veren, derin manalar içeren bir nimettir.
Peygamberimiz: “Müslüman'ın, Müslüman üzerindeki altı hakkından birisinin de hapşırdığı zaman dua etmesidir.” buyurarak, Allah'ın (c.c) hapşırma ile bize âdeta yeniden bahşettiği sağlığımızın kıymetini bilmek ve hayatımıza devam ettiğimiz için, bir defa daha verilen onca nimete şükretmek manasına da gelir.