Zevk ve şirb (şerb veya şürb de olur), sûfîlerin dillerinden bırakmadıkları kelimelerdendir.
Sûfîler bu iki kelime ile tecelli meyvelerinden, keşif neticelerinden ve varidatın tesiri ile aniden gelen hâllerden olmak üzere içlerine doğan hususları anlatırlar. Bunlardan ilkine zevk (tatma), sonrakine şirb (içme), en sondakine reyy (kanma) tâbir ederler.
Muâmelelerindeki safvet, sûfîlerin manaların zevkini tatmalarını; makamlarının bütün hakkını yerine getirdikten sonra bir üst makama yükselmeleri şirb hâlini; vuslatlarının devamlı oluşu reyy hâlini gerektirir. Şu halde zevk sahibi sarhoştur. Şirb sahibi tam mesttir, rey sahibi ise sahv halindedir, ayıktır. Aşkı kuvvetli olanın şirbi sürekli olur. Sürekli olarak bu sıfatta bulunan bir sûfî için şirb, sekr sonucunu doğurmaz, (çünkü o sekr halinden sahv haline döndüğü zaman yine vuslat halindedir, kemâl hali de budur). Bu duruma göre sûfînin sahv hâli de Hakk iledir. O bütün nefsânî hazlardan fâni olmuştur. Gelen vâridler ona tesir etmez, içinde bulunduğu durumu değiştirmez. Bir kimsenin sırrı saf hâle gelirse şirb onun durumunu bulandırmaz. Gıdası şarap olan, şaraptan ayrı kalmağa sabredemez, onsuz yapamaz.
Şu şiir bu makamda okunur:
“Aramızda dolaşan kadeh, sütannemizdir. Ondan tatmazsak yaşamamız mümkün olmaz.”
Şu şiir de bu manada okunur
“Şaşarım o kimseye ki Rabbımı zikrettim (hatırladım) der! O’nu hiç unuttum mu ki, unuttuğumu hatırlamak bahiskonusu olsun? Aşkı kadeh kadeh içtim. Fakat ne şarap bitti, ne de ben kandım.”
Yahya b. Muaz’ın, Bayezid Bistâmî’ye şöyle yazdığı nakledilir: “Burada biri var, aşk kadehinden öyle içti ki, bir daha sarhoş olmadı.” Bayezid ona şöyle cevap verdi: “Hâlindeki za’fa şaştım, burada biri var, dünyadaki bütün denizleri içtiği halde, ağzını açmış daha yok mu, diyor.”
Malûmdur ki yakınlık (kurb ve vuslat) kadehleri gaybtan sunulur.
Kuşeyrî Risâlesi