Muridan
Tasavvufî Istılahlar, Gaybet ve Huzur

Tasavvufî Istılahlar, Gaybet ve Huzur

Gaybet: Duyguların kalbe gelen vârid (feyz, ilham) ile meşgul olması sebebiyle halkla ilgili hallere ait bilgilerin ve şuurun kalpten kaybolması hâlidir (manevî âlemle meşgul olan duyu organlarının maddî âleme ait duyarlılık ve şuuru kaybetmesi).

 Sevabı hatırlatma veya azabı düşünme nevinden bir vârid sebebiyle kalbin kendisi ve başkası ile ilgili duyarlığını kaybederek gaybet haline geçtiği olur. Şu menkıbe buna misâl teşkil eder: Rebi’ b. Heysem, İbn Mesud’a (r.a.) giderken bir demirci dükkânının önünden geçti. Körüğün ağzındaki kızgın bir demir parçasını görür görmez kendisini kaybetti, baygın halde yere düştü. Bir gün sonrasına kadar ayılmadı.

 “Bu hâl gaybetin haddini ve sınırını aşıp bayılma (Gaşyet, dini his ve heyecan içinde boğulup kendinden geçme) vaziyetine geliştir.

 Rivayet edilir ki, Ali b. Hüseyn secde halinde iken evine yangın ateşi düşmesine rağmen, namazını kesip yangınla meşgul olmadı. Neden böyle hareket ettiği sorulunca: “Büyük ateşi (cehennemi) düşünmek, bu ateşi düşünmekten beni alıkoydu” dedi (ve Kur’an’daki azab âyetleri ile meşgul olduğu için kendisini kaybettiğini, bu ateşi hissedemediğini anlattı). Bazen Hakk Sübhânehû ve Teâlâ’dan keşif yolu ile gösterilen bir mana (vârid feyz) sebebiyle kul hissini kaybederek gaybet hâline geçer. Bu şekilde bir vârid sebebiyle kendinden geçen sûfîler hâllerine göre değişiklik gösterirler.

 Demirci Ebu Hafs Nişabûri’nin sanatını terk edişi ile ilgili sülûkünün başlangıcındaki şu menkıbe çok meşhurdur: Ebu Hafs dükkânında çalışırken bir hafızın Kur’an’dan bir âyet okuduğunu işitmiş ve kalbine gelen vârid sebebiyle hissini kaybederek kendinden geçmiş, elini ateşe sokmuş, ocaktaki kızgın demiri eli ile çıkarmıştı. Bu durumu gören bir müridi: ‘Üstad, bu ne hâl’ demiş. Bunun üzerine Ebu Hafs kendisinden zuhur eden kerametin farkına varmış (kendisini meşhur eden bu hadise sebebiyle bir fitneye düşmek korkusundan) sanatı terk ederek dükkânından çıkıp gitmişti.

 Cüneyd bir gün karısı ile otururken, Şiblî yanlarına geldi. Şibli’yi gören kadın örtünmeye teşebbüs etti. Cüneyd: “Şiblî’nin senden haberi yok (O gaybet halindedir), yerinde otur,” dedi. Cüneyd, Şibli ile o kadar konuştu ki, nihayet Şiblî ağlamağa başladı. Şiblî ağlamaya başlayınca Cüneyd karısına: “Şiblî kendine geldi, gaybet hâli zail oldu, şimdi örtün” dedi.

 Salih bir insan olan Ebu Nasr Müezzinin Nişabur’da şöyle dediğini duymuştum: “Nişabur’da üstad Ebu Ali Dekkak’ın meclisinde Kur’an okuyordum. O zaman Ebu Ali Nişabur’da oturuyordu. Ekseriya hacdan bahsederdi. Sözü kalbime tesir etmiş, o sene hac için yola çıkmış, sanatımı ve dükkânımı terk etmiştim. Üstad Ebu Ali (r.a.) de o sene hac için sefere çıkmıştı. Nişabur’da iken kendine hizmet eder ve meclisinde Kur’an okumaya devam ederdim.  Bir gün su içmek için taşıdığı testiyi yanına almayı unuttuğunu, gaybet hâlinde olduğunu fark ettim. Testiyi aldım, durak yerine dönünce yanına koydum. Bu davranışımı görünce: ‘Bunu getirdiğin için Allah sana hayır ihsan etsin, mükâfatını Hakk Teâlâ versin’ dedi. Sonra hiç görmemiş gibi beni uzun uzadıya seyretti. Sonra: ‘Seni bir kere gördüm, sen kimdin?’ diye sordu. ‘Ey kendisi ile Allah’a sığınılan zat, uzun müddet sohbetinde bulundum, meskenimi ve malımı terk etmemin sebebi sen oldun. Şu uçsuz bucaksız çölü birlikte kat ediyoruz. Hal böyle iken şimdi, seni bir kere (ve ilk defa) gördüm diyorsun’ diye cevap verdim.”

 

 Huzur

 Sûfî bazen Hakk ile hâzır olur, O’nun huzurunda bulunur. Çünkü o halktan uzaklaşınca Hakk ile beraber bulunur. Bunun manası, sanki Hakk’ın huzurunda hazırmış gibi olur, demektir.

 Bu durum Hakk’ın zikrinin, kulun kalbini istilâ etmesi suretiyle husule gelir. O zaman kul kalbi ile yüce Rabbinin huzuruna çıkar. Kulun halktan gaybeti nispetinde Hakk ile olan huzuru mükemmel olur. Eğer halktan tamamen kaybolmuş ise, huzur hâli gaybet hâline göre olur, yani tam olur. “Falan hazırdır” cümlesinin manası kalbi ile Rabbinin huzurundadır, O’ndan gafil değildir, O’nu ihmal etmiş değildir, tersine daima O’nu zikretmektedir, demektir. Sonra kul Hakk Sübhânehû ve Teâlâ’nın kendisine tahsis ve lütfettiği mana ve feyzdeki derecesi nispetinde Hakk’ın huzurunu keşif yolu ile temaşa eder  (huzur halinde mükâşefe mertebesine erdirilir).

 Bazen nefsin ve halkın hallerini his ve idrâk etme haline dönülmesi (yani şuur ve his halinin avdet etmesi) vaziyetine de “Kul hazırdır” denilir. Bu, kul gaybet hâlinden dönmüştür, gaybet hâli son bulmuştur, demektir. Buna “Halk ile huzur,” ilkine ise “Hakk ile huzur” hâli denir.

 Sûfîlerin gaybetteki hâlleri değişik olur. Bazılarının gaybet hâli devam etmez, bazılarının bu hâli devamlı olur. Hikâye ederler ki, Zunnûn Mısrî, sıfatı ve durumu hakkında bilgi getirmek için müritlerinden bir şahsı Bayezid Bistâmî’ye göndermiştir. Adam Bistâm şehrine gelince Bayezid’in evini sordu, izin aldı ve içeri girdi. Bayezid adama, “Kimi arıyorsun?” diye sordu. Adam, “Bayezid’i arıyorum!” diye cevap verdi. Kendinden geçmiş olan Bayezid adama dedi ki: “Bayezid kimdir? Bayezid nerede ikamet eder? Ben de Bayezid’i arıyorum.”

 Bu hadiseyi dinleyen Zunnûn ağladı ve: “Kardeşim Bayezid  (Hakk’a) gidenlerle O’na gitmiş,” dedi. (Gaybet ve Hakk’da huzur hâli).

 

 Kuşeyrî Risâlesi

Top