Büyük mutasavvıf, İmam Şiblî Hazretleri zamanında, çok zengin bir fırıncı vardı. Bu fırıncı devamlı İmam Şiblî Hazretlerinin muhabbetinden dem vurur, ona olan hayranlığından bahseder, onu ne kadar çok sevdiğini anlatır dururdu.
İki Cihan Serveri Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) buyurdu ki:
“İnneme’l-a’mâlü bi’n-niyyât ve innemâ likülli emrin mâ nevâ”
Meal: “Ameller niyetlere göredir. Herkese ancak niyet ettiği şey vardır. ”
Bir kişinin bir ameli işlemeden evvel, ya da işlerken kalbinde bulunan düşüncesi “niyet” adını alır. Kişinin ameli beden gibi ise, niyeti o amelin ruhu gibidir. Ruhsuz beden nasılsa, niyetsiz amel de öyledir. Her hususta niyet önemlidir. Yemek yerken, su içerken, bir yerden bir yere giderken, yazarken, uyurken, namaz, oruç, hac vs. tüm ibadetlerimizde niyet en önemli husus olmaktadır.
Denebilir ki “Haydi namaz, oruç neyse de, yerken, uyurken, gezerken niyet mi olur?” Şöyle cevap verilebilir:
Kişi ibadete güç kuvvet olması düşüncesiyle yer ise, yemesi ibadet olur, haram işlerde güç kuvvet olması için yer ise günah olur. Bir kardeşini sırf Allah rızası için ziyaret ederse sevap alır.
Ebû Hüreyre (r.a)’den; Rasûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Kardeşini ziyaret için diğer bir diyara giden kimsenin yoluna Allah bir melek gönderir ve oraya geldiğinde;
‘Nereye gidiyorsun?’ diye sorar.
‘Şu diyarda bulunan kardeşime gidiyorum’ der.
‘Onda bir menfaatin mi var?’ der. O da;
‘Hayır. Lakin ben onu Allah için sevmekteyim’ der. Melek de ona der ki;
‘Ben Allah’ın sana gönderdiği bir elçiyim. Allah için sevmen sebebiyle Allah da seni sevmiştir.’ (Müslim)
Niyetle her meşru fiil ibadet hükmünü alır. Hakk yolunda dinç, zinde olayım diyerek uyuyan kimse uykuda ibadet halinde sayılır. Niyet düzgün tutulursa ne ala, bozulursa evvela riya, süm’a, kibir, sonra ucb amele musallat olur. Yani kendini beğenme, gösteriş, desinler, işitsinler diye iş yapma meydana gelir. Bu tür kişiler övülürse hayır işler yaparlar, dönüp bakılmazsa bırakıverirler. Yani Hakk için değil, halk için amel ederler.
Büyük mutasavvıf, İmam Şiblî Hazretleri zamanında, çok zengin bir fırıncı vardı. Bu fırıncı devamlı İmam Şiblî Hazretlerinin muhabbetinden dem vurur, ona olan hayranlığından bahseder, onu ne kadar çok sevdiğini anlatır dururdu. Fakat parayı çok seven fırıncı bir kez olsun İmam Şiblî Hazretlerini ziyaret etmeyi düşünmezdi. İmam Şiblî Hazretlerine yakın olan kişiler, fırıncının bu muhabbetinden aşkından bahsetmişler. “Sizi görmeyi çok istiyor, ama yoğun işlerinden dolayı bir türlü fırsat bulamıyor, bu sebepten ziyaretinize gelemiyor” derler.
İmam Şiblî Hazretleri:
“Madem o gelemiyor, biz onun yanına gidelim” diyerek fırıncının çalıştırdığı fırına gider.
“Allah rızası için yarım ekmek!” diyerek, fırıncıdan yarım ekmek ister. Fırıncı öfkeli bir şekilde bağırır:
“Utanmaz adam, sapasağlam adamsın. Dileneceğine git çalış. Her isteyene yarım ekmek versek, bu fırın iflas eder” diyerek, dilenci kılığında gelen İmam Şiblî’yi fırından kovar.
İmam Şiblî sessiz, sedasız fırından ayrılır. Olaya şahit olanlar, fırıncıya derler ki:
“Sen ne yaptın, biliyor musun?” Fırıncı söylenerek:
“Ne yapacağım, bu dilenciyi kovdum.” Yanındakiler:
“Bu kovduğun kişi, yıllardır özlemiyle yanıp tutuştuğun İmam Şiblî Hazretleridir. Git ve özür dile!”
Fırıncı bu sefer baltayı taşa vurduğunu anlayınca, olanca hızıyla fırından çıkıp, İmam Şiblî hazretlerinin peşine takılır. İyice yaklaştıktan sonra:
“Aman efendi hazretleri, ben ettim siz etmeyin, affedin, zatı âlinizi tanıyamadım. Eğer tanısaydım, hiç böyle davranır mıydım? Ne olur affedin, ne isterseniz yaparım” diyerek, yalvarmaya başlar. İmam Şiblî hazretleri gayet sakin;
“Seni bir şartla affederim, benim hatırım için Bağdat meydanında yüz altınlık bir ziyafet verirsen, affederim” der. Fırıncı:
“Aman efendim, yüz altının sözü mü olur, zatı âlinizin hatırı için bin altınlık bir ziyafet vereyim. Yeter ki siz beni affedin” der. Beklenen gün gelir. Gerçekten fırıncı bin altınlık mükemmel bir ziyafet verir. İnsanlar yiyip içtikten sonra ağzı laf yapan birisi kemali edeple İmam Şiblî Hazretlerine dönerek:
“Muhterem Efendim! İnsanlar cennetle müjdeleyecek, cehennemle korkutacak bir sohbet irad etmenizi sizden bekliyorlar” ricasında bulunur. Bunun üzerine İmam Şiblî Hazretleri ayağa kalkarak şunları söyler:
“Cennetlikleri bilmiyorum ama cehennemlik birisi varsa bu fırıncıdır!” Herkes pür dikkat dinlerken İmam Şiblî devam eder:
“Allah rızası için yarım ekmek istedim, vermedi. Ama bir kul olan benim hatırım, halk içindeki itibarım, şanım, mevkiim makamım için bin altınlık bir ziyafet verdi. Ey aklıselim Müslümanlar! Bu nasıl Müslümanlıktır?
Görüldüğü gibi bu menkıbenin altında “Şiblî Hz.leri gibi bir zata yemek ziyafeti verdim” diyerek öğünme duygusu yatmaktadır. Hâlbuki Allah (c.c) sırf kendisi için olan ameli kabul eder.
Bir amele riya ve süm’a karışırsa o amel boşa gider. Hiçbir işe yaramaz, ecir verilmez. Kişi, kendini her an murakabe ve muhasebe etmelidir. Bir insan, üstüne beyaz bir elbise giyse çamurlu bir yoldan geçse nasıl dikkat ederse biz de amel işlerken öyle dikkat etmeliyiz. Ki bembeyaz amelimizi, niyetimizi riya çamurlarına bulaştırmayalım.
Bir büyük veliye bir kişi gelip sordu:
“Allah’a nasıl kavuşurum?” Veli zat cevap verdi:
“Niyetini düzelt, hemen kavuşursun.”
Nice ibadet, riyazat, tâat ehli vardır ki, dillerinde virdleri vardır. Amma gönülleri hakikatten koku koklamamıştır. Çünkü kimi keramete, kimi keşfe, kimi gaybî manzaralara takılmış ya da bunlar için yola çıkmıştır. Hal böyle olunca nasıl vuslat mümkün olsun?
“İLÂHİ ENTE MAKSÛDİ VE RIZÂKE VE LİKÂİKE MATLÛBİ”
(Allah’ım! Maksudum sensin ve senin rızandır, talebim sana kavuşmaktır.)
Bu cümleyi gönlümüze kabul ettirir ve bunun üzerinde olursak kurbiyet ve ünsiyet, yakınlık kapıları bize açılır. Kâmil insan sadece Allah rızası için çalışır. Çünkü amele karşılık verecek olan sadece Allah celle celaluhû’dur.
Âşık-ı sâdık isen sana yeter rü’yet pes
Âşık-ı kâzib isen, var kerâmet ara gez
Samimi âşık isen Allah’ın Cemâlini görmek, rızasına ermek sana yeter.
Yalancı âşık isen sen keramet peşinde gezer durursun.
Ka’b b. Mâlik naklediyor ki: “Rasûlullâh’ın (s.a.s) şöyle söylediğini işittim:
“Kim âlim geçinmek, sefihlerle münazara yapmak ve halkın dikkatlerini kendine çekmek gibi maksatlarla ilim öğrenirse Allah o kimseyi cehenneme atar.”
Hâlbuki ilim en yüce rütbedir. İlme teşvik eden birçok hadis-i şerif vardır. Demek ki, ihlâs ve düzgün bir niyet olmadan ameller geçer akçe olmuyor. Ameli Allah için olmayan şeylerden temizlemenin yollarını, bu batın temizliğin uzmanlarını bulup, amellerimizi arındırmanın yollarına bakmalıyız. Bir kimse ki halk içinde ağlar, “Samimi desinler” diyeyse ne fenadır, “Ne güzel namaz kılıyor desinler” diye güzel namaz kılana yazık, yumuşaklıkla insanlara yanaşanlar “Ne halim selim desinler” diyeyse ne fena… Nam yapmak, şan sahibi olmak için hayr u hasenât yapmak kime ne sağlar? İhlâs ile yapılan az amel, gösteriş için yapılan dağlar gibi amelden hayırlıdır. Allah için olmayan niyetten Allah’a sığınırız.
Şu Hadis-i Şerifi tekrar tekrar okuyup manasına göre amel etmemiz cümlemize gereklidir.
Şüfeyyü’l-Esmaî, Hz. Ebû Hüreyre’den naklediyor:
“Rasûlullâh (s.a.s) buyurdular ki:
“Kıyamet günü ilk çağrılacaklar, Kur’ân-ı ezberleyen biri, Allah yolunda öldürülen biri ve bir de çok malı olan biridir. Allah Teâlâ Hazretleri Kur’ân okuyana: ‘Ben Rasûlüme inzal buyurduğum şeyi sana öğretmedim mi?’ diye soracak. Adam: ‘Evet ya Rabbi!’ diyecek. ‘Bildiklerinle ne amelde bulundun?’ diye Rabb Teâlâ tekrar soracak. Adam: ‘Ben onu gündüz ve gece boyunca okurdum’ diyecek. Allahu Teâlâ Hazretleri: ‘Yalan söylüyorsun!’ diyecek. Melekler de ona: ‘Yalan söylüyorsun!’ diye çıkışacaklar, Allahu Teala Hazretleri ona: ‘Bilakis sen, (Falanca, Kur’ân okuyor) densin diye okudun ve bu da söylendi’ der. Sonra, mal sahibi getirilir. Allah Teâlâ Hazretleri: ‘Ben sana bolca mal vermedim mi? Hatta o kadar bol verdim ki, kimseye muhtaç olmadın?’ der. Zengin adam, ‘Evet ya Rabbi’ der. ‘Sana verdiğimle ne amelde bulundun?’ diye Rabb Teâlâ sorar. Adam: ‘Sıla-i rahimde bulunur ve tasadduk ederdim’ der. Allahu Teâlâ Hazretleri: ‘Bilakis sen: (Falanca cömerttir) desinler diye bunu yaptın ve bu da denildi’ der. Sonra Allah yolunda öldürülen getirilir. Allah Teâlâ Hazretleri: ‘Niçin öldürüldün?’ diye sorar. Adam: ‘Senin yolunda cihadla emrolundum. Ben de öldürülünceye kadar savaştım’ der. Hakk Teâlâ ona: ‘Yalan söylüyorsun!’ der. Ona melekler de: ‘Yalan söylüyorsun!’ diye çıkışırlar. Allah Teâlâ Hazretleri ona tekrar: ‘Bilakis sen: (Falanca cesurdur) desinler diye düşündün ve bu da söylendi’ buyurur.
Sonra Rasûlullâh (s.a.s) Ebû Hüreyre’nin dizine vurup:
“Ey Ebû Hüreyre! Bu üç kimse; Kıyamet günü, cehennemin aleyhlerinde kabaracağı Allah’ın ilk üç mahlûkudur!” dedi.
Şüfey der ki: “Ben Ebû Hüreyre’den aldığım bu hadisi, Hz. Muaviye’ye (r.a) haber verdim. Bunun üzerine: “Böylelerine bu muamele yapılırsa, insanların geri kalanlarına neler yapılır?” dedi ve Hz. Muaviye şiddetli bir ağlayışla ağlamaya başladı, öyle ki helak olacağını zannettim. Derken bir müddet sonra kendine geldi, yüzündeki (gözyaşlarını) sildi. Ve şunları söyledi: “Allah ve O’nun Rasûlü doğru söylediler: “Dünya hayatını ve onun zinetini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tastamam veririz. Onlar orada bir eksikliğe de uğratılmazlar. İşte ahirette onlara ateşten başka bir şey yoktur. İşledikleri şeyler orada boşa gitmiştir. Zaten yapmakta oldukları da batıldır.” (Hûd, 15-16)
Niyetlerimizi kontrol edelim, hep Hakk için yaşamaya gayret edelim. Biz samimi olmaya çalışırız da araya bir şeyler karışırsa Hakk Teâlâ rahmetinden amelimizi temiz kabul eyler. Üç günlük dünya hayatı için, fayda ve zarardan uzak insanların övgüsünü kazanmak için ebedi ahiret sermayemizi ziyan etmeyelim. Allah (c.c) hepimizi ihlâs sahibi kullardan eylesin.
Âmin…