Muridan
Tasavvufi Açıdan Oruç

Tasavvufi Açıdan Oruç

Kur'an ve sünnette "savm" ve "sıyam" olarak zikredilen "oruç" Farsça "rûze ve rûz"dan alınma bir kelimedir. Sözlükte Savm: Yeme içmeden kesilmek, dili tutmak, konuşmamak ve kendini korumak mânâsınadır.

 
Oruç İslam'ın temel şartlarından biri olarak fıkhın konusu olduğu gibi, özellikle orucu emreden âyetteki tavâya erme husûsiyeti ve nefs mücahedesindeki etkisi sebebiyle tasavvufun da konusu olmuş ve tasavvuf kitapları onun sırları ve manevi etkisi meselesine ilgi duymuşlardır. Biz bu yazımızda sûfiyâne bir yaklaşımla orucu değerlendirmeye çalışacağız.
 
Savm; yani oruç imsâktir. İmsâkin de şartları vardır. Bunlar da karnı ve mideyi yemekten içmekten, cinsiyet organını ilişkiden korumak gibi, gözü harama ve şehvet uyandıran şeylere bakmaktan; kulağı gıybet ve mâlâyâni dinlemekten, bedeni dünyaya tabi kılmaktan muhafaza etmektir.
 
Oruç, nefsin alışageldiği şeylerin yokluğuna sabretmesi, organların şehvet ve isteklerin etkisinden alıkonması demektir. Onun için oruçla sabır eşdeğer görülmüştür.
 
Oruç, insanın tabii yapısı ve bedeni isteklerinin akla boyun eğmesini sağlayan bir temrindir. Bir başka ifade ile oruç insanda irade gücünü artıran bir özelliğe sahiptir.
 
İnsan bazen nefsine mağlup olup irade zaafı göstererek bir günah işler ve bundan dolayı büyük bir üzüntü duyar. Tekrar böyle bir günaha dönmemesi için nefsine cezâ vermek ister. Nitekim genelde oruç ve bilhassa keffaret orucu, bu tür bir etkiye sahiptir.
 
Bazen insan nefsi, cinsel mânâda aşırı arzu duyar, fakat evlenmeye maddi olarak gücü yetmeyebilir. Böyle zamanda zinaya düşmemek için en güzel yol nefsi kıran, şehveti frenleyen ve iradeyi güçlendiren oruçtur. Nitekim Allah Rasulu (s.a.) buyurur: " Kim evlenmeye güç yetiremezse oruç tutsun. Çünkü oruç onun için şehveti kıran bir araçtır." (Buhâri, Savm, 10, Nikah, 2,3; Müslim, Nikah, 1)
 
Oruç insandaki hayvânî ve nefsânî yönü zayıflatıp melekî yönü güçlendiren bir ibadettir. Ruhu cilalamak ve nefsi etki altına almak konusunda oruç gibisi olmadığından kudsi hadiste: "Ademoğlu'nun her ameli kendinindir. Yalnız oruç müstesna. Çünkü o benimdir. Onun mükafatını verecek olan benim." (Buhari, Savm, 2,9; Müslim, Sıyam, 162) buyrulur.
 
Oruç şehvet ve tabii gücü zayıflatması nisbetinde hatalara keffaret olur. Oruç sayesinde insan belli ölçüde meleklere benzeyen sıfatlar kazanır. Tabii ve hayvani gücü zaafa uğrayan insan, meleklerce de sevimli bir hal alır. Hz. Peygamber'in: "Oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir." hadisini bu açıdan değerlendirmek daha uygun düşer.
 
İnsan nefsini kontrol ve iradesine hakimiyet sayesinde "Samed" sıfatının mazharı olarak gaybden manevi bir desteğe mazhar olur. Böylece kişi tenzîh ve takdîs yoluyla "Zât-ı Bâri" ye ulaşır: "Oruç benimdir, onun mükafatını verecek olan benim." (Buhari, Savm, 2,9, Libas, 78; Müslim, Sıyam, 162-164) buyrulur.
 
"Oruç benim içindir." sözünün sufilere göre üç anlamı vardır:
 
1. Orucun diğer ibadetler arasında özel bir konumu vardır. Çünkü oruç hariç bütün farz ibadetler dışarıdan bakanların görebileceği, organlarla yapılan bir takım hareketlerden ibarettir. Oruç ise dış organların bir hareketi olmaksızın yapılır.
 
2. Samediyet sıfatı Allah'tan başkasına izafe edilemeyen bir sıfattır. Manası yemeyen, içmeyen ve bir başkasına ihtiyacı olmayan demektir. Oruçta "Samed" sıfatının mazharı olduğu için Allah Teala bu kudsi hadisle sanki: "Kim benim ahlâkımla ahlâklanırsa ben onu hiçbir beşerin gönlünün hayal edemeyeceği bir biçimde mükafatlandırırım." demektedir.
 
3. Oruç Şeytanı, kahretmek için bir vesiledir, Çünkü mel'un şeytanın insana yol bulması şehvetler aracılığıyladır. Şehvetler de yemek içmekle kuvvetlenir. Bunun için Peygamberimiz: "Şeytan insanın kan damarlarında dolaşır. Oruç ile onun yollarını daraltın." (Buhari, Ahkam, 31) buyurmuştur. Oruç şeytanı kahrederek ümidini keser, kapılarını kapatır, yollarını daraltır. Allah'ın düşmanını kahretmek Allah'ın dinine yardımdır. Allah'ın dinine yardım eden de Allah'ın yardımına muhtactır. Nitekim: "Allah'ın dinine yardım ederseniz O da düşmanlarınıza karşı size yardım eder. Ayaklarınızı sabit kılar." (Muhammed, 47/7) buyrulur.
 
Gayret kuldan, hidayet ve başarı Allah'dandır. Bunun için Allah Teâla: "Bir toplum kendindeki fazileti değiştirmedikçe Allah onların selamet ve huzurunu bozmaz." (er-Rad, 13/11) buyuruyor. Ayetteki "değişme"den murad, şehvetlerin azmasıdır. Şehvetler şeytanın eğlence yeri ve tuzağıdır. Şehvetler yayılacak yer buldukça şeytanlar oradan eksik olmaz. Ayrıca " Eğer şeytanlar, Ademoğlu'nun gözünde dolaşmasaydı, onlar semavatın güzelliklerini görürlerdi." (İbn Hanbel, Müsned, II, 353) hadisi de bunu teyid etmektedir.
 
Sufiler orucu üç dereceye ayırır: Avamın orucu, havassın orucu, ahassu'l-havassın orucu.
 
1. Avamın orucu: İki uzvu, mideyi ve cinsiyet organını koruyarak yemek, içmek ve cinsi münasebetten sakınmaktır.
 
2. Havassın orucu: Avamın orucundaki iki uzvun dışında göz, kulak, dil, el ve ayak ile diğer organları da günahtan korumaktır. Nitekim hadiste: "Oruçlu olduğun zaman, kulağına, gözüne ve eline de oruç tuttur." (bkz. İbn Hanbel, Müsned, II 452,453) buyrulur.
 
3. Ahassü'l-havass'ın orucu: Avam ve havassın oruçlarındaki şartlara bütünüyle riayetle birlikte Allah'tan başka herşeyden geçerek yalnız O'na bağlanmaktır. Böyleleri dünya namına bir şey düşünseler oruçları bozulur.
 
Sûfilere göre orucun kemali iki şeye bağlıdır:
 
1. Orucu her türlü şehevi, hayvani ve şeytani fiil ve sözden uzak tutmak. "Oruç kalkandır. Biriniz oruç tuttuğu bir gün kötü söz söylemesin, kötü iş işlemesin, şamata çıkarmasın. Kendisine birisi söver ve kavga ederse: "Ben oruçluyum" desin." (Buhari, Savm, 8) "Kim yalan sözü ve onunla ameli terketmezse Allah Teala'nın, onun yemesini ve içmesini terketmesine ihtiyacı yoktur." (Buhari, Savm, 32)
 
2. Orucu bozabilecek veya ona davetiye çıkarabilecek davranışlardan sakınmak.
 
"Hacamat yapan da yaptıran da orucunu bozmuştur." (Buhari, Savm, 32, Ebû Davud, Savm, 28) Hacamat olan kimse zayıf düşeceğinden orucun bozulmasına maruz kalabilir. Eşini öpen ve kucaklayan oruçlunun durumu da buna benzer.
 
Hadis-i Şerifte: " Oruç kalkandır" (Buhari, Savm, 2) buyrulur. Hz. Peygamber (s.a.) bu hadiste: "herhangi bir şeye kalkandır" diye mukayyed bir ifade yerine mutlak bir ifade kullanmıştır. Sufiler bu hadisin açıklaması sadedinde şunları söyler: "Oruç ahirette cehennem ateşine karşı kalkandır. Çünkü oruç oruçluyu, insanları cehenneme çağıran şeytan, nefs, heva, dünya ve şehvet gibi düşman oklarından korur. Oruca devam yolunu seçenler, farz oruçtan başka eyyam-ı biyz ve Pazartesi-Perşembe oruçlarının kalkanıyla kendilerini nefs ve şeytana karşı korurlar."
 
Sufilerin teşvik ettiği nafile oruçlardan bir türü de "savm-ı Dâvud"dur. Allah Rasulü: "En faziletli oruç, kardeşim Davud'un orucudur. O bir gün oruç tutar,bir gün yerdi:" (Buhari, Teheccüd, 7) buyurur. Savm-ı Davud'un fazileti zorluğu ile ilgilidir. Savm-ı Davud, hergün tutulan "Dehr orucu"ndan daha zordur. Çünkü nefs, devamlı surette oruçla ülfet edip bağımlılık kazandığında oruçsuzluk ona zor gelmeye başlar. Oruçsuzluğa alışınca da oruç zor gelir. Bir gün tutulup bir gün bırakılan Davud orucunda ne oruca ne oruçsuzluğa alışmak sözkonusu olur. Nitekim Sehl b. Abdullah bu konuda şunları söyler: "Karnınız doyunca sizi toklukla sınayandan açlık isteyin. Acıkınca da sizi açlıkla imtihan edenden tokluk dileyin. Değilse bunlardan birine alışıverir ve azgınlığa düşersiniz." Tasavvufi edeb odur ki, ibadet ve taat bile olsa, nefs ile nefsin alışageldiğini bir araya toplamamalıdır. Çünkü nefs, huylarına karşı âciz, taatları işlemeye de fıtrat itibariyle isteksizdir.
 
Yerine göre nafile orucu kaza etmek üzere bozmak nefse etki açısından önem arzeder. Nitekim tasavvuf büyüklerinden Cüneyd günlerinin çoğunu oruçla geçirirdi. Dostları yanına geldiği zaman onlarla birlikte orucunu bozar ve şöyle derdi: "Eğer oruç nafile ise dostlara yardımcı olmanın ve onlarla paylaşmanın fazîleti, oruçlunun orucuna yardım maksadıyla oruca devam faziletinden az değildir."
 
Tasavvuf klasiklerinden Keşfü'l-mahcûb'un müellifi Ali b. Osman Hücvîrî (ö.465/1072) beş duyunun, insanın ilim ve aklının başkumandanları olduğunu belirtir. Bunlardan dördünün bedende özel yerleri vardır. Beşincisi bütün vücuda yayılmıştır. Göz görme, kulak işitme, dil tatma, burun koklama organıdır. Dokunma duyusunun özel bir yeri yoktur. Zira bu duyu bütün bedene yayılmıştır. İnsanlar, tecrübi bilgileri bu organlar vasıtasıyla öğrenir. Akıl, ilim ve ruhun beş duyu organı üzerinde etkili olduğu bir alan olduğu gibi nefs, heva ve hevesin de etkili olduğu bir alan vardır. Çünkü beş duyu, taatla masiyet, sevapla günah, saadetle şakavet arasında ortaktır. Mesela görme ve işitme duyuları üzerinde Hakk'ın hakimiyeti Hakk'ı görmek ve O'nu işitmektir. Aynı duyular üzerinde nefs ve şehvetin etkisi yalan dinlemek ve harama bakmaktır. Diğer üç duyu organı tatma, koklama ve dokunma üzerinde Hakk'ın hakimiyeti Hakk'ın emrine uymaktır. Bunlar üzerinde nefsin etkisi ise Hakk'ın fermanına muhalefettir. İşte oruç burada etkisini gösterir. Eğer oruç bütün duyu organlarını Hakk'a muvafakata sevkedip O'na muhalefetten alıkoyarsa gerçek oruç olur. (bk. Keşfü'l-mahcûb Terc. s.463-464)
 
"Ben nafile oruç tutuyorum" diyerek farzları edadan geri durana şaşmak gerekir. Çünkü günah işlememek farzdır. Sürekli nafile oruç tutmak ise sünnet bile değildir. Bir kimse kendini günahtan muhafaza ederse, onun bütün hal ve hareketleri oruç olur.
 
Sufiler, Hakk'ın dışında herşeyden uzaklaşmayı da oruç sayarlar. Nitekim ruhaniyet ehli birine "Oruç musun?" diye sorulunca şu karşılığı vermişti: "O'nun zikriyle orucum. O'ndan başkasını zikrettim mi iftar etmiş, orucumu bozmuş olurum."
 
 
Sufilere göre orucun adabı
 
1-Niyyeti sağlam tutmak,
2-Nefsin isteklerine karşı çıkmak,
3-Organları haram ve şüphelilerden korumak,
4-Yenilen gıdaların temiz ve helal oluşuna dikkat etmek,
5-Kalbini koruyup zikr-i Hakk ile meşgul etmek,
6-Rızık konusunda vesvese ve endişeye düşmemek,
7-Orucuyla kibir ve ucbe kapılmamak,
8-Kusur ve eksiklikleri sebebiyle ürpermek,
9-Korku ile ümid arasında bulunmak,
10-İbadetini hakkıyla ifa için Hakk'tan yardım dilemek.
 
***
Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz
Altınoluk Dergisi, 1999 - Aralik, Sayı: 166, Sayfa: 041

Top