Vefakâr, sâdık ve mahbub, muhterem veled-i manevîm, İhsan Efendi oğlum, es-Selâmü aleyküm ve rahmetullah ve berekatullah.
Gözyaşlarıyla yazmış olduğunuz mektup her zamanki gibi ...
Vefakâr, sâdık ve mahbub, muhterem veled-i manevîm, İhsan Efendi oğlum, es-Selâmü aleyküm ve rahmetullah ve berekatullah.
Gözyaşlarıyla yazmış olduğunuz mektup her zamanki gibi bizi mütehassis eyledi (çok duygulandırdı.) Mâlum, Balkanlar birçok fitneye gebe, devletimizin ve halkımızın ahvâli de pek iç açıcı değil. Cenâb-ı Hakk bu necip milleti ve hamiyetli ümmeti muhafaza eylesin.
Sizlerden gelen mektuplarla ruhlanıyor ve manevi neşe ve feyz alıyoruz.
Evlâdım, Cenâb-ı Hakk mübarek eylesin, şeyhiniz tarafından size Haydariye tekbirlenmiş (Tarikatta dervişlere hususi törenle giydirilen ve ismini Hz. İmam-ı Ali Haydar-ı Kerrar Efendimiz’den alan hırka, yelek), lâkin buna liyâkatiniz olmadığından müşteki (yakınır) olduğunuzu anlıyorum.
Gönlü güzel evlâdım, iki hususu arz etmek isterim, daha evvel de arz ettiğim gibi: Evvelen şeyh ne verirse kabul etmek tarîkat adabındandır, saniyen (ikincisi) maddî ve manevî bize verilen nimetlerin hiçbirisine zaten lâyık değiliz, hangi vesile ile olursa olsun hepsi Cenâb-ı Hakk’ın lütfu, ihsanı ve ikrâmıdır. Hangi yaşta, hangi makamda, hangi çağda olursan ol, bunu hiçbir zaman unutmayasın!
Haydariyeye gelince Haydarî malum, Cenâb-ı İmam-ı Ali’nin (k.v) giydiği bir kisvedir ve bütün tarîkatlarda müştereken (ortak olarak) giyilen, kullanılan bir libastır (kıyafet). Hizmet eden dervişlere şeyh tarafından tekbirlenir. Bazen teberruken veyahut derviş hizmet menziline gayret etsin deyu mürşidi tarafından ilbas (giydirme) olunur. İnşallah Hz. Ali Efendimiz’e ahlâkınızı benzetmeye vesile olur.
Muhabbetli ve gayretli oğlum! Dervişlik, miskinlik demek değildir. Cemiyetinde olan hâdiselerde fevkalade ferasetle ve dikkatle âgâh olasın, kendi kabiliyetince elinden geleni yapmak üzere hareket edesin, mektubunda bahsettiğin o dervişliği miskinlik ve tembellik zanneden sâir zevatla ülfet etmeyesin. Çünkü onlar, dini ve tarikat terbiyesini nefislerinin vesveselerine ve dünyanın zevklerine uydurmaya çalışıyorlar. Şeriat ve tarikat, tâbi olunması gereken yoldur, yoksa hâşâ, şeriat ve tarikatı kendimize uydurmak ve benzetmek bir nevi küfürdür.
Hakk Teâlâ’nın gazabı bu nevi kimseler üzerinde dolaşır durur. Hakk sillesinin ne devası ne de davası olur. Ama şunu hatırından çıkarma ki: Hizmet gayet güçtür; evvelce de arz ettiğim gibi uyanık olmak, âgâh olmak gerek lâkin gaflette olanları kınamak ve onların sana konuştuğu gibi kaba-saba konuşmak ârif ve zarif olması gereken dervişlere yakışmaz. Gücün yetiyorsa mahallendeki, etrafındaki fakir-fukaraya, dul ve yetime, talebelere, hastalara hizmet ve himmet edesin. Bunları yaparken zerre kadar kendine pâye çıkartır ve bir şey yaptım zannedersen ihlâsını kaybeder, yani neticede Allah Teâlâ’nın huzurundan düşersin. Çok insanlar gelmişlerdir, hizmet etmişler; şeyhlerin, halifelerin sohbetlerinde bulunmuşlar amma benliklerinden dolayı önce yakîn olanların huzurundan düşmüşler sonra da Allah yolundan ve rıza yolundan ayrı kalmışlar, kalpleri vesvese ve kinle doluvermiştir.
Fitne meselesine gelince? Güzel evlâdım, şunu unutmayasın ki başta Hz. Peygamber olmak üzere bütün peygamberler ve bütün evliyâullah ve hatta ümmete hizmet edenler buna maruz kalmışlardır. Dervişlik yolunda şuna dikkat et, bu sana vereceğim mühim sırlardandır: Sendeki ahlâkı bilmeden, sendeki ahvâli bilmeden sana çok iltifat eden insandan uzak dur! Zira bunu yapan kişi, yarın aynı şekilde senin ahlakını ve ahvalini hiç bilmeden aleyhinde bulunabilir. Bu nevi mürailerden uzak dur. Aman onlara karşı bir muhabbetin varsa, ille de yakın olmak istersen bâri hakkı ve sabrı tavsiye ederek onları itidal yoluna davet et. Cenab-ı Ali efendimize nisbet edilen bir söz vardır; demişlerdir ki:
“Ya İmâm, ona dikkat et; falanca sana tuzak kurmak, kötülük yapmak ister!”
O Zât-ı Âli de buna binaen şöyle cevap vermiş:
“O kişiden böyle bir şey beklemem zira ona hizmetim dokunduğunu hatırlıyorum.”
Kıymetli evlâdım, kişinin bilmediğine sabretmesi kolaydır; sebebi hikmetini bilmez, dolayısıyla hükmünü tam veremez İyi mi kötü mü, neticesini beklemek üzere sabreder. Bizim yolumuzda sair kimselere sabır daha farklıdır. Bizim büyüklerimiz karşısındaki insanın cibilliyetini, fıtratındaki şerri ve hileleri matuf ihaneti gördüğü ve bildiği halde sabreder. Hükmü verebilecek durumda olmasına rağmen, Cenab-ı Hakk’ın o hükmü huşu etmesini bekler ve hatta aleni bir hıyanete maruz kalmadıkça elini de o kardeşinden çekmez. Burada meşgul olunması gereken, kendi nefsin ve kalbinde müşahede ettiğin Hakk muhabbetinin daim olmasıdır. “Sen çıkarsan aradan, kalır seni Yaradan…” demişler. Böylesi durumlarda kendini müdafaa eyleme ve asla üzülme! Bak, mana âleminde ne güzel sohbetlere, iltifatlara ve tesellilere mazhar olmaktasın; yâr ile muhabbet etmeye dahi bu hayat yetmezken, seni anlamayan ağyâr ile meşgul olmak beyhude değil midir?
Pek kıymetli evlâdım, bir vücut içerisinde nice azalar, cevherler ve maddeler vardır. Vücutta göz de var, kulak da, el de var ayak da; gıdalar, necasetler, zehirler hepsi bir kapta. Sen o vücudun muhabbet mahalli olan kalp civarından düşmemeye gayret et, bunu da ancak ihlâs ile başarabilirsin. İhlâsta hangi mertebede olduğunu anlaman belli süre içinde pek kolay değil. Fakat şu kadarını bil ki insanlardan gördüğün iltifat ve ihanet senin Hakk’a muhabbetini değiştirmiyor, gönlünün safası bozulmuyorsa inşallah ihlâs makamına kadem (ayak) bastın demektir. Dört bir yandan savaş haberleri gelmekte ve insanların çoğu fakr u zaruret içerisinde inlemekte. Ahvâl böyleyken ve insanların bahçesi gibi olan sohbet ve zikir meclislerinde, kişilerin birbiriyle çekişmesi, gıybet etmesi, sevmeye bahane arayacakken, küsmeye bahane araması Hakk Teâla’nın gazaba geldiğinin veyahut geleceğinin en bariz özelliğidir.
Sâdık ve sâlim İhsan Efendi oğlum! Ârif ona derler ki; kalbi vesveseden, teşvişten (karışıklıktan) yani bulanıklıktan berî (uzak) olandır. Ve böyle ârifler, kendilerine karışık haldeki insanlar ve hâdiseler geldiğinde onları sükûnete erdirenlerdir. Binaenaleyh, (bununla birlikte) kalbinin safasını bozmayasın, bozacak meclislerden, konuşmalardan hatta imâ ve işaretlerden dahi uzak durasın. Cemiyetinde fark edilmeye başladıktan sonra nefsi için senden istifade etmek isteyenler, kör muhabbetle sana ülfet etmek isteyenler, haset veya câhilane meraklarından dolayı seninle bulunmak isteyenler muhakkak olacaktır. Temkin üzere olasın, zamanı geldiğinde bunları nasıl bertaraf edeceğini inşallahu teâlâ size ifşa edeceğim. Böylece sizin ayırmanıza hâcet kalmadan nefsinizin ve böyle kimselerin şerrinden min tarafillah (Allah tarafından) gelen inayetle muhafaza olunacaksınız. Cenâb-ı Hakk ihlâsınızı ziyade kılarak dâim eylesin.
Bir latifeyle hem sizi neşelendirmek hem de dertleşmiş olmak isterim. Cenâb-ı Musa (a.s) Hakk Teâlâ’ya mülâki olduğunda ümmetinden şikâyet etmiş:
“Ya Rabbi, ümmetim her fiilimi çekiştiriyor! Senin izninle onlara imanı, İslâm’ı ben öğrettim, anlattım; senin buyruklarını, ahlakını tebliğ ettim. Lâkin hakkımdaki dedikoduları, arkamdan konuşmaları beni usandırdı. Senin izninle bunlardan haberdar oluyorum hatta alenî olarak da söyler hale geldiler.”
Cenâb-ı Hakk da Musa’ya (a.s):
“Beyhude üzülürsün ya Musa, sen ki nihayetinde bir beşersin, beşerin beşeri çekiştirmesi muhal (imkânsız) değildir. Ben Allah’ları olduğum halde beni bile çekiştiriyorlar!” buyurarak peygamberini teselli eylemiş. Pek hoş bir lâtife! Benim şeyhim de bir gün sohbetinde birkaç kişi kaldığımız vakit, ocakta yanmakta olan ateşe uzun uzun baktı sonra sağ eliyle sakalını tuttu ve “Fesübhânallâh, ne iştir?” diyerek acı acı tebessüm etti. Bendeniz de o zaman böyle pîr-i fâni değilim, gençlik var, biraz da tezcanlıyım; “Efendi Hazretleri, merakımı mucib oldu, sizi bu kadar düşündüren nedir?” diye sorunca döndü, tebessüm ederek yüzüme baktı. “Evlâdım, yeni bir mesele değil, senelerdir çözemediğim bir mesele.” dedi. Ben de iyice meraklandım, böylesi bir mürşid-i âgâhın senelerce çözemediği mesele nedir diye taaccüp ettim; şaşkınlığımı, kalbimi ve nazarımı çok iyi bilen mürşidim hemen bunu fark etti. “Evlâdım!” dedi, “İki sevdiğim insanı dost etmeye, birbiriyle tanıştırmaya korkarım, zira ne acayiptir ki bir zaman sonra beraber olup beni yıkmaya çalışıyorlar; bu hangi tecellinin ve nasıl bir hikmetin neticesidir, senelerdir bu meseleyi çözemedim.” İşte İhsan Efendi oğlum, sizin fakire gönderdiğiniz mektupta, alenî olmasa dahi şeyhimin ve bu fakirin başına gelen imtihanlara maruz kalmaya başladığınızı fark ettiğimden sizinle dertleşmek ve biraz olsun derdinizi hafifletmek istedim hatta geçmişte bizlerin yaşadığı bu imtihanlara sizin duçar olmanız fakiri neşelendirdi, pek keyif aldım. Cenâb-ı Hakk’a şöylece yalvarınız: “Ya Rabbi, benim şerrimden insanları ve cümle mahlûkatı muhafaza eyle, insanların ve cümle mahlûkatın şerrinden de beni hıfz u emin eyle…”
Allah’a vâsıl olmuş, yakîn olmuş kulların muhabbetleri, himmetleri üzerinize olsun. Nebiler, sıddıklar, şehitler, sâlihler sana yâr ve yardımcı olsun. Üzerinde hakkı bulunan cümle zevât-ı kiram senden hoşnûd u râzı olsun. Allah Teâlâ’nın rızası, rahmeti ve bereketi Resulullah Efendimiz (sav)’in muhabbet nazarı, şefaati daima sizlerin ve bizlerin üzerine olsun. Âmin.