Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Zikirlerin en değerlisi, ben ve benden önce gelen peygamberlerin yaptığı Lâ ilâhe illallah’tır.”
Zikir ilk defa dilden olur. Buradan nefse geçer. Sonra sırasıyla Kalp, Ruh, Sır, Hafi, Ahfa çizgisini izler.
Dilden edilen zikir, kalpten yapılana benzer. Dilden zikir ediliyorsa, Allah kalben unutulmamış demektir.
Nefsten, yani içten yapılan zikirde, harf olmaz, ses işitilmez. İçten bir hareket ve duygu ile olur.
Kalbin zikri, kendi özünde celâl ve cemâl sıfatının tecellisini duymaktır.
Ruhla yapılan zikrin sonucu, celâl ve cemâl sıfatının nurani tecellisine ermektir.
Sır âleminden yapılan zikir, ilâhi sırların murakabesine götürür.
Hafi (Gizli) zikir, güçlü padişahın katında, doğruluk otağında olan, Ahadiyet zatından parlayan nurları görmeye götürür.
Ahfa (Gizlinin Gizlisi) adı verilen zikre gelince, o da Hakke’l Yakîn makamının gerçeğine ermeyi sağlar.
Bu Hafiyü’l Ahfa denilen halden, Allahu Teala’dan başkası haberdar olamaz. Ayette bu şöyle belirtilmiştir: “Sırrı ve en gizliyi (ahfa) muhakkak O bilir,” (Ta-Ha, 20:7).
Yukarıda anlatılan zikirlerden sonra, bir başka ruh oluşur. Bu, yolun sonuna doğrudur. Bu ruh, bütün ruhlardan daha inceliklidir ve ona Tıfl-ı Mâni denir. “O, ruhu, emri olarak kullarından dilediği kimsenin kalbine yerleştirir,” şeklindeki ayet, bunu ifade eder. Bu ruh, kudret âleminde durur. Müşahede âleminde yer tutar. Hakikat âleminin malıdır.
Hakkını vererek yapılan zikir, kalplere nurlarını yerleştirir. Zikredenlerin kalpleri, o nurlarla hayata kavuşur. Allah, onların kazandığı sonsuz hayatı anlatırken şöyle buyurmuştur:
“Onlar, ilk ölümden sonra hiçbir ölüm tatmazlar,” (Duhan, 44:56).
GAVSULAZAM