Hem Rabbinizin mağfiretini isteyin. Sonra O’na tevbe edin ki, sizi takdir edilmiş bir zamana kadar güzel bir şekilde yaşatsın ve iyi hareket sahibine, fazlından dünya ve ahirette mükâfat versin. Eğer imandan yüz çevirirseniz, biliniz ki ben, başınıza gelecek büyük bir günün azabından korkarım. (Hûd Sûresi/3)
İçimizde en kıymetli bir parça gibi sakladığımız mâziye, peygamberin gönderilişine, Kur’anın inişine, İslâmın gelişip yayılışına, Müslümanların çektikleri çilelere bakıp bakıp da düşünecek olursak neler neler görürüz, neler neler anlarız.
Şüphesiz ki bu dinin bize kadar gelişi kolay olmamıştır. Çekilen çileler vardır. Istıraplar, acılar, gözyaşları ve şehitler vardır. Daha neler neler vardır. Bunları düşünerek, geçmişle kıyaslayarak ibret almak, geleceğe de hazırlıklı olmak gerekmektedir. Elimizde mevcut bu büyük nimetlerden istifade etmek, bu manevi değerlerimize canımız bahasına da olsa sahip çıkmak, Yaratanımızın emirlerine uymak ve hayatımızı öyle devam ettirmek lâzımdır. Bu kısa ön bilgiden sonra, başa manasını koyduğum Âyet-i Kerime üzerinde durmak isterim. Bir defa bu sûre, mübarek peygamberlerden birisi olan Hz. Hûd’un ismini taşımaktadır. Bu sûrede o peygamberin ismi de anılıyor. Salih peygamber de bu sûrede anılıyor. Yine Şuayb peygamber de anılıyor. Bu iki peygamber de ayrı ayrı kavimlere gönderilmişlerdi. Semûd kavmine Salih, Medyen kavmine de Şuayb (a.s.) gönderilmişlerdi. Aslında bu sûrenin bir kaç ayeti hariç Mekke’de nazil olmuş bir sûredir. Tamamı da 123 ayetten ibarettir. Sûre, 50. ayetinden itibaren Hz. Hûd’un hayatından bahseder. Ayrıca bu sûre içindeki ‘emrolunduğun gibi doğru ol’ emri sebebiyle, Peygamberimizin: “Beni, Hûd sûresi kocattı” buyurmasına vesile olmuştur. Böyle önemli hususları içinde bulunduran mübarek sûrenin bu ayetinde başlıca şu hususlar dikkatlerimize sunulmuştur.
Rabbimizden mağfiret istemek, O’na tevbe etmek.
Böyle yaparsanız güzel bir hayat yaşarsınız.
İyi hareket sahibine hem dünyada hemde ahirette mükâfat var.
İmandan yüz çevirenler için hem bu dünyada, hem de ukbâda başa gelen büyük bir azap ve cezalar vardır.
Cenâb-ı Allah bu dünyayı, ayı, yıldızları, gördüğümüz ve göremediğimiz canlı ve cansız herşeyi insan için yaratmıştır. Bizlerin emrine vermiştir. İnsanlığın hizmetine sunmuştur. O, buyuruyor ki: “O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratmıştır.” (Bakara Sûresi/20) yine O: “Göklerde ve yerde ne varsa hepsini Allah’ın sizin hizmetinize sunduğunu, görünen ve görünmeyen nimetlerini size bolca verdiğini görmediniz mi?” (Lokman/20) buyurmaktadır. Verilen bu nimetlerin karşılığında insanoğlundan istenen O’na kulluk etmek, şükretmek ibadet ve taatten ayrılmamaktır. Cennet gibi olan bu yeryüzünü isyanla, haramları işlemekle, kan dökmekle, faiz yemekle, zina etmekle, içki, kumar vs. gibi günahlarla kirletmemek ve bozmamaktır. Bunlar yapılmadığı takdirde verilen nimetlere ilaveler yapılır, dünya hayatında mutluluk, ahirette de bahtiyarlığa erişilir. Bunların hepsi aynı zamanda birer emanettir. Bu emanetlere hıyanette bulunmamak gerekir. Doğayı tahrib etmek, hayvanlara canlılara zarar vermek, insanların ve diğer canlıların istifade ettiği havayı suyu kirletmek doğru değildir. Bunların hepsinin hesabı vardır. Emanetten, nasıl kullanıldığına dair hesab vermek kaçınılmazdır. Kendi ellerimizle bindiğimiz dünya gemisini kırıp parçalamak intihar etmek demektir. Batarsak hep beraber batarız. Birbirimizin yaşama hakkına, hürriyet hakkına, inancına, kısacası insanlık hukukuna riayet etmek lazımdır. Sadece insanlar değil sair canlılar, yarı canlı ağaçlar, taş, toprak, hava ve su bizlerden incinmemelidir. Kâmil insan olmaya giden yol, bu merdivenleri tırmanmakla kabildir.
Cenâb-ı Allah, dikkatlerimizi çekiyor ve buyuruyor ki: “İnsanların yaptıkları sebebiyle karada ve denizde fesat ortaya çıkmıştır.” (Rum/41) Buradan anlıyoruz ki, bu dünya mükemmel bir şekilde bizlere teslim edilmiştir. Ama insanlar dünyayı ifsat etmişlerdir. Bu bozulma gıdalarımızdan tutun da, kanser gibi vahim hastalıklara varıncaya kadar hayatımızın her safhasına sirayet etmiştir. Teknolojinin getirdiği rahatlıklar, ulaşım ve konfor imkânları aynı zamanda doğru kullanmamanın sonucu olarak ters tepki yapmıştır. İnsana saygı kalmamıştır. Kopyalama/klonlama gibi tıp sahasındaki atılımlar ilâhi kudretle yarışmak gibi bir anlam taşımaktadır. Bu haddini bilmemek değil midir? Bunların neticelerine de katlanmakla bugün insanoğlu karşı karşıya bırakılmıştır. Kitleleri bir anda imha eden silahlarla insanoğlu ne yapmak istiyor. İslam barış dini, sulh selâmet dinidir. Bütün insanlığın iki dünya saadetini ister. Haksız yere bir cana kıymayı, bütün insanlığı öldürmek, yok etmek addeder.
İmandan yüz çevirenlerin başlarına gelecek büyük azapları unutmayalım. Bu azab gelince yaş-kuru ve inanan-inanmayan herkesi içine alabilir. Ceza ise herkesin durumuna göre öteki âlemde verilir.
Abdullah Demircioğlu