Muridan
Sonsuzluğa açılan bir pencere: Hüsn-i Hat

Sonsuzluğa açılan bir pencere: Hüsn-i Hat

Bir çizgi sanatı olarak doğan “Hüsn-i Hat”, yani güzel yazı yazma sanatı, Arap harflerini, zarif ve süslü biçimde düzenleyen yazı sanatıdır.

İslamiyet ile başlayarak Türkistan’dan Endülüs’e kadar uzanan hüsn-i hat, Türklerin elinde mucizevi bir buluş ve eşsiz bir sanat kolu haline gelmiştir.

Hat denilince akla onlarca farklı anlam gelse de esasen Kur’an-ı Kerim’in harfleriyme yazılmış yazılar anlaşılmaktadır.

Ufuklar ülkesine götüren sanat
Tıpkı minyatür ve tezhip sanatları gibi hat sanatı da görende hayranlık uyandıran bir estetiğe sahiptir. Tenasüp, zerafet, ihtişam, yücelik gibi özellikleriyle güzel sanatlar ararasında yerini almıştır hüsn-i hat. Batı’nın modern resim anlayışıyla varmak istediği seviyeye Müslümanlar, asırlar önce hat sanatıyla ulaşmışlardır. Hat; mushaflarda, yazma eserlerde, mimaride, kitabelerde, mezar taşlarında, tahta ve metal işlerinde, kumaş, çini ve dekorasyonlarda en deruni hislerle yazılmış ve işlenmiştir. Bir tablonun bizde bıraktığı güzellik ve hayranlık duygularını; celî yazılar, murakka, hilye ve fermanlar adeta bizi bizden alır ve başka dünyalara götürür. Hat yazılarında aynı zamanda sanatkarlarının ruh hallerini, iç coşkularını müşahede ettiğimiz gibi, belli bir döneme hakim tefekkürü ve hayat şartlarını da anlamak mümkündür. Böylece hat, hem bir güzellik ile ülfet etmemize hem de ifade ettikleri manaları itibariyle hayati bir düstur kazanmamıza vesile olmaktadır. Diğer sanatların bizde uyandırdığı hayranlık ve zevkten ayrı, hüsn-i hatta, şekillerin üstünde ruha akan ilahi bir güzellik, yani ulvilik vardır.

İslâm sanatının temeli Tevhid
Hat sanatı, Tevhid’ten yani Allah inancından ilham alarak şekillenmiş bir sanattır. Nitekim, İslamiyet’e göre “Allah, zaman ve mekanla sınırlı değildir. O zamanın zamanı, mekanın mekanıdır. Ve O, doğmamıştır doğurmamıştır.” İşte bu inanç ve anlayış İslam sanatının temelini oluşturmuştur. Bu nedenle doğu kültüründe tezhip, hat ve minyatür gibi sanatlarla farklı bir boyut oluşturularak; duygular, sonsuzluk ifade eden grift çizgiler ve şekillerle anlatılmaya çalışılmıştır. Dolayısıyla bu tarz, sanatı da sonsuz bir aleme açılan bir pencere mesabesine taşımıştır.

Hüsn-i Hat yazarlarına eskiden “katip” denirdi. Çoğulu “küttab”tır. Daha sonraları “hattat” olarak ifade edilmiştir. Osmanlılar zamanında hattatlara “hoş-nüvist” (güzel yazı yazan) ya da “hûb-nüvist” denilmiştir. Yazı çeşitlerine göre de “ta’lik-nüvist” (Talik yazan), “Celî-nüvist” (celi yazan) gibi isimler verilmiştir.

Türkler’le açılan bir çığır
Hüsn-i Hat, Türk hattatlarıyla en güzel şekline ve en geniş kullanım alanına kavuşmuştur. Türklerin İslamiyet ile şereflenmeleri, hat sanatı için de adeta bir başlangıç sayılmış, Türk sanatçısının eliyle kültür ve medeniyetin en muhteşem abidesi olmuştur. Türk hattatlar, hat sanatında erişilmesi mümkün olmayan üstün bir ekol kurmuşlardır. Şu söz, hattatlarımızın tartışılmaz üstünlüğünü ortaya koyması bakımından ne kadar manidardır: “Kur’an-ı Kerim Mekke’de nazil oldu. Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı.”

Güzel yazı sanatı, Türk ustaları ile en parlak şeklne kavuşmuştur. Hattatlarımız yalnızca cümleleri ve kelimeleri değil, harflere de canlılık katarak onları konuşturmuşlardır adeta. Çoğu kez süsleme sanatıyla birlikte yürüyen hat sanatı, tezhip ve ciltcilik gibi dallarla bütünleşince, kitapların her biri bir sanat şahaseri haline gelmiştir.

Hattatlarımızın vecd sarayı
Dünyada hiçbir topluma nasip olmayan hat sanatı Türk hattatlarının vecd saraylarından kopup, coşkuyla gönüllere hitap edecek tarz ve uslupla gelişerek günümüze kadar gelmişdir. Tarihimizde, çok ünlü hattatlar yetişmiştir. Amasyalı Şeyh Hamdullah Çelebi (1429-1520) hattatların piri sayılır. Sultan II. Beyazıd’ın büyük iltifatlarına mazhar olmuştur. Bir diğer üstat ise Hafız Osman (1642-1698) namlı hattatımızdır. Bugün dünyanın pekçok yerinde “Hafız Osman hattı” esas alınarak ‘Kur’an-ı Kerim basılmaktadır. Diğer meşhur hattatlarımızın bazıları ise şunlardır: Mustafa Rakım Efendi (1757-1826), İsmail Zuhdi (?-1806), Yasarizade Mustafa İzzet Efendi (1776-1849), Kadıasker Mustafa İzzet Efendi (1801-1876), Hat sanatımızın son büyük temsilcileri ise, Sami Efendi (1838-1912), Kamil Akdik (1862-1941), İsmail Hakkı Altunbezer (1869-1964), Necmeddin Okyay (1883-19769), Halim Özyazıcı (1898-1964) ve Hamid Aytaç (1891-1982)’dır

Hat sanatının türleri
Hat sanatı, Selçuklulardan başlayarak farklı türler ortaya çıkarmıştır.

Kûfi Yazı: İslâmiyetin ilk zamanlarında ortaya çıkan ve bu yazı şekli adını Kûfe şehrinden almıştır. Köşeli şekillerin hâkim olduğu, çivi yazısına çok benzeyen bu yazı, sonraları yuvarlak bir şekil almış ve süsleme motifi haline gelmiştir. Bu yazının daha dekoratif bir görünüş kazanmasını sağlamak üzere harflerinin her biri ile örüldüğü ve düğümlendiği “örgülü kûfi” ve yine süsleme amacıyla harf uçlarının bitkisel formlarla sonuçlandığı “çiçekli kûfî” gibi çeşitlileri vardır. Türk çini sanatında, özellikle Selçuklu çinilerinde çok kullanılmıştır.

Sülüs Yazı: 9. yüzyılın ilk yarısında Kûfi yazının değişikliğe uğraması ile ortaya çıkmıştır. Yazının özelliği; dikey harfler kısa diğer harfler ise yuvarlağımsı yazılmıştır. 16. yüzyılda Kur’an-ı Kerim’lerın yazılmasında kullanılmıştır.

Yakut el Mustasımî, 13. yüzyılda İslam hat sanatını inceleyip, ana kuralları geliştiren ünlü hattatlarımızdandır.

II. Beyazıt döneminde saray hattatı olan Amasyalı Şeyh Hamdullah; Beyazıt Camiî mihrap ve orta kapı yazılarını, Davut Paşa, Edirne Beyazıt Camiî kapı yazılarını yazmıştır. Ayrıca Kırk Yedi Kur’an onun eseridir. Etkisi 17. yüzyıla kadar devam etmiştir.

Ali bin Yahya Sofi, 15. yüzyılda yetişen hattatlarımızdandır. İstanbul Fatih Camiî kitabesini ve Topkapı Sarayı dış kapı kitabesini yazmıştır.

Nesih Yazı: Osmanlı döneminde sülüs yazı ile birlikte çok kullanılan yuvarlak hatlı, daha küçük yazı türüdür.

Hafız Osman, 17. yüzyılda Türk yazı üslûbunu yeni bir yükseliş dönemine getirmiştir. Taş basma ile çoğaltılan Kur’an’ları ile şöhreti bütün İslâm âlemine yayılmıştır.

Celî Yazı: Mimarîde kullanılan, sülüs yazının iri yazılmış şeklidir. Ahmed Karahisarlı bu yazıyı geliştirmiştir. Süleymaniye Camiî’nin kubbesindeki yazıların sahibidir. 18. yüzyılda Mustafa Râkım Efendi Celî yazıyı, damalı çizgilerle yazarak geliştirmiştir.

Rik’a Yazı: Biraz irice olup, mektuplarda kullanılır.

Tuğra: Padişahların imzası niteliğinde olan tuğralar da yazı sanatının gelişmesine paralel bir gelişme göstermiştir. Bunlar her padişahla birlikte yalnız metni değil formu da az çok değişen birer mühür olup, tuğrakeş adı verilen kişi tarafından yazılırdı.

İstif Yazı: Bir kelimede harflerin güzel görünmesi için, harflerin yan yana ve üst üste dizilmesi ile yazılır.

Ta’lik Yazı: Bu yazı divanlar, şiir kitapları ve diğer edebî eserlerde kullanılmıştır. 15. yüzyılda Tebrizli Mir Ali tarafından Osmanlı hat sanatında tanıtılmıştır.

Divanî Yazı: Osmanlı yazı türü olup, ferman, berat, menşur ve sultan iradelerini yazmak için kullanmıştır. Harfleri birbirini bağlıdır. Ekleme yapmak ve değiştirmek mümkün değildir.

Siyakat Yazı: Osmanlı yazı türü olup, resmî devlet yazısıdır. Malî kayıtlarda kullanılmıştır. Okunması ve yazılması zordur.

Top