İmam Şâf’i’i Hazretleri, aslen ümmî (okuma-yazma bilmeyen), fakat gönlü ilm-i ledünnî ile dolu Şeybân-ı Râ’i gibi bir zatın önünde, anasının dizi dibinde oturan bir çocuk gibi mütevazi bir tavır içinde bulunur ve teveccüh için beklerdi. Hatta İmam-ı Hanbeli Hazretleri: “Ey İmam! Şeybân-ı Râ’i gibi bir ümmiye karşı niçin bu kadar tevazu gösteriyorsunuz?”. diye sorduğunda o:
“Ey İbn Hanbel, bizim ilim ve iman konusundaki sözlerimiz bu zatta fiilen yaşanılan bir hal ve davranış şeklinde tezahür etmiştir” diye cevap vermiştir. Hatta İmam-ı Hanbel, imtihan etmek ve ilmi seviyesini ölçmek maksadıyla Şeybân-ı Râ’i Hazretleri’ne fıkhın en çetrefil meselelerinden birkaç soru sormuş, aldığı pek ince ve nükte dolu cevap karşısında hayret etmekten kendini alamamış ve düşüp bayılmıştır. Bu hadiseden sonra da İmam-ı Şafi’i ile birlikte Şeybân-ı Râ’i’nin zikir ve sohbet meclislerine katılmışlar, diğer âlim ve öğrencilerine de sûfiyye meclislerine devam etmelerini tavsiye buyurmuşlardır.
İmam A’zam Ebu Hanife rahmetullah aleyh’in vef’atından iki sene önce sûfiyye yolunu benimseyerek talebelerinden birine intisâb edip ondan tarikat aldığı, vefatı esnasında da:
“Ömrümün son iki senesi olmasaydı Nu’man helak olurdu” dediği bilinmelidir. (Mektûbât-ı Rabbânî)
İmam A’zam Hazretleri hadis-i şerifte de işaret edildiği üzere, abdest suyuyla birlikte akan günahın necasetini keşfen gördüğünden, abdest alımında kullanılmış suyun, tekrar abdest almak için kullanılamayacağına hükmetrniştir. (Şa’rani, Mi’zânü’l-Kübrâ)
İmam Şa’rani Tabakat’ında İmam Şâfi’i ile Ahmed b. Hanbel’in sûfiyye meclislerine devam etme ve onların zikir ve sohbetlerinde bulunma konusunda itina gösterdikleri, kendilerine;
“Zikir ve sohbetten başka meşgaleleri bulunmayan sûfilerle niçin haşir-neşir oluyorsunuz?” denildiğinde de:
“Takva, zikir, muhabbet ve ma’rifetten meydana gelen dini hayatın ana sermayesi sûfiler nezdinde bulunmaktadır” cevabını verdiklerini nakletmektedir.
İmam-ı Şaf’i’iHazretleri, Şeybân-ı Râ’i’nin huzurunda anasının önünde diz çöken çocuğun duruş ve oturuşu gibi saygılı bir tavır içinde bulunurdu. İmam Ahmed b. Hanbel, İmam-ı Şafi’i’nin yanında otururken bir gün Şeybân-ı Râ’i çıkageldi Ahmed b. Hanbel:
“Bu zat, zahiri ilimlerdeki eksikliğine rağmen hala batın ilmini elde etmeğe çalışıyor, bu yüzden kendisine fıkhi birkaç mesele sormak istiyorum” deyince İmam-ı Şafi’i:
“Bunu yapma” dediyse de İmam Ahmed b. Hanbel kendisini alamayarak Şeybân-ı Râ’i’ye:
“Beş vakit namazdan birini kazaya bırakıp, bilahare kaza edeceği zaman da bu vaktin hangisi olduğunu unutan bir kimse hakkında ne dersin? Böyle bir kimse ne yapmalı ve nasıl davranmalıdır?” diye sordu.
O’nun: “Allah’tan gafil ve habersiz olarak yaşayan böyle bir kimse bu halinden vazgeçinceye ve gafleti unutuncaya kadar cezalandırılmalıdır” şeklindeki cevabı karşısında Ahmed b. Hanbel kendinden geçerek yığılıp kaldı ve bayıldı. Ayılınca İmam-ı Şafi’i:
“Ben sana O’na karşı gelmemeni söylememiş miydim?” dedi.
Başka bir zaman da develerin zekâtının nasıl verilmesi gerektiğini sordu ve şu cevabı aldı:
“Fıkhın sadece ilmiyle uğraşan sizlere göre her beş deveye karşılık bir koyun verilir. Ama bize göre beş devenin beşi de, hatta varsa koyun da zekât olarak verilir” buyurdu.
“Bu konuda delilin nedir ve dayanağın kimdir?” diye sorulunca da:
“İmamım Ebû Bekri’s-Sıddık’tır. Zira O, bir mücahede sırasında elinde ve avucunda ne varsa hepsini ordunun teçhizi için Rasûlullâh’a arz ettiğinde, kendisine:
“Senin ve ehl ü ıyâlin (ailen) için geride ne bıraktın? diye sorulunca:
“Evet, onlar için Allah ve Rasûlü’nü bıraktım” cevabını lütfetti. Bunun üzerine huzurda bulunanlar hayret ve şaşkınlık içinde kaldılar. Şeybân-ı Râ’i bir ümmi idi. Ümmisinin hali böyle olunca, âlim olan sûfilerin durumunu buna göre düşünmek ve takdir etmek gerekir.
Ömer Ziyaüddin Dağıstanî, Tasavvuf ve Tarikatlarla İlgili Fetvalar