Muridan
Tasavvufî Istılâhlar - Cem’ - Fark

Tasavvufî Istılâhlar - Cem’ - Fark

Cem’ ve fark kelimeleri sûfilerin çokça kullandıkları sözlerdendir. Fark; kulun görevlerini idrak edip gereğini yapmasıdır.

 Allah tarafından kalpte mana ve marifet vücuda getirilmesi, lütuf ve ihsanda bulunulması gibi hususlar ise cem’ adını alır. Sûfîlerin cem’ ve fark konusunda en aşağı hâlleri budur. “En aşağı hâl” fiilleri görmek mahiyetindedir. Hakk Sübhânehû ve Teâlâ bir kimseye itaat ve isyan mahiyetindeki fiillerini gösterirse, o tefrika vasfı ile kuldur. Hakk Sübhânehû ve Teâlâ bir kimseye, o kimseyi bizzat kendisinin idare ettiğini ve bununla ilgili fiillerini gösterirse o cem’ şahidi (vasfı) ile kuldur. Şu halde: “Halk vardır” demek tefrika kısmına girer. “Hakk vardır” demek ise, cem’ hâlinin niteliğidir.

 Bir kul için cem’ ve fark hâllerinin ikisi de şarttır. Çünkü tefrika hâline sahip olmıyanın kulluk hâli bulunmaz. Cem’ hâli bulunmayan ise Hakk’a dair marifet sahibi olmaz. Fatiha’daki “Yalnız sana ibadet ederiz” ibaresi fark hâline, “Yalnız senden yardım dileriz” ibaresi ise cem’ hâline işarettir.

 Kul, Hakk Teâlâ’ya münacaat yolu ile hitap ederek niyaz veya duada bulunsa veya O’na hamd ü sena etse veya şükretse veya günahından tevbe etse veya tezellül ile yalvarsa, bu durumda “tefrika” mahallinde bulunmuş olur. Mevlâsının kendisine nida edişini can kulağı ile dinlese, O’nun hitabını gönlünde duysa, çağırışını kalbi ile işitse, sâlik çağırması, ona gizlice birşeyler söylemesi, birşey-ler tarif etmesi veya kalbini ışıklandırarak onu murad etmesi gibi şeylerle Hakk kuluna hitap etse, kul da bunu kalbinde duysa, Mevlâsının kendisine olan münacatını (gizli ve mahrem çağrısını) can kulağı ile dinlese, bu durumda cem’ vasfı (hâli ve şahidi) ile bulunmuş olur. Kuldan Allah’a yönelen hitap tefrika, Allah’tan kula gelen hitapların kul tarafından ruh kulağıyle dinlenmesi cem’ hâlidir).

 Üstad Ebu Ali Dekkak (r.a.)  şöyle dediğini işitmiştim: “Bir ilâhîci (kavval, guyende) üstad Ebu Sehl Sulûki (r.a.) nin huzurunda: Benim tenezzühüm (rahatım, huzurum, zevkim) seni seyretmemdir. Üstad Ebu Sehl, mısrada geçen ‘cealtü’ kelimesi ‘Cealte’ şeklinde olmalı, dedi. Nasrabâzî: Hayır! ‘Cealtü’ şeklindedir, dedi. Üstad Ebu Sehl: Aynu’1-cem’ (Aynu’l-fark’dan) daha mükemmel değil midir? diye sorunca Nasrabâzî sükût etmek zorunda kaldı.” (Seni seyretmeyi tenezzühüm kıldım.” Mısraı cealtü = kıldım, şeklinde ve buna aynul-cem’ adı verilir.)

 Şeyh Ebu Abdurrahman Sülemî’nin de bu menkıbeyi bu şekilde naklettiğini işitmiştim.

 Bunun manası şudur: Mısradaki fiili “cealtü” diye okuyan kendi hâlini haber vermiş olur. Sanki kul kendinde olanı kendinden anlatmış olur. Mısradaki fiili “cealte” diye okuyan bunun kendi irâdesi ve zorlaması ile olmadığını belirtmiş, bu durumdan kendini temize çıkarmış ve Mevlâsına hitap ederek: Hususî surette bunu bana ihsan eden sensin, bunu irâde ve zorlama ile ben kazanmış değilim, demiş olur.

 Bu okuma şekillerinde birincisinde dava ve iddia tehlikesi vardır. İkincisi, kendinde güç iddia etmekten vazgeçmek şartı ile Allah’ın lütuf ve ihsanını ikrar etmek manasına gelir. “Sana kendi gücümle ibadet ediyorum” diyen kimse ile “Seni senin lütuf ve ihsanınla temaşa ediyorum” diyen kimse arasında elbette ki fark vardır.

 

 Kuşeyrî Risâlesi

Top