Hz. Peygamber, câhiliye döneminde elçilik görevini yürüten Hz. Ömer’i Kureyş müşriklerine göndererek savaş yapılmamasını teklif etti. Ancak mağrur Mekkeliler, bu teklifi kabul etmediler. Onlar, bu durumu lehlerine çevirmeyi, yapılacak savaş sonunda İslâm'ı ve Müslümanları ortadan kaldırmayı planlamışlardı. Rasûl-i Kibriyâ (s.a.s) bir önceki geceyi Allah’a ibadet ve dua ile geçirdi. Kendisine Sa’d b. Muaz tarafından bir çardak yapılmıştı. Hz. Ebû Bekir (r.a) bu çardağın kapısında nöbet tutuyordu.
Hz. Peygamber sabahleyin orduyu savaş nizamına koyup çadıra çekildi ve:
“Yâ Rabbi! İşte Kureyş! Kibir ve gururla geldi. Sana meydan okuyor. Peygamberini yalanlıyor. Yâ Rabbi! Peygamberlere yardım sözünü, bana da özel olarak zafer va’dini yerine getirmeni senden istiyorum. Allah’ım! Eğer sen şu bir avuç müslümanı helâk edersen sana ibadet eden bulunmayacaktır.”
Hz. Ebû Bekir dayanamayıp elinden tuttu ve “Bu kadar dilek yeter yâ Rasûlallah! Allah va’dettiği zaferi yakında sana ihsan edecektir” dedi.
Efendimiz aleyhisselam, savaştan önce mücahidlere şöyle seslendi:
“Saflarınızı bırakıp ayrılmayınız. Ben emir vermedikçe savaşa başlamayınız. Oklarınızı düşman size yaklaşmadan kullanıp israf etmeyiniz. Düşman kalkanını açtığı zaman okunuzu fırlatınız. Düşman iyice yaklaşınca elinizle taş atınız. Daha da yaklaşırsa mızrak ve kargılarınızı kullanınız. Kılıç en sonra, düşman ile göğüs göğse gelindiği zaman kullanılacaktır.” Taşlar, savunma savaşı yapacak olan müslümanlar için gerekli idi.
O gün yağmur yağmış, müşrik ordugâhının bulunduğu alan bataklık haline gelmişti. Buna karşılık tozlu olan İslâm ordusunun bulunduğu saha yağmur suyuyla sertleşmişti.