Muridan
Abdurrahman Halis Talabanî (KS.) Efendimiz

Abdurrahman Halis Talabanî (KS.) Efendimiz

Ben öyle bir kuşum ki her akşam ve sabah Benim ıslığımla ( ötüşüme karşı ) arş dile gelir

Ziyaeddin Abdurrahman b. Ahmed b. Mahmud (ks) 1212/1798 tarihinde Kerkük’te madde aleminin şerefini artırmış, 63 yıl yaşadıktan sonra değerli bir misafiri olarak bulunduğu şu geçici dünyaya 1275/1859 tarihinde veda ederek yüce cennetlere giriş kapısı olarak kabul ettikleri hakikat feyizlerinin yeri olan dergahında toprağa verilmiştir. Ziyaeddin Abdurrahman (ks), nuru bütün aleme yayılan, Hazreti Resulullah ‘a (a.s.) ait özelliklerden tam anlamıyla pay sahibi olan kamil ve ariflerden olması sebebiyle, sufilerin yüksek ve derin düşüncelerine daldıkları zaman gayretinin büyüklüğü ve manevi halleri o kadar yücelirdi ki, lahut alemine ait hakikatleri anlatan lisanları:

 

 

Ben öyle bir kuşum ki her akşam ve sabah

 

 

Benim ıslığımla ( ötüşüme karşı ) arş dile gelir

 

 

 

 

diyerek ariflere yakışan bir övünme ile şakır, bir olgunluk derecesine ve bir yüce makama yükselirdi. Dostları ile bir mecliste sohbet esnasında dahi o kadar hoşgörülü, tatlı dilli, düzgün ve açık lisanlı olur, fikir ve vicdan hürriyetine o kadar sahip bulunurdu ki:

"Ey Urfi! İyi ve kötü insanlarla öyle yaşa ki öldükten sonra müslüman seni zemzemle yıkasın, Hintli yaksın" ahlak kuralını benimsediği her hal ve davranışından anlaşılırdı.

 

Her sabah ve akşam, hakikat yolunun dergahının sofrasında, ihsanlardan kısmetini alan birkaç yüz fakirin arasında müslüman olmayan milletlerden dahi bir çok ihtiyaç sahibi bulunurdu. “İfadelerimiz çeşitli, senin hüsnün ise tektir. Hepsi bu cemale işaret ediyor.”

 

Hele soyluluk ve el açıklığında; “Nazar sahiplerinin yanında Süleyman’ ın mülkü hiçtir, belki Süleyman, mülkten azade olan kişidir” sözlerine tam uygun olup, onun yanında dünya ile ilgili mal ve süslerin zerre kadar üstünlüğü ve değeri yoktu. Çok kereler iyilik ve bağış eteğini arayıp bulma ümidi ile yüksek huzurlarına yüz süren ihtiyaç sahiplerine verecek para bulunmadığı zamanlar, dünyaya ilgisine sebep olarak gördüğü elbiseden bile vazgeçerek bağış buyururlardı. Bulunduğu, Hakk'ı bilme yolunun süslenme sebebi ve belki de tamamlayıcısı olan şiir sanatında dahi son derece güçlü idi. Şiirlerinin toplandığı, ‘Halis Divanı’ adlı kitabın okunup incelenmesinden de anlaşılacağı gibi, şiir sanatında en çok Mevlana Celaleddini Rumi, Nur Ali ve Mağribi gibi tasavvuf ehli şairlerin en büyüklerinin tuttukları yola bağlı kalmayı daha çok tercih etmiş olduklarından dolayı, inciler saçan şiirleri baştan başa hakikatin manevi hazzı ile doludur. Bereket ve mutluluk sebebi olsun diye o nefis şiirlerinden birkaç mısra aşağıda verilmiştir.

 

 

 

 

Her nereye baksam gerçek maksadım senin yüzündür,

Fakat gözyaşı ile dolu iki gözümde senin hayalinden başka bir şey bulamam,

Hangi toprağa ibadet maksadıyla alnımı koysam

Taptığım ve maksadım sen, varlığım ve secde ettiğim sensin,

 

Kısaca sözü, insanlık kitabının hangi bir sayfasına getirirsek, Abdurrahman Hazretlerinin sıfatlanmış oldukları ahlakla ilgili faziletlerini hakkı ile açıklayabilmek imkansız olması nedeniyle, kendilerinin hakikat aleminin ne kadar büyük bir kamil eri olduğunu anlayabilmek için, zamanın alimlerinin en ileride bulunanlarından ve edebiyatçıların en büyüklerinden bulunan Kadı Hüseyin’in, O'nun (ks) hakkında görüş duygularını açıklayıcı olmak üzere, düşüncelerini güzel ve noksansız bir şekilde dile getirdiği bir paragrafını kendime delil olarak alıyorum.

 

Gördüğümüzü Gördük!

Tekkenin baş köşesinde bir Pir oturuyordu

Dervişlik makamında sanki bir emir idi

Cemalinden bir ışık saçılmış, yanındakiler o nurla aydınlanmışlardı.

O baştan ayağa Zühre Yıldızı gibi nurdur

Sanki bütün sürurun özü odur

Derdi olan eğer yüzünü görse can ü gönülden sevince gark olur...

 

(Ceride-i Tasavvuf)

Top