Medine’de yanlarında kalacak akrabaları veya evleri olmayan kimsesiz, fakir muhacirler burada barındıkları için, buranın sakinlerine “Ashâb-ı Suffa” ya da “Ehl-i Suffa” denilmiştir.
Medine’de yanlarında kalacak akrabaları veya evleri olmayan kimsesiz, fakir muhacirler burada barındıkları için, buranın sakinlerine “Ashâb-ı Suffa” ya da “Ehl-i Suffa”, fakirlikleri sebebiyle ihtiyaçları, Hz. Peygamber (s.a.s) ve diğer müslümanlar tarafından karşılandığı için de “Edyâfu’l-Islâm, “Edyâfu’l-müslimîn”, müslümanların misafirleri, denilmiştir.(1)
Suffa’da genellikle iki halka oluşurdu; biri ilim, diğeri zikir halkası.(2) Bu halkaların her ikisini de tebcil eden Rasûlullâh (s.a.s) bir gün Suffa’ya girdiğinde, aralarında Selmân’ın da bulunduğu bir topluluğun zikir yaptığını görünce:
“Söylediklerinize devam edin. Ben, üzerinize rahmet indiğini görmekteyim, size katılmayı da çok isterdim. Kendileriyle beraber olmak için nefsime sabır tavsiye ettiğim kimseleri ümmetim arasında bulunduran Allah’a hamdolsun” buyurdu.(3)
Esasen, büyük maddî sıkıntılar çeken Ehl-i Suffa’ya, Hz. Peygamber (s.a.s), bu duruma sabredip kıraat, zikir ve dua ile meşgul olmalarını, eğer bilebilirlerse bunun, kendileri için daha hayırlı olacağını sık sık söylüyor ve onların boş durmayıp, böyle hayırlı işler yapmalarını tavsiye ediyordu.(4)