Muridan
Tasavvufî Istılâhlar, Vakt ve Makam

Tasavvufî Istılâhlar, Vakt ve Makam

Sûfîler bazen vakit sözü ile insanın içinde bulunduğu zaman parçasını kastederler. Bunun için bazı sûfîler, vakit iki zaman arasındaki şeydir. Yani geçmiş zamanla gelecek zaman arasındaki şeydir, demişlerdir.

 Husulü muhakkak olan hadise tasavvur edilen hadise için vakittir. Meselâ, “Aybaşında sana geleceğim,” denir. Gelme olayı tasavvurdur. Aybaşı ise vukuu muhakkak olan bir hadisedir. Bu duruma göre aybaşı gelme fiilinin vaktidir.

 Üstad Ebu Ali Dekkak’tan şöyle söylediğini işitmiştim: “Vakit, içinde bulunduğun hâldir (bkz.(Keşfu’l-Mahcub, s.480). Eğer sen dünyada isen (yani zihnin ve kalbin dünyevi düşüncelerle dolu ise) vaktin dünyadır, eğer âhirette isen vaktin âhirettir. Eğer neşeli isen vaktin neşedir, hüzünlü isen vaktin hüzündür.” Ebu Ali bu sözü ile vakit, insan üzerinde gâlib olan hâldir, demek istiyor.

 Sûfîler, Sûfî ibnü’l-vâktdır (Sûfi vaktin oğlu, vakit uşağıdır) derler. Bununla, sûfi her vakit içinde o vakitte işlenmesi en hayırlı olan şeyle derhal meşgul olur, o vakit içinde kendisinden istenen görevi yerine getirir, manasını kastederler.

 Derler ki: Dervişin derdi ve düşüncesi geçmiş veya gelecek zamanı değildir. Onun derdi içinde bulunduğu vakit (hâl) dir. Bunun için, geçmiş zamana âit olup da elden çıkan şeylerle meşgul olmak, ikinci bir vakti de elden çıkarıp zayi etmektir, denilmiştir.

 Sûfîler, kulun irâdesinin tesiri olmadan doğrudan doğruya Hakk’dan kendilerine gelen ve onları idare eden tasavvufi hâllere de vakt ismini verirler ve “Falan, vaktin hükmü iledir” derler. Bununla, kulun irâdesinin tesiri olmadan kendisini gaybden zuhur eden şeye (ve ilâhî tasarrufa) teslim etmesini, kastederler. Yalnız bu durum Allah Teâlâ’nın kulları üzerinde şeriatın hakkı ile ilgili olarak bir emri veya icabı bulunmadığı zaman bahis konusu olur. (Yani vaktin hükmüne teslim olma ve ona boyun eğerek, irâdeyi devreden çıkarma halidir. 

 Halin (çokluk şekli ahvâl) iki manası vardır:

 a) Mazi ile müstakbel arasındaki zaman parçası, şimdiki zaman

 b) Hüzün, neşe, v.s. gibi psikolojik hâller, durumlar. Bunun gibi, vaktin de iki manası vardır. Hâl ve vakit fert tarafından yaşanan duygular demektir.

 Büyüklerin tercih ettikleri sözlerden biri de “Vakit kılıçtır” cümlesidir. Yani kılıç kesici olduğu gibi, vakit de Hakk’ın kul üzerindeki takdiri ve hükmü hususunda tesirini derhal gösterir, kılıç gibi keser atar.

 Derler ki: Sathına dokununca kılıcın pürüzsüz ve yumuşak, yüzüne dokununca keskin ve sert olduğu müşahede edilir. O halde kılıca yumuşaklık gösteren selâmete erer. Kılıçla sertleşen ve zıtlaşan ise derhal zararını görür. Bunun gibi vaktin hükmüne teslim olan kurtulur, ona karşı çıkan tepetakla yuvarlanır, aşağıya düşer.

 Şu şiir bu makamda okunur:

 Vakit kılıç gibidir, eğer kılıca yavaş ve yumuşak dokunursan, o da sana yavaş ve yumuşak dokunur.

 Eğer sert dokunursan, kılıcın iki yüzü de sana sert dokunur ve keser.

 Bir kimseye vakit yar olursa, o kimsenin vakti (iyi) bir vakittir. Vakit bir kimseyi sıkıştırıp zor durumda bırakırsa, onun hakkında vakit ilâhi bir gadap ve intikamdır.

 Üstad Ebu Ali Dekkak’ın şunu söylediğini işitmiştim: “Vakit bir törpüdür, seni aşındırır, fakat yok etmez, yani vakit törpüsü seni yok etse, tamamen ortadan kaldırsa mahvolduğun an kurtulmuş olurdun, lâkin vakit törpüsü her an senden bir parça almakta ve seni tamamen yok etmemektedir.”

 Sûfiler şu şiiri bu manada okurlar:

 “Her geçen günüm benden bir parça, alıp götürmekte,kalbin içine bir hasret bırakmakta, sonra da geçip gitmekte...” Şu şiir de bu manada okunur:

 “Derileri yana yana tükenen, fakat azapları bitmesin diye kendilerine yeniden deri verilen cehennemlikler gibiyim ben.” Şu şiir de bu makamda söylenir:

 “Ölen ve öldükten sonra rahata kavuşan kimse ölü sayılmaz, sadece sağ iken ölenler ölü sayılır.”

Zeki ve akıllı kimse vaktin hükmü altında olur. Eğer vakti sahv ise şeriatın icabını icra eder, eğer vakti mahv ve vecd ise üzerinde gâlib olan hakikatin hükmü olur.

 Tasavvuf ıstılahlarında makam, kulun tekrar ede ede kazandığı ve vasıf hâline getirdiği âdâb ve ahlâktır. Bu edepler-, bir çeşit tasarrufla, bir nevi arayış ve isteyişle sıkıntılara göğüs gererek elde edilir. Şu halde bir kimsenin makamı, içinde bulunduğu (ve çalışarak ulaştığı) yerdir. Riyazetle meşgul olduğu şeydir. (Yani içinde bulunduğu yer ve riyazetine konu olan şey).

 Makamın şartı, içinde bulunulan bir makamın bütün hükümleri gerçekleştirilmeden ondan sonraki makama göz dikmemek ve oraya yükselmemektir. Şöyle ki; kanaat makamını gerçekleştirmeyen bir kimse için tevekkül makamı sahih olmaz, tevekkül makamım elde edemiyen bir kimsenin teslim makamına yükselmesinde sıhhat olmaz. Bunun gibi tevbe makamını tam olarak gerçekleştirmeyenlerin inabe makamına geçmeleri, verâ’ makamını tahsil edemiyenlerin zühd makamı ile uğraşmaları sağlam bir usûl değildir.

 Mükâm ikâmet yeri (makam, kıyam yeri) demektir. Nitekim müdhal idhal, muhrec ihraç manasına gelir. Bir kimsenin bir makam kazanması ve oraya konması ancak Allah Teâlâ’nın o kimseyi o makamda ikâmet ettirdiğini o kimsenin görmesi suretiyle mümkün olur. Böylece o kimse işini sağlam temeller üzerine bina kılmış sayılır.

 Üstad Ebu Ali Dekkak (r.a.)ın şunu söylediğini duymuştum: “Vâsiti Nişabur’a gelince Ebu Osman’ın müridlerine: Şeyhiniz size ne emrederdi? diye sordu. Onlar da: Taat ve ibadete sıkı bir şekilde sarılmakla beraber bu husustaki hata ve kusurlarınızı görünüz, diye emrederdi, şeklinde cevap vermişlerdi. Bunun üzerine Vâsitî: Şeyhiniz size halis Mecusiliği emretmiş, keşke: Amele sıkı bir şekilde sarılın, fakat bu ameli yaratanı ve tatbik ettireni (Allah’ı) görerek amellerden kaybolunuz, diye emretseydi, demişti.” (Yani amelleri ve amellerdeki kusurları değil de, sadece bu amellerin yaratıcısını düşününüz ve böylece amellerden gâib olunuz).

 Vâsitî, müritleri kendini beğenmişlik ve gurur hâlinden korumak maksadı ile bu sözü söylemiştir, yoksa kusur mahalline meyil ettirmek, (amelin kusurlu olması mühim değil manasını kasdetmek) veya herhangi bir edebin ihlâl edilmesini caiz görmek için bu sözleri söylememiştir

 * Makam bahsini karşılama Keşfu’l-mahcûb, s. 224, 484; Avârifu’l-maarif, IV, 281.

 Kuşeyrî Risâlesi

Top