Receb ed-Dârî şöyle anlatmıştır: Hicretin 616. yılında, Şam’da Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin oğlu Şeyh Mûsâ’dan dinledim. Şöyle anlatıyordu: Rahmetli babam birgün buyurdular ki: “Bir vakit Berye’ye (çöle) çıkıp orada bir müddet kaldım. İçecek su bulamadığım için çok fazla harâretlenmiştim.
Receb ed-Dârî şöyle anlatmıştır: Hicretin 616. yılında, Şam’da Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin oğlu Şeyh Mûsâ’dan dinledim. Şöyle anlatıyordu:
Rahmetli babam birgün buyurdular ki:
“Bir vakit Berye’ye (çöle) çıkıp orada bir müddet kaldım. İçecek su bulamadığım için çok fazla harâretlenmiştim. Allahü Teâlâ üzerime bir bulut gönderdi. O buluttan yağmur yağdı. Kana kana su içtim. Sonra bir parıltı ve onun içinden bir sûret görür gibi oldum. O sûret tarafından bana şöyle bir hitâb geldi:
'Yâ Abdülkâdir! Ben senin Rabbin ve Halikınım, senin için muharremâtı ve senden başkaları için haram kıldığım şeyleri sana helâl kıldım.'
Ben hemen:
'E’ûzü billâhi mineşşeytânirracîm' dedim. Ve 'Yanımdan git mel’ûn!' diye onu kovdum.
Sonra o gördüğüm nûr zulmete döndü ve o sûret de bir duman oldu. Nihâyet bana yine hitâb ederek:
“Ey Abdülkâdir! Rabbinin hükmiyle senin ilmin ve yüksek derecelerine ve hakîkate vukûfunla benim vesvesemden ve aldatmamdan kurtuldun. Ben, şimdiye kadar tarikat ehlinden yetmiş kişiyi böylece kandırıp doğru yoldan çıkarmıştım” dedi. Ben de ona:
“Ey mel’ûn, benim kurtulmam, ancak Rabbimin fadlı, lütfu ve ihsânı iledir” diye cevap verdim. Babama:
“Bu sesin, şeytanın sesi olduğunu nasıl bildin?” diye sordukları zaman:
“Şeytanın (Sana haramları helâl kıldım) sözünden anladım” diye buyurdu.