İnandığı yüce değerler sebebiyle, müslümanın başkalarını taklide asla ihtiyacı yoktur. İnsan daima en doğru ve en güzel olana talip olmalıdır. Durum bu olduğuna göre, insanların en hayırlısı en faydalı olandır sözünü unutmadan, herkese mümkün olduğunca faydalı olmak insanî bir görevdir. İnsan zayıf yaratılmıştır. Tek kelime ile gerek zulmü ile olan firavunlar, nemrudlar da nihayetinde birer insan idiler. Dünyayı ağlattılar, geldiler ve gittiler. “Ve hisâbuhum âlellâh” Onların hesabı Cenâb-ı Allah’a aittir.
Durum bu olduğuna göre, insanların en hayırlısı en faydalı olandır sözünü unutmadan, herkese mümkün olduğunca faydalı olmak insanî bir görevdir. İnsan zayıf yaratılmıştır. Tek kelime ile gerek zulmü ile olan firavunlar, nemrudlar da nihayetinde birer insan idiler. Dünyayı ağlattılar, geldiler ve gittiler. “Ve hisâbuhum âlellâh” Onların hesabı Cenâb-ı Allah’a aittir.
Başkalarını taklit etme hususunda da bir iki şey söylemek icap ederse deriz ki, bir İslâm coğrafyasından kopup buralara kadar gelmiş –dünyanın dört bir yanına yayılmış- olan yaşlı veya genç nesillerimizin, manevi değerlerine sımsıkı sarılması icap eder. Yanılmamak için de okumak ve öğrenmek zarûridir. İslâm geldiğinde, Arabistan’da taklit hastalığı vardı. Taklitçiliğin yasaklanması İslâm’la olmuştur. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyorlar:
“Sizden biriniz, insanlar iyi olurlarsa ben de iyi olurum, kötü olurlarsa ben de kötü olurum, demesin. Aksine şöyle desin; insanlar iyi olurlarsa bende iyi olmaya devam ederim, kötü olurlarsa ben onların yaptıklarını yapmam.”
Taklide “immea” da denilir. İkisi arasında kelime olarak fark yok gibidir. Cahili toplumlarda bu yaygındı derken, bugünkü toplumlarda yoktur diyemeyiz. Aslında taklid, ruhî (psikolojik) bir rahatsızlıktır. Karakterleri tam oturmamışlarda görülür. Kendini herkesten aşağı görme, aşağılık duygusunun neticesidir. Buradaki aşağılık duygusu ile İslâm’ın tavsiye ettiği tevazuu karıştırmamak lâzımdır. Kibir İslâm’da yoktur. Kendini herkesten üstün görme, bu kibirdir. Böyleleri en güzel ifadeyle, yeri delemez, dağlar kadar da yüksek olamaz. Başkalarına benzeme, onlara özenme iyi hasletler de olursa, ne âlâ değilse reddedilmiştir.
Ötelerden haber verenlerden büyük Peygamber:
“Sizin gençlerinizin en hayırlısı olgun yaşlılarınıza özenen, yaşlılarınızın da en şerlisi gençlerinize özenenlerdir” buyurmuştur. Önümüze konulan mânevi gıdamızı almak durumundayız. Bu hem dünyamız ve hem de ahiretimiz için önemlidir.
Bu itibarladır ki, başka dinlere ait olanlar kendilerinin olsun. Bunlar ister, hıristiyanlık veya yahudilik gibi muharref dinler, isterse din diye inanılan bâtıllar olsun, eşittir. Kendimizi koruyup kolladığımız gibi, en yakınlarımızdan başlayarak bütün insanlığa kadar varan bir koruma kollama, söyleme, anlatma ve hatırlatma olmalıdır.
Bunun içindir ki, Belçika ilâhiyât fakültesinin kurucu ve rektörü olarak ben, batı âleminin Noel Yortusu olarak bilinen yılbaşı kutlamalarından, İslâmî yılbaşı kutlamalarına intikâl edelim derim. İntikâl edelim ki dünyanın neresinde olursak olalım, dini kimliğimizi kaybetmeyelim.
“Sizler, benden sonrakilerin yolunu karış karış, arşın arşın (yâni adım adım, olduğu gibi) takip edeceksiniz. Hatta onlar, bir kertenkele deliğine girmiş olsalar. Sizde oraya gireceksiniz” denilerek bize ne muazzam acı hakikatler haber verilmiştir.
O halde hâlâ niye silkinip kendimize gelmiyoruz. Artık zaman geldi geçiyor. Seneler su gibi akıp gidiyor.
Okuyucularıma günahlardan hayırlara hicret etmeleri duası ve selâmlarımla, İslâmî yılbaşlarına davet ediyorum.
*Abdullah DEMİRCİOĞLU