Necâşî’nin muhacir Müslümanları sınır dışı etmeyi ya da cezalandırmayı reddetmesine çok sinirlenen Kureyşliler,
İslâmî yapılanmaya karşı başka mücadele yöntemleri bulmaya çalıştılar.(1) Bununla ilgili olarak, Mekkeli müşrikler, Resulullah (AS)’ın kabilesinden olanları toplum dışına itmeye karar verdiler ve kendi aralarında “onlarla (yani Resulullah (AS)’ın ailesi olan Hâşim oğulları ile onların müttefikleri ve akrabaları olan Muttalib oğullarıyla) konuşmayı, onların meclisinde bulunmayı, onlardan kız alıp vermeyi ve ticarî ilişkileri; ayrıca, Muhammed’in boynu vurulup kendilerine teslim edilinceye kadar onlarla her türlü barış ve koruma anlaşması yapılmasını yasaklayan” bir karar aldılar. Kureyşliler bu konuda o kadar azimli ve kararlıydılar ki, bu belgeyi Ka’be’nin içine astılar. Kureyşlilerin geleneksel müttefikleri olan ve ilerleyen bölümlerde ayrıntılı bir biçimde ele alacağımız Ehâbişler de bu boykot hareketine katıldılar.(2) Yasak yıllarca devam etti. Resulullah (AS), hanımı Hatice, amcası Ebû Tâlib ve -zalimlerle dayanışma içinde olan ve şehirde kalan Ebû Leheb dışında- Müslüman olsun ya da olmasın tüm öteki akrabaları, Mekke’nin kenar semtlerinden Şi’b Ebî Tâlib denilen yere sığınmak zorunda kaldılar. Sıkı bir biçimde uygulanan bu boykot hareketinden sonra Müslümanların içine düştükleri sefaletin öyküsü gerçekten çok dokunaklıdır. Kurbanlardan bir kadının anlattığına göre, kendisi bir gece, uzun bir zaman önce kesilmiş bir hayvana ait bir deri parçası bulmuş ve onu kaynar suda pişirerek yerim düşüncesiyle pek mutlu olmuştu. Bir gün, şehirde kalan müşrik bir yeğeninin halası Hatice’ye erzak paketi göndermesi, kanlı bir kavgaya yol açmıştı. Kuşkusuz haram aylarda yabancı hacı adaylarından hububat sağlanması imkânı da doğuyordu. Ancak şehirdeki her türlü ekonomik etkinlikten yoksun bırakılan bu mülteciler doğal olarak kısa sürede ellerindeki parayı da tükettiler. Bununla birlikte, Resulullah (AS)’ın, o zamanki hac mevsimi geldiğinde, Minâ, Mecenne, Ukâz gibi yerlerde yabancı ziyaretçilere İslam’ı anlatmak için sığınağından çıktığını görürüz. O, bu sırada bölgelerinde kendisine sığınacak bir yer verebilecek ve yardım edebilecek kimseler arıyor(3) ve bunun karşılığında, Bizans ve İran imparatorlarının hazinelerinin kısa bir süre sonra ganimet olarak ellerine geçeceğine dair güvence veriyordu.
Bir yandan şehirdeki çok sayıda insan bireysel olarak bu boykot hareketinin bitmesini arzu ederken, öte yandan, tuhaf rastlantılar bu boykotun kendiliğinden sona ermesini sağlamıştır. Bir yandan, şehirdeki bazı iyilik sever insanlar, yasağın en azından kısmen kaldırılmasını istemek için bir araya geldiler: İçlerinden biri, altı kadar arkadaşını yavaş yavaş toplayıp, en azından kendi kabilelerine mensup kişilerin bu dışlanmadan muaf tutulmalarına razı edebildi. Büyük bir olasılıkla, durumdan herkesten daha çok zarar gören şehir esnafı da bu karara katılmıştır. Öte yandan, Resulullah (AS), çöl karıncalarının, Ka’be’nin içine asılan boykot belgesini, “Allah” ve “Resûl” kelimeleri dışında tamamen kemirip yok ettiklerini bildirmiştir. Meraklı ve kuşkucu bir yaratılışta olan Kureyşliler, belgeye kimsenin dokunmadığı tapınağa girmişler ve Muhammed (AS)’ın açıklamasının doğru olduğunu görmüşlerdi. Bu durumu, Muhammed (AS)’ın ilâhi tebliğ görevinin hak ve doğru olduğunu kanıtlayan bir mucize olarak görmemekle birlikte, Müslümanlara uyguladıkları boykota bundan böyle son vermişlerdir.(4)