Nübüvvetin sekizinci yılında İran ordusu ile Rum ordusu Şam toprağı ile İran toprağı arasında , (Busra’da ) karşılaşarak çarpışmışlar; İranlılar, Rumları ağır bir yenilgiye uğratmışlardı.
Rumların şehirlerini yakıp yıkmışlar(1), ağaçları kesmişler(2), hatta İstanbul’a kadar ilerlemişler(3), Haliç’in üzerine konmuşlardı.(4) İstanbul’u uzun müddet kuşattıkları halde, yarısı denizde, yansı karada olduğu için, ele geçirememişlerdi.
İran Şahı, Kayserden (Bizans imparatoru) tazminat olarak, dünya hükümdarlarından hiçbirinin sağlamaya güç yetinemeyeceği kadar çok altın, mücevherat, kumaşlar, hizmetçi kadınlar, uşaklar ve daha pek çok türlü mallar da istemiş; o da, muvafakat etmişti.(5)
Kureyş müşrikleri, Farslıların (İranlıların) Rumları yenmelerini isterlerdi. Çünkü onlar putperest idiler.
Müslümanlar ise, Rumların Farslıları yenmelerini isterlerdi. Çünkü onlar Kitâb ehli idiler.(6)
Rumların mağlubiyet haberi Peygamberimiz (a.s) ile ashabına çok ağır geldi. Efendimiz (a.s); Kitâbsız Mecusilerin Kitâb ehli olan Rumlara galip gelmelerini istemezdi.
Kureyş müşrikleri, Müslümanlara:
“Siz ehl-i Kitâbsınız, Hıristiyanlar da Kitâb ehlidirler. Biz Kitâbsız ümmîleriz.
Farslı kardeşlerimiz sizin Kitâb ehli olan kardeşlerinize galip gelmişlerdir.
Siz de bizimle çarpışacak olursanız, muhakkak, biz size galip geliriz!” dediler.(7)
Hz. Ebu Bekir müşriklerin bu sözlerini Peygamberimize (a.s) anınca, Peygamberimiz (a.s):
“Şu muhakkak ki, onlar (Farslılar, er geç) mağlup olacaklardır!” buyurdu.(8)
Yüce Allah da, bu hususta indirdiği âyetlerde şöyle buyurmuştur:
“Elif Lâm Mîm! Rum(lar) mağlup oldu yakın bir yerde.
Hâlbuki onlar, bu yenilmelerinin ardından, galip olacaklar. Bid‘i sinînde (üçten dokuza kadar olan yıllar içinde)(9)
Önünde de, sonunda da, emr (iş) Allah’ındır.
O gün, mü’minler de Allah’ın yardımıyla ferahlanacak.
O (Allah), kime dilerse yardım eder.
O (Allah) kudretiyle her şeye üstün gelen Azîz, rahmetiyle mü’minleri esirgeyen Rahîm’dir.
Bu, Allah’ın vaadidir.
Allah vaadinden caymaz.
Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.”(10)
Bunun üzerine, Hz. Ebu Bekir Kureyş müşriklerinin yanına varıp:
“Sizler (putperest) kardeşlerinizin (Farslıların), bizim (Kitâb ehli) kardeşlerimize (Rumlara) galip gelmesine seviniyor musunuz? Hiç de sevinmeyin!
Allah sizin gözlerinizi aydın etmeyecektir!
Vallahi, Rumlar muhakkak Farslılara galip geleceklerdir!
Bunu bize Peygamberimiz (a.s) haber verdi!” deyince, Übeyy b. Halef kalkıp Hz. Ebu Bekir’e doğru vardı ve:
“Sen yalan söyledin!” dedi.
Hz. Ebu Bekir:
“Ey Allah düşmanı! Sensin yalancı olan!
Eğer üç yıla kadar, Rumlar Farslılara galip gelirse, bana on deve vermeyi borçlan!
Fakat Farslılar Rumlara galip gelirse, ben sana on deve vermeyi borçlanayım!” diyerek bahse giriştiler.
Bundan sonra, Hz. Ebu Bekir Peygamberimizin (a.s) yanına gelip, Übeyy b. Halef ile aralarında geçeni haber verince, Peygamberimiz (a.s):
“Ben, böyle mi andım?
Âyetteki ‘bid’i’ sözü ancak üç ile dokuz arasındaki müddeti ifade eder.
Sen hemen gidip devenin sayısını da, müddeti de (ona göre) uzat!” buyurdu.
Hz. Ebu Bekir gitti. Übeyy b. Halefle karşılaştı.
Übeyy b. Halef:
“Sen galiba (bahse giriştiğine) pişman oldun?” dedi.
Hz. Ebu Bekir:
“Hayır! Pişman olmadım!
İstersen, aramızdaki bahiste alınacak, verilecek develerin sayısını arttıralım, müddeti de uzatalım:
Bahiste kazanacak olan, yüz deve alsın! Kaybeden de yüz deve versin!
Müddet de dokuz yıla kadar uzatılsın!” dedi.
Übeyy b. Halef:
Hz. Ebu Bekir’in Peygamberimiz (a.s)la gizlice Mekke’den ayrılıp Medine’ye hicret edeceği sıralarda idi ki, Übeyy b. Halef Hz. Ebu Bekir’e:
“Bahiste yenilecek olursan bana ödeyeceğin develer hakkında bir kefil ver” dedi.
Hz. Ebu Bekir de, oğlu Abdurrahman’ı kefil verdi.
Übeyy b. Halef de Uhud savaşına gitmek istediği zaman, Abdurrahman ondan bir kefil istedi, o da verdi.(12)
Übeyy b. Halef Uhud’da Peygamberimizi (a.s) öldürmek isterken, Peygamberimizin (a.s) mızrağından aldığı yaradan kurtulamayarak, Mekke yakınındaki Şerif’te öldü.(13)
Rumlar belirlenen müddet içinde(14) birdenbire kalkınarak İranlıları ağır bir hezimete uğrattığı zaman(15), Hz. Ebu Bekir Übeyy b. Halefin veresesinden (mirasından) yüz deveyi alıp(16), Peygamberimize (a.s) getirdi.(17)
Peygamberimiz (a.s) de Hz. Ebu Bekir’e:
“Bunları fakirlere dağıt!” buyurdu.(18)