Akl-ı selim sahibi ol. Aklını kullan. Yalancı olma, hakîkatin hilâfını söyleme. “Ben, İzzet ve Celâl sahibi Allah’tan korkuyorum,” diyorsun. Halbuki sen O’nun gayrinden korkuyorsun. Cinden de, insanlardan da, meleklerden de korkma. Gerek konuşan ve gerekse sükût eden canlıların hiçbirinden korkma. Dünya azâbından da korkma, ahiret âzabından da korkma. Sadece ve yalnız, azâb ile azâb edecek olan (Allah) dan kork...
Şerîatı ve İslâmın hakîkatlerini bilen âlimler, din hekim (doktor ve tabip) leridir ki, dinde zamanla meydana gelen zayıflığı tamir ederler, telâfi ederler, tamamlarlar. Ey dini zayıflamış, din hayatı çökmüş kişi! Bu din ruh tabiplerine yaklaş. Onların önünde muayene ol. Tâ ki senin zayıflamış veya çökmüş dîn hayatını yeniden düzeltsinler, ıslah etsinler...
Derdi veren, devâsını da gönderir. Derdi veren kim ise, devâsını gönderecek olan da odur. O, meseleyi başkalarından çok daha iyi bilir. Onun bilgisinin üstüne bilgi sahibi yoktur...
Sen, İzzet ve Celâl sahibi Rabbini fiil ve tasarruflarında ithâm etme. Bizzat kendi nefsin, ithâm edilmeğe ve kötülenmeye başkalarından daha çok müstahaktır. Nefsine de ki:
- Lütuf, bahşiş ve ihsan, ancak itaât edenler içindir. Asâ (değnek, sopa) da isyan edenler, emre karşı gelenler içindir...
İzzet ve Celâl sahibi Allah, bir kula hayır murâd etti mi, onu bazı nimetlerinden mahrum bırakır. Eğer o kul , bu duruma sabreder ve cân-ü gönülden tahammül gösterirse kendisini derece bakımından yükseltir, güzelleştirir, ona lütuf ve ihsânlarda bulunur, imkanlar bahşeder, diğer insanlardan müstağni kılar...
Allah’ım, Senden kazâsız belâsız Senin yakınlığını isteriz. Kazâ-i İlâhî’n ve kader-i ilahî’n bahsinde bize lûtfeyle. Sen bizim lehimizde olmak üzere, şerlilerin şerrinin ve fâcirlerin hilesinin hakkından gel. Nasıl dilersen ve dilediğin gibi Sen bizi koru. Senden hem din, hem dünya, hem de ahiret bahsinde af ve âfiyet dileriz. Senden sâlih amellerde muvaffâkiyet ve yine amellerde ihlâs dileriz. Âmin!
Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun, bir defasında Bâyezid Bestâmi’ye bir adam gelmişti. Bir ara bu kişi, Bestâmi’nin huzûrunda dururken sağa sola bakınmaya başladı. Onun böyle sağa sola bakındığını gören Bâyezid Bestâmi kendisine sordu:
- Ne var?
Adam dedi;
- Namaz kılacak temiz bir yer arıyorum!
Onun bu sözü üzerine, Bestâmi de kendisine şunları söyledi:
-Kalbini temizle de namazı dilediğin yerde kıl!...
Riyâyı hakkıyla ancak muhlis (ihlâslı kişi) ler bilir. Onlar bir zamanlar onun içinde idiler. Sonra ondan kurtuldular. Riyâ, Allah dostlarının yolunda bulunan bir geçittir. Onların o geçitten mutlaka geçmeleri lâzımdır...
Riyâ, ucüp ve nifâk, şeytanın okları cümlesindendir ki, onları kalplere atar...
Mürşidlere koşunuz. Onlardan, İzzet ve Celâl sahibi Allah’a götüren yolda seyretmeyi öğreniniz. Bu yol, onların sülûk ettiği ve Allah’a vâsıl olmak için düştükleri bir yoldur. Onlardan nefsin, hevâi arzuların ve menfi mizaçların âfetlerini sorunuz. Mürşitler, nefsin ve hevâi duygu ve arzuların âfetlerini misalleriyle birlikte kavrayıp açıklamışlar, gâilelerini ve meyvelerinin ne zaman derileceğini hakkıyla tanımışlar, sırf bunları kavrayabilmek için bu bahiste bir zaman kalmışlar, nice zaman sonra ise riyâya da, nefse de, hevâi arzulara da... tamamen galebe çalmışlar ve hâkim olmuşlardır.
Şeytanın sendeki kibir ve gururu ile aldanma. Nefsin okları ile hezimete uğrama. Zirâ hiç şüphe yok ki, nefs seni şeytanın okları ile oklar. Şeytan sana ancak nefs târikiyle tesir edebilir, bir şeyler yapabilir. Cin şeytanları sana ancak insan şeytanları vasıtasıyla tesir edebilir, seni ancak insan şeytanları vasıtasıyla delâlete düşürebilir. İnsan şeytanları ise nefsdir, kötü arkadaşlardır.
Bu düşmanlara karşı, İzzet ve Celâl sahibi Allah’a sığın, O’ndan yardım iste. Zirâ hiç şüphe yok ki, O sana yardım edecektir. O’nu bulduğun, O’nun katındaki gördüğün ve O’ndan hazzını aldığın an ise hemen O’nun huzurundan ayrıl. Hemen aile efrâdına ve diğer insanlara koş. Onları ellerinden tutarak Allah’a götür. Onlara de ki:
- Aile efradınızla birlikte hepiniz bana geliniz!...
Yusuf Aleyhisselâm, hem mülke, hem de saltanata ermek sûretiyle muzaffer olduğu zaman, âile efrâdına şöyle demişti:
- ... Bütün âlinizi bana getirin (Yusuf Sûresi, Ayet 93).
Mahrum kişi, İzzet ve Celâl sahibi Hak’tan mahrum kalan ve hem dünyada, hem de ahirette O’ndan uzak bulunan kişidir. İzzet ve Celâl sahibi Allah insanlara inzal buyurmuş olduğu ilahi kitaplarından birinde şöyle der:
- Ey âdemoğlu! Eğer benden mahrum kaldın isen her şeyden mahrum kaldın demektir...
İzzet ve Celâl sahibi Allah senden nasıl uzak bulunmasın ve sen O’ndan nasıl mahrum olmayasın ki, sen, O’ndan ve O’nun mümin kullarından kaçıyorsun. Hem de sözünle fiilinle onlara ezâ ederek, zâhirinle ve bâtınınla onlardan yüz çevirerek. Resulullah sallalâhu aleyhi ve sellem, kendilerinden rivâyet edilen bir hadislerinde şöyle buyururlar:
- Mümine eziyet etmek, Allah nazarında, Kâbeyi on beş defa yıkmaktan daha büyük bir cürümdür.
Dinle. Vah sana! ey İzzet ve Celâl sahibi Allah’ın kullarına ezâ etmekten geri durmayan kişi! Kendilerine ezâ ettiğin o insanlar; Allah’a îmân etmekte, Allah için sâlih ameller işlemekte, Allah’ı tanımakta ve O’na güvenip dayanmaktadırlar. Vah sana ki, yakında öleceksin, kendi irâdenin haricinde evinden çıkarılacak, kendisiyle böbürlenip durduğun o malından mülkünden koparılacaksın. Artık o malın mülkün sana fayda vermediği gibi, üzerinden mesuliyeti de kaldırılmayacak...
GAVSULAZAM