Semâ, “dinlemek, işitmek, kulak vermek, işitilen söz” anlamlarına geliyor. Terim olarak ise; musiki nağmelerini dinlemeye, dinlerken vecde gelip kendinden geçmeye, oynayıp raks etmeye, tasavvuf ehlinin cezbe haliyle ayakta zikretmesine deniyor. Mevleviliğin sembol zikri semada maksat ve niyet; ruhen yükselmek, Allah’a giden yolda mesafe almaktır. Semazen ne folklorik bir edayla dans edendir, ne de sadece öylesine dönendir. O tıpkı Mevlana’nın Mesnevî’nin ilk beytinde “Dinle!” dediği gibi dinleyendir. Ve o dinleyişle ruhen yükselip ötelere kanat çırpandır.
Mevlânâ Hazretleri bir gün kuyumcular çarşısından geçiyordu.
Hal arkadaşı, mana yoldaşı Selahaddin Zerkub’un sarraf dükkânının önünden geçerken birden aşka geldi, semâa durdu.
Çünkü dükkândan, altın döven kalfaların çekiç sesleri geliyordu.
Ritimli çekiç sesleri, Mevlânâ’yı alıp götürmüştü başka bir âleme…
Döndü, döndü, döndü...
Döndükçe kâinat da onunla döndü, varlık ona eşlik etti.
Selahaddin Zerkub, kalfalarına devam işareti verdi.
“Dövmeye devam edin!” dedi.
“Altın varaklar ezilip dağılsa da bu tak taklar sürsün.”
Madde dövüldükçe mana coşa geldi.
Çekiç sesleri “Tak, tak!” dedikçe, Mevlana “Allah, Allah!” deyip döndü, semada kanat çırptı.
Yine bir gün Konya sokaklarında dolaşırken, avladığı tilkinin postunu kendi lehçesiyle “Dilku dilku!” diye bağırarak satan bir Türkmen’in bu nağmesinden cezbeye gelerek orada semâ etmeye başladı.
Çünkü “dilku” kelimesi Farsça’da;
“Gönül neredesin?”
anlamına gelmekteydi ve kelimeyi bu manasıyla anlayan Hazreti Mevlana’ya yeterli malzeme çıkmaktaydı.
Hülya ANIL (zuhurdergisi.com sitesinden alıntıdır)