Ey hasta! Hastalığın geçmesini mutlak olarak isteme. Afiyetin her zaman yararlı olacağını sana kim dedi? Şimdi hastasın, îmanın var; sağlam olunca bu îmanı kaybetmeyeceğini kim temin eder? Dünyalığa dalar, Allah'ı, Peygamber’i unutursun. Akıllı ol; her olur olmaz şeyin peşine koşma.
Bu konuşma, Cuma günü dershanede yapıldı.
Konuşma tarihi: Hicrî 8 Şevval 545, Miladî 1150.
Ey şahsına gereken şeyleri bulamayan! Bu hâlin geçip gitmesini şiddetle isteme. Belki gelecek şeylerde seni helak edecek nesneler vardır.
Kârını sakla. Kazandığın şeyin değerini bil. Bunda devam et; işlerin düzelir. Her işte başarı elde edersin. Elinde ne varsa, hırsı bir yana at; kanaatini ona yönelt. “Mutlaka artsın!” deme; fazla gelirse al. Olmadığı için üzüntü duyma. Allah’ın verdiğini ye ki, hoş ola. Şahsî isteklerini alırsan dertlenebilirsin. Dilencilik iyi değildir. Verilen alınır; ama dilenmek olmaz. Ancak iç âleminden kopup gelen arzu sonunda istenebilir. Bu da bir nevi tecrübe olur. Kuvvet sahibine sığınıp istemek yerinde olur her hâlde. Bu hâlde isteyene değil, istenene bakmak gerektir. Bu istek zararsızdır; hele kalbin ayık olması mutlaktır. Kalp ayık olunca işler mübarek olur, keder vermez. İstekler yalnız dünyalık işlere olmamalı, biraz da âhiret işlerine olmalı. En çok dileğin af ve afiyet olmalı. Din, dünya ve âhiret için iyilik dile. Bunları yapabilirsen sana yeter; fazlası sana ne lâzım?
Allah hiç bir işi yapmaya mecbur değildir. O, mülkünde ancak dilediğini yapar. Allah'ı mülk sahibi bil. Bu sahip hayırlıdır. Başkasını seçme. Senin için iyi olmaz. Bir ağır yük kaldırdığın zaman sırf kuvvetini görme. Allah'ın kudretini sez. O'nun gücü olmasa senin gençliğinin, kuvvetinin ne değeri olur? Malına da pek güvenme. Mal sana ne yapabilir? Malın özünde manevî tesir olmadan hiç bir değer ifade etmez. Allah bir defa tutarsa bırakmaz. Maddiyatı bırak; biraz manevî ol. O'nun tutuşu manevî yollardan gelir. Maddî tedbirlerin pek tesiri olmaz. Olsa olsa, yine O'nun tesiri ve izni ile olur.
Yazık, dilin müslüman gibi konuşuyor, kalbin onu doğrulamıyor. Sözün Allah'a ve Peygamber’e inanmış gibi, özün tam tersine. İşlerin hiç birine uymuyor. Ne olacak hâlin? Halk arasına çıkınca, senden iyisi olmuyor; yalnız kalınca neden şeklin değişiyor? Biliyor musun, yıllarca namaz kılsan, oruç tutsan sana hayır getirmez; ömrün boyunca hayırlı işlerde bulunsan hayır göremezsin; ancak, Allah rızasını gözeteceksin; bunu iyi bilmen gerek. Aksi hâlde yaptıkların boşuna; bu duruma göre, sana damga, “münafık ve içi bozuk” sözleri olur. “Allah'tan uzak” mührünü alnına vururlar. Şu anda yaptıklarından dön. Bir an bile yaşamana senedin yoktur. Ne kadar kötü işin varsa bırak, kötü sözlerden dön. Kötü niyetlerinden kendisini hemen çekiverir.
Allah yolcularının iç âleminde aksaklık göremezsin. Onlar, kurtulmuşlardır. Onlar, tam îmana sahiptir. Muvahhid onlardır. İhlâslı işi onlar tutar. Belâya onlar sabırla karşı koyar. Bir afet indiğinde sızlanmazlar; inlemezler. Metin ve vakur olarak işlerin sonunu beklerler. İyilik geldiği zaman şükür yoluna koyulurlar. İyiliği ilân eder, kötülüğü saklı tutarlar. Başlarında olan felâketli işlerden, kimseye şikâyet etmezler. Ellerinde bir bolluk varsa, herkese dağıtırlar. Dağıttıkları elde kalandan fazladır. Bu verişi severek yaparlar. Verdikten sonra üzüntü duymazlar. Kendi kazançlarından diğer kardeşlerine fayda sağladıkları için sevinirler.
Bu kullar ilk başta dilleri ile şükrederler. Sonra kalpleri ile, daha sonra da gönülleri ile... Halkı bilmezler. Halktan onlara bir eza gelirse sadece tebessüm ederler. Dünya şahları onların katında hiçtir. Yeryüzünde gezenler, onlara fakir, hasta ve ölü görünür. Onlar için cennet, tavanı çökmüş bir viranedir. Cehennemi, ateşi sönük, küllük bilirler. Ne cennete yerleşmek için fazla arzu duyarlar; ne de cehennem korkusundan titrerler. Cennete girmekle cehennemde kalmak onlar için eşittir. Semanın yüceliği, onları Hak’tan ayrı edemez. Yer, tabiî güzelliği ile onları aldatamaz. Onlar, yeryüzünde yaşayanlarla gökyüzünde uçanlar arasında eşit şart görürler. Hepsini tek kuvvetin esiri bilirler. O da, Allah'tır.
Onları bir zaman dünya ehline karışmış görürsün. Gafillerden biri bilirsin; ama değil. Bir zaman sonra âhiret ehline karışırlar. Onlarla sohbet ederler. Az sonra kendi iç âlemlerine tâbi olurlar. Gözlerinde dünya yok olur. Âhiret silinip gider. Her iki cihanın Rabbi ile olurlar; zaten aradıkları da bundan başka bir şey değildi. O'na gider ve koşarlar. Sevdikleri yalnız O'dur. Gönül kapıları bu kez Hakk'a açıktır. Başkasını ne ederler; yalnız Hak sevgisi ile dolarlar. Kalpleri Hakk'a karşı yürümeye koyulur. O’na tam vasıl oluncaya kadar yolculukları devam eder. Artık onlara Hak dostluğu hâsıl olmuş olur.
Yukarıda belirtilen yolculuk mecazîdir. Kalbin maddî yolu yoktur. Yol tabiri, yolcuya anlatmak için kullanılır. Yoksa ne yol var, ne de yolculuk. Hepsi bir an işidir. Hakk'a varma arzusu akla gelince, yol görünmeden varılmış olur. Menzil alınır, yol kat edilir. Kapı açılmadan eve girilir.
İşte hâl böyle… Her şey Allah'ı anmakla başlar. Bu duygu kalpte yerleşince işler bitmiş olur. Evvelâ anmak, son nefeste yine O... Herkes, Hakk'ı andığı kadar erebilir. Bu sebeptendir ki, büyükler daima Allah'ı anarlar. Bu anış onların benliklerini yıkar. İç âlemlerini kaplayan her cins kötülüğü eritir. Hak’tan gayrı ne ki var, benliklerinden silinir; kaybolur. Cümle varlık, Hak varlığı ile dolar.
O büyük insanlar, Hak Teâlâ'nın şu emrini işitmişlerdir:
“Beni anın; sizi anarım. Şükür yolumu tutun; küfür yolunu tutmayın.” (el-Bakara, 2/152)
O büyükler, Allah'ı anmak için ellerinden geldiği kadar doğru yola koşarlar. Bunu severek yaparlar. Onlar, şu yüce kelâmı dinlerler:
“Ben, beni zikredenin yanındayım.”
O sevgili kullar, uygunsuz yerlerden kaçarlar, iyi şeylerle uğraşırlar. Her hâllerinde Allah'ı anar ve O’nunla ülfet ederler.
Ey cemaat! Kötü heveslere kapılmayın. Aklınızı, mantığınızı çalıştırın. Hisle, hevesle hareket etmeyin; bunlarla olan, yolda kalır. Size bir hâl olmuş. Hep duygularınızla hareket etmektesiniz. Mantığınız ve aklınız çalışmaz olmuş. Önce bilgilerinizi geliştirin. İlim kaynaklarına kendinizi kavuşturun. İlme ererseniz işleriniz kolay olur. Varlığınızı koruyabilirsiniz. Mücerret ve muayyen bilgi ile yetinmeyin. Her gün bir başkasını öğrenin. Sipsivri bir bilgi sizi kurtaramaz. Siyahla beyazı seçme kabiliyetini gösterebilecek bilgiyi elde etmeye bakınız. Kendi varlığınızda istiklâlini ilân edecek şeyi öğrenin. Müftünün fetvası ile değil, iç âleminizden kopan buyrukla hareket edin. Bu bilgiyi Allah duygusu sağlayabilir. Hak irfana sahip olan, tam bilgi sahibidir. Akan suların miktarını ölçen ve toprak kalınlığını hesap eden, âlim değildir. Gerçi bu da bir ilimdir; ama bu ilimle birlikte yüce ve ulvî şeyleri de bilmek gerekir. İlk başta hak ilimle ruhunuzu bezeyin. Sonra, bu bilginin gerektirdiği gibi dış varlığınızı da Allah’ın emrine göre düzeltiniz. Allah, size neyi öğrenin diyorsa onu belleyin. İlk işiniz bu olsun, sonra diğerleri... Gün gün, ay ay, O'nun yolunda iş tutun. Böyle olursanız, yaptıklarınızın iyi meyvesini alabilirsiniz. Aksi hâlde bir serap uğruna yokluğa gömülürsünüz; size yazık olur.
Ey evlat! Bildiklerinden sorumlusun. Yerinde kullanmadığın takdirde sahibi sana çıkışır. Ayrıca bilgi de senden davacı olur ve bağırarak:
“Beni iyiye kullan; yoksa hakkında şikâyetçi olurum.” der. İyiye kullanırsan, öbür âlemde lehinde şehadet eder; över ve şöyle der:
“Ben, buna şahidim, beni iyiye kullandı, onu bağışla Allah’ım!” Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:
“İlim, işi çağırır; iş, onun çağrısına uyarsa, iyi, uymadığı takdirde sahibinin boynunda çekilmez vebal olur.”
İş böyle olunca, âhiret günü o ilmin yararını da göremez. Sahibini yalnız bırakır. İlme sahip olmak gerek. O, bir defa yola çıktı mı, artık geri dönmesi güç olur.
Bildiklerinle iş tut. Onun yalnız kabuğunu taşıma. Biraz da özüne vâkıf ol. Özsüz nesne payidar olmaz.
Peygamber'e (s.a.v) lâfla uyulmaz. Onun çizdiği yola girmek ve yaptıklarını yapmak icap eder. Bunu yaptığın takdirde kalbin doğruya döner. Bundan sonra, nefis ıslah olur. Asıl ve öz varlık olan sır da katlanır ve Hakk'a uçar.
Kalbine ne oldu? Neden ilmin çağrısına uymuyor? Kalbini körelttin. Ona yazık ettin. Bilgi sözünü kalp kulağı ile dinlemedin. Kalp kulağını ilme ver. Sırrını o tarafa yönelt. Ve fayda almaya bak.
Bildiklerinle amel etmek, seni Hakk'a götürür. Bilgi sahibine, bilgi ile gidilir. Cahil yol alamaz. Hakk'ın ilim sıfatı âlimlerde tecelli eder.
Ameller, Peygamber’in (s.a.v) emirleri gereğince olmalı. Ondan akan kaynaktan feyiz almak lazım… İçler onun risâlet membaından akan nurla dolmak icap eder. Bu da bir bilgidir. Ve ilk öğrenilmesi gereken şeydir. İlmin kaynağını öğrenmeyen ilmi bulamaz. Bundan sonra insan kendi iç varlığına girmelidir. Öğrenmeli, öğretmeli ve işleri ile bilgisini bir araya koymalıdır. Sözü başka, işi başka, bilgisi de hepsinden ayrı olandan hayır gelmez. Kul, kendi irfanını Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in ilim deryasına karıştırırsa artık ona yeter bir şey olmaz. İlim bunun için olmalı... Çalış ve bul.
Bu hâle erdiğinde kalbini hikmetler kaplar. Zahir ve batın -iç ve dış- ilimlerini öğrenmiş olursun. Netice olarak bildiklerinin zekâtını vermek sana vacip olur. Din kardeşlerine Hakk'ı tavsiye edersin. Allah yolunu arayanlara yol gösterirsin. Her şeyin zekâtı ayrıdır. Malın zekâtı, her yıl kırkta birini fakirlere vermektir. Bilginin ise, her zaman Allah âşıklarını Hakk'a ve hakikate çağırmaktır.
“Sabırlı kullara hesapsız mükâfat verilir.” (ez-Zümer, 39/10)
Alın terinle kazandığını ye. Dinini satarak geçime çalışma. Kazan ve ye, başkalarına da dağıt. Îman sahiplerinin kazancı, doğru kimselerin kârı bu yoldan gelir. Îman sahibi için kazanç bir önem taşımaz. Ancak sadaka verirken ehlini bulmak zor olur. Asıl ihtiyaç sahiplerini çok aramak lazımdır. Ayrıca bir kazanç yolu arayan olursa göstermeli; bu bir sadakadır. Çok kere düşkün olanlara yardım etmek yerinde olur. İnsan, daima Allah kullarının rahatını temenni etmelidir. Bu arzu, ruhu Hakk'a aparır. Kalbe ilâhî sevgi aşılar. Îman sahipleri, şu yüce sözün önünde tazimle dururlar:
“Hak ehli ve bunlara çok yakın olanlar, çevresine faydası çok olanlardır.”
Allah'ın sevgili kulları, halkın dedikodusunu işitmez. Halk sözüne karşı onlar sağır ve dilsizdir. Hakk'a yakınlıkları onları bu hâle koymuştur. Boş lâfı ne işitirler, ne söylerler. Boş lâfı neye söylesinler ve niçin işe yaramaz lâfı duysunlar. Onların kalbi Hakk'a yönelmiştir. Kalıpları başkası ile olsa da kıymet ifade etmez; iç âlemleri bozulmaz. Hak heybeti onları bir hoş eder. Hak yakınlığı onları sarhoş eder. Sevgili yanında, sevgi onları dağlar. Onlar, şiddet ifade eden Celâl sıfatı ile tatlılık ifade eden Cemâl sıfatı arasında devrederler. Sağa ve sola arzuları ile dönemezler. Çünkü onlarda, arzu diye bir şey yoktur. Onlar birer öncüdür. Herkes onlara tâbi olur. İnsanlar, bu gözle görülmeyen cinler, melekler onlara hizmetçidir. İlim ve hikmet onlara hizmet eder. Herkes ilmi ve hikmeti ararken, bu büyükleri, ilim ve hikmet arar. Gıdaları fazilettir. Fazilet yemeği yer, hoşluk şarabı içerler. Onlara göre meşgale Hak kelâmıdır. Halk onlara uzaktır. Yaratılmışlar bir yana; onlar başka yerlerdedir. Tabiî, bu uzaklık kalple olur.
Büyük insanlar, Allah emrettiği için hakkı söylerler. Gerçeği söylerken kimseden korkmazlar. Kötü şeylerden halkı sakındırırlar. Yolunu şaşıranları bunlar yola getirir. Her zaman için çalışmaları bu yolda olur. İşlerini çeşitli vesile ile yaparlar. Bazen bizzat, bazen de başkalarının eli ile yaparlar. Onlar için her şey bir vasıtadır. Her zaman hakikati yerine getirmeye gayret ederler. Kulların hakkını kesip kendileri bol bol almazlar. Her kim ki fazilete lâyıktır, ona liyakatini verirler. Nefislerinin hasis arzusunu desteklemezler. Tabiî ve kötü arzularının ardından koşmazlar. Sevince, Allah için severler. Darılmak icap ederse, yine Hak için yaparlar. Onlar yalnız Allah yolunda olurlar. Başka yol onlara göre yoktur. Onların öyle nasibi vardır ki, bir kişiye ondan zerre miktar verilse başkasını istemez olur. Bu nasip Allah dostluğudur. Allah dostunu, Allah'ın yaratmış olduklarının hepsi sever. Kurtuluş bu yola varanlaradır. Yer onların hatırı için yemişler verir. Sema onların gönlü hoş olsun diye rahmet yağdırır.
Sana acırım; benim sert konuşmam seni üzüyor; biliyorum. Ama yanılıyorsun. Aramızda düşmanlık yok. Yalnız şu var ki, ben gerçeği söylüyorum. Seni emir dışında görmem beni böyle söyletiyor. Büyüklerin sözü seni sıkıyor.
Haklısın; gurbet ilinde gezen, hak söze az dayanır. Fakirlerin pek azı engin gönüllü olur. En ufak öğüde gönül koyarlar.
Benden bir şey işitince kabul et. Allah'tan bil. Ben de bir âletim. Söyleten O'dur. Beni aradan çıkar, O'nu gör. Bir kuru taşı bile konuşturmak O'nun kudreti dâhilindedir.
Bana geldiğin zaman sade gel. Nefsini bir yana at. Şahsî isteklerini terk et. Hakikî bir basirete sahip olsaydın, beni, cümle varlığımdan soyunmuş, Hak varlığı ile var olmuş görürdün. Lakin hasta ve hatalı anlayışın, bunu sezmeye yeterli değildir.
Hak yolcusu, sohbetime gel. Sohbetimden faydalan. Hâlimde dünyalık göremezsin. Dünya ve âhiret iç âlemimden uzaktır. Elimde, tevbekâr olan arzusunu bulur. Bana karşı iyi düşünce şarttır. Sözlerimle amel etmek gerek. Bunları yapan aradığını bulur. Hak yola az zamanda varmış olur.
Allah Teâlâ, Peygamberi’ni kelâm sıfatı ile terbiye eder. Sevdiği kulları ise ilham yoluyla ıslah eder. İlham velîlere, kelâm da Peygamberlere gelir. Peygamberlerin vasileri, veli kullardır. Onlar Peygamberlerin hakikî vekilleridir. Velî olanlar, Peygamberlerin evladıdır.
Allah, konuşur. Musa Peygamber’le konuştu. O'nun konuşması maddî yapılı değildir. O kelâm sıfatının ölçüsü, tartısı, kalıbı yoktur. O’nun kelâm sıfatı yaratır; fakat o sıfatı bir şey yaratmış değildir. O sıfatın yaratıcısı Hak'tır. Hakk'ın kelâm sıfatı derin mânalar taşır. İşitenin fehmine göre renk alır. Musa Peygamber’e aklı kadar konuştu. Vasıta kullanmadı. Bizim Peygamberimiz’le de (s.a.v) vasıtasız konuştu; bizzat kelâm sıfatının tecellisini gösterdi.
Yâ Rabbi, hidayet yolunu, bütün kullara nasip eyle. Hepsine merhamet et. Cümlenin tevbesini kabul buyur. Âmin!
“İmam-ı Ahmed b. Hanbel'e yaptığım eza dolayısıyla tevbe ediyorum. Ben, Kur'ân'ın hiç bir harfini değiştirmedim. Buna özenenler çok oldu; ama hiç biri yapamadı.”
Zavallı, sana yararlı olmayan sözü bırak. Taassubu -batıl şeye yapışmayı- da bırak. Dünya ve âhirette sana yarayana bak. İşine yaramayacak işi ne yaparsın? Faydasız şeyleri toplamak nene gerek? Yaptığın işleri iyi tut. Ayarsız iş tutarsan, yakında seni yere serecek haber gelebilir. İşlerin yakın zamanda mendil gibi önüne açılır. Sözümü unutma, her kötü şeyin meydana çıktığı zaman hatırlarsan yararını bulman kabil olmaz. O dem seni koruyacak bir kalkan bulunamaz. Sen nasıl korunursun o dem? Şimdiden çareler ara.
Dünya dertlerinden soyun. Kalbini temizle. Hatalardan, arzunla ayrıl. Nasıl olsa ayrılacaksın. Parasız kalırsın, ihtiyar olursun; bunlar da olmasa ölürken bırakırsın. Bir lokma için bin defa yalvarma. Acından ölen yoktur. Varlığını esirge. Yaratan’a teslim ol. Kalbini O'na ver. Mutlaka iyi geçim ara. İyi geçim olmayabilir; olması da kabildir. Sana gereken, olması veya olmaması değil, aramaktır. Eline gelen için de, “iyidir” de. Daha iyisini de aramadan kalma. Bunları yaparken ciddiyetini elden bırakma. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:
“İyi geçim, âhiret için temenni edilmeli; rahat orada beklenmeli.”
Ümitlerin için bir köşk yap. En güzeli, zühd hâlidir. Bu hâl, önünden sonuna kadar şahane bir ülkedir.
Emellerini kıs. Dünyada sana hemen zühd gerek. Çünkü baştan sona zâhidlik, az emelli olmaktan ibarettir.
Seni yıkan kötü arkadaşların olduğunu biliyor musun? Onları bırak. Onlarla arana yarlar aç. Sevgi duygularını onlardan uzak tut. Yakın olacağın kimseler sâlih kişiler olmalıdır. Kötüler sana ne kadar yakın olmak istiyorlarsa, sen o kadar uzak dur. İyiler de senden ne kadar uzak olurlarsa olsunlar, ara ve bulmaya gayret et. Her kime bir sevgi duyuyorsan aranızda manevî bir bilgi hâsıl olur. Bu bağlılığın ve ilginin kimlere ve nelere olduğunu ve olması gerektiğini iyi öğren. İşlerini ona göre düzenle. Birçok büyükler:
“Sevgi yakınlıktır, yakınlık ise sevgidir.” derler.
Bunlar, maddî sebeplerle uzak da olsa, manen yakındırlar.
Verilen veya verilecek olan şeyler seni yormamalı. Verilmesi mukadder olan şeyi aramak, yorgunluktan başka nedir ki? Keza, senin kısmetine gelmesi imkânsız şeyi beklemek ele ne geçirir? İnsan için olmayacak işlerin peşinde koşmak, sadece hüsran getirebilir. Peygamber (s.a.v) Efendimiz buna işaret ederek şöyle buyurur:
“Allah'ın kula verdiği büyük cezalardan biri de, kulun kendine nasip olmayacak şeyi aramasıdır.”
Îman sahibinin, hem zahir –dış- hem de batın –iç- gözü vardır. Dış gözleri ile Allah'ın yarattığı, tabiî manzaraları görür. Yere serpilen sonsuz hikmetli işlere bakar. İç gözüyle de, madde ötesindeki varlıklara bakar. Sema ve ötesinde saklı duran ulvî, ruhanî varlıkların seyrine dalar. İşte bu iki göz görmeye başladıktan sonra, bir göz daha hâsıl olur ki, o da kalp gözüdür. Kalp gözünün açılması için iç ve dış gözünün, salim duyguya sahip olması gerekir. İşte bundan sonradır ki ensiz ve boysuz bir deme geçer. Yakınlık mefhumu anılmayan bir yakınlığa erer. Dış mânası ile bilinmesi kabil olmayan bir sevgi âlemine varır. Artık o kul sevgilidir; ondan saklı hiç bir şey yoktur.
Ancak, bu hâle ermek kolay değildir. Kalbin yaratılmış nesnelerden ve nefsin tabiî istek ve cümle şehvet arzularından uzak olması icap eder. Her cins şeytanî duygudan âri ve beri olması gerekir. Buna ruh temizliği derler. Bu temizliğe erene, yer hazineleri açık olur. Sema yolları onun uğruna döşenir. Ona göre, taşla toprak arasında fark yoktur. Ve çamurla altın ona eşittir.
Akıllı ol; söylediklerimi iyi düşün. İyi anlamaya çalış. Dikkat el: Ben sözün özünü söylerim. Sözlerim birer cevherdir. Daima büyüme istidadındadır. Zaman ve zemine göre binlerce mâna taşır.
Saklanması gereken birçok şeyler vardır. Saklanması gereken şeyi saklamak insanı hazine sahibi kılar. Sır saklamak büyük iştir. Herkesin kârı değildir. Musibet anını sabırla gizlemek, hastalık anında Allah'a yalvarmak en büyük iştir. Bunlar saklı ve gizli yapılmalıdır. Saklı tutulması gerekenler arasında sadaka da vardır. En önemli şey de budur. Birine yapacağın iyilik olursa sağ elinle ver; fakat sol eline duyurma. Mümkün olduğu kadar bunu yapmaya çalış. Sonra, şeytanın ve dünyanın tuzaklarına kapılırsın.
Baştan sona kadar kötülüklerle dolu olan dünya denizine dalma. Ona her dalmak isteyen, az sonra boğuldu ve kayboldu. Buna çokları düştü. Ancak tekler kurtuldu. Bu kurtulan tekler, halk arasında özellikle seçilmiş olanlardır. Dünya denizi derindir. Herkesin ona yanaşması mukadderdir. Allah'ın kurtarmak istediği kimseler kendini saklar. Allah, kulları arasından dilediğini kurtarır. Dünyada pisliklere dalanların öbür âlemdeki yeri cehennemdir. Onların pisliklerini ancak ateş temizler. O ateşin üstünde bir köprü vardır. Cümle kullar onun üstünden geçerler. Pisler aşağı yuvarlanır, temizler de kurtulur. Kurtulanlar Allah'ın sevdiği ve seçtiği kimselerdir. Bunu haber veren şu âyetin mânasını iyi düşün:
“Sizden herkes cehenneme uğrayacak.” (Meryem, 19/71) Yine dinle:
“Ey ateş, serin ve selâmet ol!” (el-Enbiyâ, 21/69)
İkinci hitap, dünyada İbrahim (a.s) Peygamber’e oldu. Öbür âlemde ise, cümle îman sahiplerine olacaktır. Şöyle rivayet edilir:
Kıyamet koptukta cehennem üzerine köprü kurulur. Herkesin geçmesi için ferman çıkar. O anda ateşe de şu ferman verilir:
“Ey ateş, serin ve selâmet ol. Bu hâli îman sahipleri için göster. Bana ibadet edenler geçsin. Beni arzulayanlar rahat yürüsün. Öbür âlemde benim için arzularını atanlar buradan gitsinler.”
Nemrud'un ateşine de bu hitap vaki idi. Alevler saçılırken gül-gülistan oldu. Keza, cehennem ateşine erişen bu hitap da onu îman sahiplerine dokunmaz kılar.
Kendini bataklığa kaptırma. Allah’a güven ve O'nun yoluna gir. O’nun yolunda devam ettikçe, seni dünya yutamaz. Kötülük selleri seni sürükleyemez. Çünkü ona, şu hitap gelir:
“Ey dünya denizi ve seli, şu adamı boğma. O sevgili kuldur. O tarafımdan istenen zattır. Onu zatıma bırak.”
Bu hitabın eriştiği zat boğulmaz. Musa'yı (a.s) deniz yuttu mu? Kavmi denizde boğuldu mu? Allah fazlını dilediğine verir. “Sevdiklerini hesapsız rızıklandırır.” (el-Bakara, 2/212) Bütün hayır onun elindedir. Hâl böyle olunca nasıl başkasına gidersin? O'nun yolunu nasıl bırakırsın?
Sana verilen, O'nun eli ile gelir; alan yine O'nun kuvvet elidir. Kendinde bir kuvvet mi biliyorsun? O dilerse zengin eder; dilerse fakra düşürür. Öyle mi biliyorsun ki, izzet başkasından gelir, zillete başkası düşürür! O'nunla boy ölçüşmek kimin haddine? O'nunla kim cenge hazırlanır? Meğerki aklını yitirmiş ola. Akıllı adam, O'nun kapısına koşar. Başka kapıları aklının köşesinden bile geçirmez.
Ey tedbir eden kişi, yolun yanlışa çıkıyor. Yaptığın iş halkı sevindirmekten ibaret mi olmalı idi? Hâlık’ı darıltıp halkı sevindirmek ha! Öyle mi? Dünyayı yapmak için âhireti yıkmak! Bu iş sana yakışmıyor. Yakında her şeyin elinden çıkacak.
Yakalayışı çetin olan biri, her varını senden alacak. O alıcı, bizzat Allah'tır. O, tuttuğunu bırakmaz. O'nun tutuşu başka şeye benzemez. O’nun tutuşu bir yönden gelmez; birçok şekli vardır. Senin tek renk ve düzensiz işlerine benzemez.
İlk defa bulunduğun makamdan atılmanla olur. Uslanırsan pekâlâ! Uslanmazsan hasta eder. Sonra fakir eder. Zelil eder; kimsenin yanında yüzün kalmaz. Perişan ve derbeder olursun.
Bunlar da seni yola getirmezse, artık dert ve belânın çeşitleri üzerine yıkılmaya başlar. Hepsinden büyüğü, iç sıkıntısı gelir. Öyle zaman olur ki, içinden kopup gelen sıkıntı, seni bir yana bile oynatmaz. Bunların dışında, bir de halkın diline düşmek var. Sokağa dökülen bir sürü reziller seni dillerine dolarlar. Şerefini bir paraya indirirler. Allah, herkesin eli ve dili ile seni yıkıp viran etmeye muktedirdir. Yeryüzünde gezen ufak bir karınca, seni ve yuvanı dağıtmaya kâfidir. Allah'ın, en ufak bir mahlûkunda en büyük kuvveti gizlidir. Uyan, ey gafil! Uykuyu bırak, ey zavallı!
Allah’ım, bizi sen uyandır; uyanıklığımız seninle ve senin için olsun. Âmin!
Dünya geceleri karanlık olur. O gece gelince güneş kaybolur. Işık bulmak lâzım… Kendiliğinden aydınlık geç olur. Kendine ışık bul. Sonra yırtıcı hayvanlar seni perişan eder. Bataklık da olur. İnişli çıkışlı yolları da olur. Karanlıkta kalırsan ilk sürçmede yere serilmen mümkündür. Zaten ne kuvvetin var ki, zavallı!
Sana düşen, gece yolculuğunu tasarlamadan evvel, gece için yakacak temin etmektir. Gece lâzım olması muhtemel olanı, gündüzden bulman gerektir ki, karanlık basınca, yerden bir şeyler aramaya kalkmayasın; zararlı şeyleri toplamaktan kurtulasın.
Bütün hâlinde tevhid -Allah'ın birliği- güneşini ara. Onun nuruyla dolaş. Onun nurundan çok faydalan. İslâm dininin esaslarına iyi yapış. Kötü şeylerden sakınmayı kendine huy edin. Bu hâl seni muhtemel felâketlerden korur; nefse uydurmaz. Şeytana da kapılmazsın. Şirkten kurtulursun. Halkın şerrinden emin olursun. Yolda yürümeye seni alıştırır; aceleciliği benliğinden siler.
Yazık sana, acele etme. Aceleci hatadan kurtulamaz. Aceleci ya hata eder veya hataya meyli artar. Dikkatli ve düşünceli giden, er-geç aradığını bulur yahut bulmaya yakınlaşır. Aceleyi kalbe şeytan getirir. Dikkatli hareket etmek, Rahman olan Allah tarafından kalbe gelir. Seni aceleye iten şey, mutlaka dünya hırsı olmalı; çünkü başka acele edecek ne var? Hırsı olmayan adam, her şeyin kendi iradesi dışında olup bittiğini sezer ve ona göre hareketlerini ayarlar. Şunu iyi bilmek gerek ki, hırs, insanı içinden çıkılması kabil olmayan felâketlere sürükler.
İnsan olan, hırs değil kanaat sahibi olmalıdır. Kanaat tükenmez bir hazinedir. Dünyada senin için olan şeyler muayyendir. Başkasına gitmez. Hırsı bırak; sebebe yapış. Ama o sebebin sahibini de kalbinden çıkarma. Günlük işlerine devam et. Katî olarak senin olacağına inanmadığın şeyler peşinde hırsla koşup durma. Her şeyi hâline bırak; sadece çalış.
Nefsine sahip ol. Elinde olan mevcutla yetin. Bu hâle devam et. Ta ilâhî hikmetlere arif oluncaya kadar… İrfan sahibi olduğun zaman işlerin kolay olur. Hırs kalmaz o zaman. Kalbin kuvvet bulur. İçin nurla dolar. Rabb’in sana bilmediğin şeyleri öğretir. Dünya işlerini kolay çevirirsin. Dış gözünü dünyaya verir, iç gözünü âhirete yöneltirsin. Mâsivâ -Hakk’ın zatından gayrisi- derununa tesir etmez. Hiç bir kimse, büyüklüğüne seni inandıramaz; olduğundan fazla gösteremez. Sana göre, yalnız Allah yücedir.
Devam et; göreceksin ki, her varlık sana karşı saygı hissi besliyor.
İnsanlar biraz tuhaftır. Her arzularını tatmin yolunu ararlar. Ama doğru yol gösterilince gelmek istemezler. Hele biraz da güçlük olursa... Hâlbuki her tatlının önü sıra az da olsa acı olur. Bir tatlıyı yemek için önce yorulmak icap eder. İşte bu sebeple deriz ki; ey evlat, her arzunun yerine gelmesini istiyorsan, Allah'ın yasak ettiği şeylere yanaşma. Önünde duran kapıların açılmasını istiyorsan, muttaki -kötü şeylerden sakınan- ol. Her hayır kapısının anahtarı, Allah'ın yasak ettiği haram işlere yanaşmamaktadır. Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“Bir kimse kötülükleri bırakırsa ona kurtuluş yolları açılır. Tahmin etmediği yollardan rızkı gelir.” (et-Talâk, 65/2-3)
Dünyada O'nunla sohbet istiyorsan sessiz ol. Sakin ve sessiz ol. Allah'ın sevgili kulları edeplidir. O'nun gözünde en büyük edep gereklerini yerine getirirler. Attıkları her adım, açık izne bağlıdır. Kalplerini hoş etmeyecek hiç bir işe yakın durmazlar.
Yaptıkları mubah iş, onlara ilham yoluyla anlatılır. Giyecekleri elbise manen gösterilir. Alacakları hanım onlara işaret yoluyla anlatılır. Bütün sebepler onlara, kalp canibinden gösterilir. İzinsiz ve emirsiz hiç bir işe yanaşmazlar.
Hak’la kaimdirler. Kalpleri O’na bağlıdır. Basiretleri Hak yolda açıktır. Hakk’ın kudreti önünde karar yetkisini kendilerine hoş görmezler. İşte dünyada böylece Allah’lık olurlar. Varlıkları dünyada nur olur. Hakk’a vasıl olurlar, öbür âlemde ise bizzat ereceklerine ererler.
Allah’ım, bize dünya ve âhirette, sana ermiş olmayı nasip et. Sana yakınlık tadını ver. Seni görmeye kavuştur. Gayrı görmeden, Zat’ınla yetinen kişilerden kıl. “Dünyanın iyiliğini ver, Öbür âlemin hoşluğuna erdir. Bizleri ateşten koru.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!