Muridan
Tasavvufî Istılahlar, Fenâ-Bekâ

Tasavvufî Istılahlar, Fenâ-Bekâ

Sûfiler fenâ sözü ile insandaki kötü sıfatların yok olmasına işaret ettikleri gibi, bekâ sözü ile de insanın güzel vasıflar edinerek bunda devam etmesine işaret ederler.

 Bu iki kısım vasıflardan birinin kulda bulunması zaruridir. O halde aşikârdır ki, bu huylardan biri bulunmadığı zaman, behemehâl diğeri bulunacaktır. Bir kimse kötü vasıflarından fâni olursa, güzel sıfatlar o şahısta zuhur eder. Bir kimsede kötü hasletler galip olursa, o kimsede iyi sıfatlar tesirsiz bir şekilde gizli kalır.

 Bilinmelidir ki kulun vasfı olan şeyler fiiller, huylar (ahlâk) ve hâller olmak üzere üç nevidir. Fiiller kulun irâdesine dayanan tasarruflardır. Huylar insanda doğuştan bulunur. Fakat sürekli bir tedavi ve terbiye ile değiştirilebilir. Hâller ise başlangıç itibariyle (irâdenin tesiri olmaksızın ilâhî bir hibe olarak) kula gelir, fakat ameller halis ve temiz olduğu nisbette hâller saflaşır (yani Allah’ın hibesi olan hâlleri, kul ihlâslı ameli ile daha da saf hale getirir). Hâller bu bakımdan huy (ahlâk) gibidir. Zira kul kalbi ve irâdesi ile ahlâkını düzeltmek için çalışıp, fenâ huyları kendinden defetmeye uğraşırsa, Allah ona ahlâkını güzelleştirme imkânını lütfeder. Bunun gibi kul, bütün gücünü sarfederek amelinin temiz ve ihlâslı olmasına devamlı olarak gayret ederse, Allah ona hâllerini saflaştırmayı, hatta tam ve mükemmel bir şekle getirmeyi ihsan eder.

 Bir kimse şeriat dili ile yerilen fiillerini terk ederse, o “şehvet ve nefsânî arzularından fâni oldu” denilir. Nefsânî arzulardan fâni olunca ubûdiyyetindeki niyeti, kasdı ve ihlâsı ile bakî kalır. Bir kimse kalbi ile dünyadan yüz çevirirse (zühd), o “dünyaya rağbet etmekten fâni olmuştur” denir. Dünyaya rağbet etmekten fâni olunca, inâbesindeki (Allah’a dönüşündeki samimiyet ve) sıdkı ile bâki-fâni oldu” denilir. Kötü huylarından fâni olunca fütüvvet ve sıdk ile (civanmertlik ve doğrulukla) bakî kalır.

 Bir kimse (taat, isyan, saadet, dalâlet gibi) hükümlerde tesirli olan (ilâhî) kudretin cereyan tarzını müşahede ederse, o, “yaratıklar üzerinde halkın tesirini hesaba katmaktan fâni oldu” denilir. Eser ve olayları Allah’tan başkasından vehmetme hâlinden fâni olursa “beşerî sıfatlardan fâni oldu ve Hakk’ın sıfatları ile baki kaldı” denilir.

 Bir kimseyi hakikat sultanı ‘ve Hakk’ın tecellisi) istilâ eder de Allah’tan başka olan şeylerden (mâsîvadan) hiç bir şeyi; ne maddî bir varlığı ne de onun eserini, ne bir şekli ne de onun gölgesini müşahede edemezse; o, “halktan fâni oldu, Hakk ile baki oldu” denir.

 Şu halde yerilen fiillerden ve aşağı hâllerden kulun fâni olması ve kurtulması, bu nevi fiilerin yok edilmesi ile olur. Kulun nefsinden ve halktan fâni olması, kendisi ve halk hakkındaki hissini kaybetmesi ile olur. Kul; fiillerinden, huylarından ve hâllerinden fâni olunca, fenâ suretiyle terk ve yok ettiği şeylerin ona göre mevcut olması caiz değildir (o şeyin tesirli bir varlığı olmaz). “Kul, nefsinden ve halktan fâni oldu” demek, “kulun nefsi de mevcuttur, halk da mevcuttur, fakat kulun ne halk hakkında, ne de kendisi hakkında ilmi, şuuru, hissi ve haberi yoktur,” demektir. Onun için kulun kendisi vardır, halk da vardır, fakat kul kendinden ve halktan tüm olarak gafildir. Bundan dolayı kendi varlığını ve halkın mevcudiyetini hissedememektedir.

 Bazen saltanat sahibi birinin veya saygıdeğer bir zatın huzuruna giren bir şahsın, kalbini istilâ eden heybet sebebi ile kendinden geçtiği, meclis ehlinden gafil olduğu, hatta bazen bu saygıdeğer zatın mevcudiyetinin bile farkına varamaz bir hale geldiği müşahede edilir, öyle ki, bu adama oradan çıktıktan sonra, meclisin biçimi, o değerli zatın hal ve hareketleri ve kendisinin oradaki davranışları ve heyeti hakkında soru sorulsa, hiç bir şeyden haber veremez.

 Allah Teâlâ Yusuf suresinde buyurur ki: “Kadınlar Yusuf’u görünce onu gözlerinde o kadar büyüttüler ki, güzelliği karşısında hayrete düşerek ellerini doğradılar ve bunun farkına varamadılar.” Yani Yusuf’u (a.s.)  görünce ilk anda kesilen ellerin acısını duymadılar, halbuki kadınlar insanların en zayıfıdırlar ve onun için de acıya dayanamazlar. Şaşkın haldeki kadınlar: “Bu insan değildir melektir diyerek kendinden geçerse, aradan hicap kalktıktan sonra Hakk Sübhânehû ve Teâlâ’yı temaşa eden kul hakkında ne düşünülür! Bu durumdaki kul, kendinden geçse, hemcinsinden gafil olsa bunda şaşılacak ne var!

 Cehlinden fâni olan, ilmi ile baki olur; şehvet ve arzudan fâni olan, Allah’a dönüş hâli ile baki kalır; dünyaya rağbet etmekten fâni olan, zühd ile baki olur; hevâ ve hevesinden fâni olan, Allah Ta-âlâ’nın irâdesi ile baki olur. Diğer bütün sıfatlar için de aynı şey söylenebilir.

 İzah edilen şekilde kul beşerî sıfatlardan fâni olunca, bu hâlden “Fenâsı sayesinde fenâsını görmeme” derecesine yükselir. Bir sûfî şu şiiri okuyarak bu hâle işaret etmiştir: “Bir gurup sûfî sahrada şaşkın bir vaziyette kaldılar. Başka bir gurup aşk meydanında hayrete düştü. Bunlar yok edildiler, sonra yine-yok” edildiler, sonra yine yok edildiler! Sonra Rablarına yakın olma manasına gelen bekâ hâli ile ibkâ edildiler.”

 Bu şiirdeki ilk fenâ kulun kendinden ve sıfatlarından fâni olarak Hakk’ın sıfatları ile baki olmasıdır. İkinci fenâ Hakk’ı temaşa eden kulun Hakk’ın sıfatlarından da fâni olmasıdır. Üçüncü fenâ, Hakk’ın vücudunda yok olan kulun kendi fenâsını görmesinden de fâni olmasıdır.

 

 Kuşeyrî Risâlesi

Top