Ârifler sultanı Bayezid-i Bestâmî (k.s) buyurdu ki: “Benim zamanımda, kemâl derecesine erişmiş yetmiş bin velî vardı.
Eğer bir velinin Kutub olma kapasitesi yoksa her ne kadar ulu velilerden olsa da istemekle, temenni etmekle ona Kutubluk makamı verilmez.
Ârifler sultanı Bayezid-i Bistâmî (k.s) buyurmuştur ki:
“Benim zamanımda, kemâl derecesine erişmiş yetmiş bin velî vardı. Bunların her biri ibadet, riyâzet, keşif ve kerâmet sahibiydi. Onlardan daha alt düzeyde olmak üzere birçok velî vardı. Fakat o asrın Kutbu, henüz keşif mertebesine erişmemiş, okumasız-yazmasız (ümmî) bir demirci ustasıydı. Bu usta gece-gündüz çocuğunu geçindirmek için demircilik zanaatıyla uğraşırdı.
Ben ise hayretler içinde ‘acaba Kutupluğun sırrı nedir ki, bunca velîye verilmeyip de bir ümmîye, henüz basiret gözü açılmamış bir demirci ustasına verilmiştir?’ diye şaşkınlıkla soruyordum.”
Bir gün adı geçen demircinin dükkânına gittim, selâm verdim. Demirci yanıma gelip elimi öptü. Benden, kendisine dua etmemi istedi. Ben de ona dedim ki:
“Ben, senin ayaklarını öpeyim. Sen bana dua et!”
Bu zat bana şu cevabı verdi:
“Ama sana dua etmekle, benim içimdeki derdim, dermân bulmaz…”
O zata dedim ki:
“Acaba derdiniz nedir? Bize haber verseniz, belki çaresine bakarız?”
O zat:
“Acaba mahşerde, bu kulların hali nice olur?” diye hüngür hüngür ağlamaya başladı. Onun içinin derdi beni de etkiledi, beraber ağladık. O esnada bana şöyle seslenildi:
“Bunlar NEFSÎ NEFSÎ… diyenler değildir. ÜMMETÎ, ÜMMETÎ diyenlerdendir.”
Derhal kalbimdeki şaşkınlık ortadan kalktı. Anladım ki bu zâtların yetenekleri farklıdır. Bunlar, MUHAMMEDÎ kalıbına dökülmüş, MUHAMMEDÎ GERÇEKLİĞE mazhar olmuş kimselerdir.
Fakat bu kişi, henüz keşif derecesine erişemediği için Kutub olduğunun farkında değildi. Ona dedim ki:
“İnsanların azap görmesinden size ne erişir?”
Buyurdular ki:
“Ey kardeş! Benim fıtratım, şefkat ve merhamet suyuyla yoğrulmuştur. Bu yüzden cehennemin bütün azabı bana yüklenip diğer insanları affetseler bundan memnun olurum.”