Müslümanlar arasında ne gaibden haber veren kâhinler, ne de geleceği okuyan falcılar vardı.
Müslümanlar arasında ne gaibden haber veren kâhinler, ne de geleceği okuyan falcılar vardı.
Rasûlullâh (s.a.s), putperestlik ve büyücülükle ilgili formüllere başvurulmaması koşuluyla, hastalara “okunmasına” ses çıkarmıyordu. Kimi insanların, sahip oldukları sağlam ve derin inançları sayesinde, rahatsızlık duyulan bazı hastalıklara karşı etkili oldukları görülmektedir.
Bir gün, çölde oturan bir bedevîyi akrep ya da yılan sokmuş ve o sırada oradan geçmekte olan seyahat halindeki bazı Müslümanlardan, bu adamın iyileştirilmesi için ona okumaları rica edildi. İçlerinden biri şöyle dedi:
“Az önce sizden, bize yakınlık ve misafirperverlik göstermenizi istediğimizde reddetmiştiniz. Şimdi biz de karşılıksız sizin hastanızı okumak istemiyoruz.”
O zaman kendisine bir bahşiş vaat edildi; o da kalkıp bedevi üzerine, Kur’ân’ın ilk suresi olan Fâtiha’yı okuyarak yılanın soktuğu yere tükürdü. Hasta iyileşti; bunun üzerine bedeviler mükâfat olarak çok sayıda koyun hediye ettiler. Müslümanlar yolculukları bitip de Medine’ye varınca, alınan bu ödülün meşru olup olmadığını Rasûlullâh’a sordular. O da, bu Müslümanların sadece Kur’an ayetlerini okumuş olduklarından emin olunca çok memnun kaldı ve şaka yollu şöyle buyurdu:
“Bu kazancınızı bölüşünüz ve ondan bana da bir pay ayırınız.”(1)
Başka bir gün, Temim kabilesinden bir Müslüman bazı Bedevilerle karşılaştı; bunlar, ancak zincire vurularak zapt edilebilen bir akıl hastasının tedavisi için “okuyacak” birini arıyorlardı. Temîmli Müslüman, sabah ve akşam olmak üzere günde iki kez Fâtiha’yı okuyup hastanın üzerine üfürdü. Bu okuma işi art arda üç gün devam etti. Hasta gerçekten iyileşti ve bunun üzerine bu Temimliyi ödüllendirmek istediler. O tereddüt etti ise de, sonunda çekinerek kabul etti. Medine’ye dönünce, hemen Rasûlullâh’ın huzuruna varıp bu konudaki görüşünün ne olduğunu sordu.
Râsûlullâh, bu tür bir “okuma”nın uygun olduğunu söyleyerek, alınan mükâfatın meşru olduğunu bildirdi.(2)