Muridan
Nasuh Tevbesi - Abdullah DEMİRCİOĞLU

Nasuh Tevbesi - Abdullah DEMİRCİOĞLU

“Ey iman edenler, nasûh tevbesiyle Allah’a tevbe edin.”[1]

            “Nasûh” demek; yürekten, ihlasla, tam bir pişmanlıkla tevbe etmek demektir. Vücudumuz, eller ve yüzler kirlendiği gibi kalpler de kirlenir ve kararır. Peygamberimiz (s.a.s): “Bir kul, günaha girdiğinde kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer tevbe etmez de günaha devam ederse, işte o zaman Allah’ın Kur’ân’da buyurduğu gibi olur: “Hayır! Onların kazandıkları kalplerine küf bağlamış, köreltmişlerdir.”[2] Günahlardan tevbeye devam etmek kurtuluşa sebeptir. Berâ b. Azib’den rivayet olunmuştur. Rasulullah (s.a.s) bir adama şöyle tavsiye etmiştir: “Yatağına yattığında, Allah’ım kendimi sana teslim ettim, yüzümü sana döndüm, işimi sana havale ettim, sırtımı sana dayadım, senden korkarak, rahmetini umarak. Senden başka sığınılacak yer yoktur. Gönderdiğin peygambere, indirdiğin kitaba iman ederim, der ve bu haldeyken ölürse fıtrat üzere ölür. Yani doğduğu günkü gibi günahsız ölür.”[3] buyurmuştur.

            Dualarımız da tevbelerimiz de samimi olmalıdır. Öyle tevbe etmeliyiz ki, o günah ile bizim aramızda kale surlarından daha sağlam ve geçilmez barikatlar olsun. Tevbelerde gözyaşı olsun, samimiyet olsun. Tevbelerini oyuncak edenlere, şeytanlar da insanlar da gülerler.

            Niyetler hâlis, tertemiz olmalı. Dualar da öyle. En güzel dualar Kur’ân-ı Kerim’de ve Sünnet’te mevcuttur. Yalan yanlış dualar, aslı astarı olmayan, özellikle internet üzerinden yapılan dua güzellemelerine itibar edilmemelidir. Tevbe ederken “estağfirullah” veya “estağfirullah el-azîm ve etûbu ileyh” şeklinde denilir. Yahut da Rasulullah (s.a.s) tarafından bize öğretilen ve tevbenin seyyidi, ulusu olarak bilinen “Seyyidü’l-istiğfar” duası yapılır. O da “Allâhümme ente Rabbî…” diye başlayan duadır. Günde yetmiş, bir diğer rivayetle yüz defa tevbe eden Rasullullah (s.a.s) Efendimizin duası ile dua ve tevbe edilmelidir. Belli bir tesbihi, virdi olanlar bile bunlara ilave olarak sabah ve akşam üçer defa seyyidü’l-istiğfarı yapsalar çok iyi olur. O (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Günahlarına tevbe eden, günah işlememiş gibidir.”[4]

            Cenâb-ı Allah yüce kitabında “Rabbinizin yerlerden, göklerden daha geniş olan ‘MAĞFİRETİNE’ koşunuz.” buyurmaktadır. Tevbe kapısı genelde, kıyamet gününde, güneş batıdan doğuncaya kadar açıktır. Özelde de yani şahıs planında ölüm gelip çatıncaya kadar yapılan tevbeler kabul olur. Rasulullah (s.a.s) bu hususu “HATTÂ YUĞARGIR” tabiriyle ifade etmişlerdir. Yani can hulkume gelinceye kadar demektir. Ölüm anında kişinin boğazından ruhunun çıkması anında hırıltılı bir sesin çıkışına kadar tevbeler geçerlidir. Ama kişi o anda kendisi tevbe edebilir mi edemez mi o da ayrı bir husustur. Tevbeleri o anlara kadar bırakmamalıdır. Ölüm anlarının nasıl olduğunu Kur’ân haber veriyor. Hele de kâfirlerin halleri korkunç olur. Buna canlar, yürekler dayanmaz. Dünya dediğin nedir ki… Övünmeye, kibirlenmeye değmez. İranlı şairin dediği gibi;

Gırre çişevi bemeskenu kâşane ber / Onur ki hasılet eşefsâne…

(Mesken/ev ve saraylarla niçin övünüyorsun ki / Sonu efsane -bir varmış bir yokmuş- ömür üzerine)

            İşte bu, ömür dediğin. Şair bu sözü söyleyeli çok zaman oldu. Hâlâ toprak altında bekliyor. Bu bekleyişin sabahı ancak ve ancak kıyâmettir. Bu 6-7 saat uykunun arkasından gelen bir gece değildir. Gâfillere, zâlimlere kısacası topyekûn İslâm dininden başka olanların hepsine ithâf olunur. Müslümanlar da çokça tevbe, istiğfâr ve dua etsinler. Özellikle tövbe ve istiğfâr edilmeyen günahlardan insanlığın üzerine yağan belâ ve musibetlerden ibret alsınlar. Hayat imtihandır. Belâ ve musibet gelince umûmî gelir. Sonra da herkes ameline göre hesaba çekilir.

            Kur’ân-ı Kerim’de ve hadislerde işaret olunduğuna göre, geçmişteki helâk olanların birçokları işledikleri günahları sebebiyle mahvolmuşlardır. Gece yarıları, uykunun en tatlı olduğu zamanlarda yeryüzünden silinmişlerdir. Günahlar ne kadar ağır ise cezalar da ona göre olmuştur. Yani “el-cezâü min cinsi’l-amel” değişmez kaidesine göre yok olma, dünya sahnesinden silinme gerçekleştirilmiştir. Bu yok olma yüce kitabımızda; “Sanki (bir gün önce) onlar orada (o köylerde, o mekânlarda) hiç yaşamamış gibi oldular.” (Ankebût 29/37) şeklinde anlatılmaktadır. Yine “Üzerlerine tek bir ses yolladık da onlar, hayvanların önlerine atılmış kupkuru bir ot yığını gibi oldular.” (Kamer 54/31) şeklinde olayları korkunç bir şekilde haber vermektedir. Örnekleri çoğaltmak mümkündür.

            Kader-i İlâhî’de ne yazılmışsa onlar mutlaka olacaktır. Zelzeleler, seller, yerden gökten gelecek musibetler kıyâmete kadar devam edecektir. Tevbe ve istiğfara sarılalım, kurtuluşa erelim…

 


[1] Tahrim Sûresi 66/8

[2] Mutaffifin Sûresi 83/14

[3]Nesâî, Amelü’l-yevmi ve’l-leyl, bâb 219.

[4]İbn Mâce, Sünen Kitâbü’z-zühd, bâb 30.

Top