Muridan
Müʼmin Ülfet Eden ve Kendisiyle Ülfet Edilendir

Müʼmin Ülfet Eden ve Kendisiyle Ülfet Edilendir

Sehl b. Sa’d es-Saîdîʼden (r.a.) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Mümin kendisiyle ülfet edilendir. İnsanlarla ülfet etmeyen ve kendisiyle ülfet edilmeyende hayır yoktur”. (Ahmed b. Hanbel, II, 400).

Hz. Peygamber (s.a.s.) birçok hadisinde müminlerde bulunması gereken özelliklerden bahsetmektedir. Bunlardan bir kısmı iman/itikatla bir kısmı amel/uygulamayla ilgilidir. Bir kısım özellikler ise insan olması hasebiyle müminde bulunması gereken hususiyetlerdir. Sehl b. Sa’d es-Saîdî tarafından aktarılan bu rivayette de bir insanın diğer insanlarla olan münasebetlerinde kendinde bulunması gereken özelliklerden birine işaret edilmektedir. Bu da ülfet etme ve kendisiyle ülfet edilmedir.
 
Ülfet kelime anlamı hakkında sözlükler birkaç ihtimal üzerinde durmaktadırlar. Bunların ilk bağlanmak anlamıdır. (İbn Manzûr, Lisânuʼl-arab, IX,10.) Bu durumda mümin öyle bir kimsedir ki kendisiyle münasebette bulunan kişi ondan ayrılmak istemez. Onunla tanışan ona bağlanır. Aralarında bir bağ oluşur. Bu suretle sarsılmaz bir yapı oluşturur gibi anlamlara geldiği söylenebilir. Bu mana Kurʼan-ı Kerim’deki müminlerin birlikteliğini ifade için kullanılan birbirine kenetlenmiş yapı anlamındaki bünyan-ı mersûs ifadesi ile de benzerlik arz etmektedir (Saff, 61/4.) Bu manada Hz. Peygamber (s.a.s.) de “Mümin mümine karşı birbirine kenetlenmiş binalar gibidir.” (Buhari, Salat, 88.) buyurarak aynı hususun altını çizmiştir.
 
Sözlüklerde ülfet kelimesine dair verilen ikinci mana ise ünsiyet kurma, uyum sağlama şeklindedir. (İbn Manzûr, Lisânuʼl-arab, IX,10.) Arapçada insan kelimesinin de ünsiyet kökünden türediğine dair değerlendirmelerle birlikte düşünüldüğünde müminin insanlık vasfını taşıması gerektiğine dair bir vurgunun yapıldığı ifade edilebilir. Bu çerçevede iman etmiş bir kişinin kendini diğer insanlardan farklı görmesinin, onlardan ayrı bir yaşam sürmeyi düşünmesinin, bu sebeple sosyal hayattan uzaklaşmasının doğru olmadığı Hz. Peygamberʼin vermek istediği mesajlardan sayılabilir.
 
İnsanlarla ünsiyet kurmak ve kendisiyle ünsiyet kurulabilmesi için gerekli olan en önemli husus güzel ahlaklı olmaktır. Bu açıdan düşünüldüğünde Hz. Peygamberʼin üzerinde durduğu hususların çoğunun güzel ahlak çerçevesinde bir takım genel ilkeler olduğunu da akılda tutmak gerekir. Diğer bir ifade ile İslam zaten güzel ahlak sahibi olmayı bir ideal olarak ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber de bizzat hayatında bunun canlı misallerini insanlığa sunan en güzel örnek olmuştur. Hz. Peygamber’in bu güzel ahlakı sebebiyle insanların kendisinden uzaklaştığına dair herhangi bir tavır nakledilmiş değildir. Bilakis en azılı düşmanları bile Hz. Peygamber ile sürekli iletişim içinde olmuştur. Hz. Peygamber de insanların gözü önünde bir yaşam sürmüştür.
 
Bir devlet başkanı olarak devleti idare etmiş, imam olarak camide namaz kıldırmış, tüccar olarak ticaret hayatında yer almış, bir eş olarak hanımlarıyla münasebette bulunmuş, çocuklarına babalık yapmış, savaş meydanlarında bir kahraman olarak kılıç sallamış, büyük stratejik hamlelerle ordusunu yönetmiş, çocuklarla oyunlar oynamış, sırdaşları, dostları olmuş, onlarla uzun muhabbetlerde bulunmuş vs. hayatın her aşamasında mutlaka yer alarak kendisine verilen ömrü ve görevi tamamlamıştır.
 
Bu sebeple bir müminin insanların kendisinden uzaklaşmak istemesine sebep olacak tavır ve ahlak içinde olmaması gerektiği, yine insanlardan kendini müstağni sayarak kenara çekilip sadece kendi başına bir hayat süremeyeceğini bizzat yaşantısıyla ortaya koyan Peygamber Efendimiz, bu gibi sözleriyle de ümmetini irşat etmiş ve kendisi gibi bir yaşam sürmeleri gerektiğini salık vermiştir.
 
Dolayısıyla bir müminin yaşadığı toplumda sevilen, kendisiyle muhabbet edilmek istenen, hayatın her aşamasında birlikte olunmaktan mutluluk duyulan bir kişi olması gerektiği Hz. Peygamber tarafından vurgulanmıştır. Ancak bu ünsiyet kurma ve kendisiyle ülfet edilmesi, insanların hoşlarına gidecek söz ve eylemlerde bulunması anlamında anlaşılmamalıdır. Ülfetin de bir hukukunun olduğu unutulmamalıdır. Çünkü dinde esas olan Allahʼa masiyet olarak kabul edilebilecek bir hususta hiçbir kimseye itaat etmemektir. Bu itibarla mümin her konuda olduğu gibi insani ilişkilerinde de dini ölçülere riayet ederek toplumda saygın bir kişiliğe sahip olmak durumundadır. İnsanlarla ülfet etme adına dinde hoş görülmeyen tavır ve davranışlara yönelmek Hz. Peygamberʼin kesinlikle müsaade etmeyeceği bir husustur.
 
Bu çerçevede insanların hoşnutluğunu kazanmak için dinen meşru olmayan yollara giren, haram olan bir takım tavırlara tevessül edenler Hz. Peygamber tarafından sert bir şekilde uyarılmışlardır: “Yazıklar olsun insanları güldürmek için yalan sözler söyleyene! Yazık ona, yazık ona!”
(Ebu Davud, Edeb, 80.)
 
Ülfet ve muhabbet aslında kalbin amelidir. Dolayısıyla kalpler ve ruhların birbiriyle ülfeti söz konusudur. Bunun için de kalbî bir benzerlik, beraberlik gerekmektedir. Hayatının yegâne gayesi Müslümanca yaşamak olan biri yine kendisi gibi ulvi bir amaca yönelmiş ruhlarla ülfet edecektir. Hayatını süfli işlerle heder edenler ise yine kendileri gibi insanlarla daha iyi anlaşmaktadırlar. Bu sebeple hayatımızı İslam’ın esaslarına göre düzenlersek etrafımızda da bu özellikteki insanlar bir araya gelecektir. Bir hadis-i kutside ifade edildiği üzere Allah bir kulunu yaptığı ibadet ve taatlar sebebiyle sevince kendi katındaki meleklere de bu kulunu sevmelerini emreder ve yeryüzündeki insanların gönlünde de bu kişiye karşı ülfet ve muhabbet meydana gelir. (Buhari, Edeb 41.) Hadiste anlatılan husus belki mecazi bir anlatım olabilir. Ancak verilen mesaj, Allahʼın sevgisini kazanıp onunla ülfet edenlerin dünyada da aynı özellikteki müminlerle bir bağının oluşacağıdır.
 
Allah Azze ve Celle bizleri de kendi rızasına uygun bir hayat sürerek sevdiği kullarıyla ülfet eden, kendisiyle de ülfet edilen kulları arasına katsın! Âmin.
 
Hadisten Öğrendiklerimiz
 
1.Mümin insanlardan uzak bir hayatı kendine yaşam tarzı olarak belirleyemez.
 
2.Güzel ahlakı sebebiyle insanlar hakiki bir müminle bir arada olmak, onunla sosyal ilişki içinde bulunmak isteyecektir.
 
3.İnsanların hoşlanmayacağı tavır ve davranışlar içinde olmak mümine yakışmaz.
 
 
*Doç.Dr. Abdulvahap Özsoy /dergi.diyanet.gov.tr

Top