İbrâhim b. Edhem, Belh ülkesinin saltanat ve debdebeye düşkün olan hükümdarıydı. Onu bu düşkünlükten kurtarıp âhiretini de ihyâ edebilmesi için devrin ârif ve sûfîlerinden zaman zaman kendisine ibretli ikazlar yapılıyordu.
Nitekim meşhur rivâyete göre bir gece sarayının damında birtakım acayip gürültüler duymuş, uyuyamayıp merakla seslenmişti:
- Orada ne yapıyorsunuz? Garip bir cevap verildi:
- Devemizi kaybettik, onu arıyoruz! İbrâhim b. Edhem kızdı:
- Damda deve aranır mı hiç? Bu seferki cevap ise pek mânidar ve ibretliydi:
- Ey İbrâhim! Damda deve aranmayacağını biliyorsun da, şu yaşadığın dünyevî şatafat ve debdebe içinde ebedî saadetin aranamayacağını niçin düşünmüyorsun?
Diğer ibretli ikazlara nazaran bu sözler, İbrâhim b. Edhem'e bir hayli tesir etti. Ancak bir müddet sonra bunu da unuttuğundan hâlinde herhangi bir değişiklik görülmedi. Günler böylece gelip geçerken İbrâhim b. Edhem, bir gün maiyetiyle birlikte ceylan avına çıktı. Bir ara maiyetinden ayrıldı. Pür-dikkat iyi bir av arıyordu ki, kulağına "Uyan!" diye bir ses geldi. Pek aldırmadı. Aynı ses bir daha tekrarlandı, sonra bir daha... Sonra her taraftan benzer sesler duymaya başladı. Sesler: "Ölüm seni uyandırmadan, sen kendin uyan!" diyordu. İbrâhim b. Edhem, hem şaşırdı hem de korktu. Ancak o sırada karşısına güzel bir ceylan çıktı. Bunun üzerine İbrâhim b. Edhem o nazlı hayvanı avlama heyecanına düştü. Biraz evvel duyduğu sözleri unutup sadağından bir ok çıkardı ve yayına sürdü. Nişan aldı. Tam oku fırlatacaktı ki, nazlı ceylan gözlerini İbrâhim b. Edhem'e dikip dile geldi: "Ey İbrâhim! Rahmân olan Allâh, beni avlayasın diye mi seni yarattı?" İbrâhim b. Edhem baştan ayağa titredi. Gözleri bulut bulut oldu, atından atlayıp secdeye kapandı, tevbe etti. Cenâb-ı Hakk'a yalvardı: "Ey lütf u keremi sonsuz olan Allâh'ım! Benim hâlime de nazar kıl! Nice zamandır debdebe içinde ömür nefeslerimi zayi etmişim... Ey Allâh'ım! Lütfunla gönlümü yıka, kalbimde muhabbetinden başka bir şey bırakma!"
Artık İbrâhim b. Edhem, gözlerini bambaşka bir âleme açmış, ilâhî bir iklimin temâşâsına dalmıştı. İşte bu temâşâ, ondaki diğer güzellik telâkkîlerini tamamen silivermişti. Böylece her sabah ihtimamla giydiği saltanat elbiseleri ve göğsünü kabartan Belh sultanlığı, artık gönlünde bütün ihtişâm ve süsünü, hâsılı bütün ehemmiyetini kaybetti ve gözüne iğreti görünmeye başladı. Bu hâlet içinde gözleri tevbe yaşlarıyla nemli, yüreği nedâmet ateşleriyle yanık olan İbrâhim b. Edhem, sahrâlara doğru yola koyuldu. Hayli yürümüştü ki, bir çobana rastladı. Derhal yanına vardı ve kendi libâsına mukâbil onun abasını alıp üstüne geçirdi. O anda gönlünde büyük bir rahatlık hissetti. Çoban ise bu hâl karşısında şaşkına dönmüştü. İçinden: "Padişahımız herhâlde aklını yitirmiş olmalı..." diyordu. Oysa İbrâhim b. Edhem aklını yitirmemiş, bilâkis aklı başına gelmişti. O, ceylan avına çıkmış, ancak Allâh Teâlâ onu bir ceylan ile uyandırmıştı...