Muridan
Kendi Dilinden Müslüman Oluşu

Kendi Dilinden Müslüman Oluşu

Selman-ı Fârisî, Abdullah b. Abbas’a Müslüman oluşunu şöyle anlatır: “Ben; Isbahan halkından ve Ceyy denilen karyeden bir Farslı idim. Babam bu karyenin dihkanı, muhtarı idi.

 

  Ben onun yanında Allah’ın yaratıklarının en sevgili olanı idim.

 O beni bu aşın sevgisinden dolayı yanından hiç ayırmaz, kız hapseder gibi evinde hapsederdi.

 Mecusîliğe (ateşperestliğe) kendimi o kadar kaptırmıştım ki, ateşgedeye bakma, ateş yakma işini bile üzerime almıştım.

 Onun bir an olsun sönmesine meydan vermezdim.

 Babamın büyük bir çiftliği vardı. Kendisi bir gün inşaat işiyle uğraşıyordu. Bana:

 ‘Oğulcağızım! Ben bugün hep yapı işiyle uğraşacağım, çiftliğe gitmekten geri kalacağım. Oraya sen git!’ dedi ve bana, oradan kendisinin yapmayı istediği bazı şeyleri de emretti. Sonra da, bana:

 ‘Sakın ha! Oralarda oyalanıp da beni gözletme!

 Çünkü, gecikirsen, beni çiftliğimden daha çok sen merakta bırakır, her işimden alıkorsun!’ dedi.

 Babamın beni göndermek istediği çiftliğe gitmek üzere yola çıktım.

 Yolda Hıristiyan kiliselerinden bir kiliseye rastladım.

 Seslerini işittim.

 Hıristiyanlar içeride ibadet ediyorlardı.

 Babam beni hep evinde hapsedip hiç dışarı bırakmadığı için, insanların ne gibi işler yaptıklarını, ne gibi dinler tuttuklarını bilmezdim.

 Rastladığım kilisedeki Hıristiyanların seslerini işitince, ne yapıyorlar bir bakayım, diye yanlarına vardım.

 Yaptıklarını seyrettim. İbadetleri çok hoşuma gitti. Dinlerine imrendim.

 ‘Vallahi, bu bizim tuttuğumuz dinden daha hayırlıdır’ dedim ve güneş batıncaya kadar onların yanını bırakmadım.

 Babamın çiftliğini bıraktım. Çiftliğe hiç gitmedim.

 Onlara:

 ‘Bu dinin aslı, kökü nerededir?’ diye sordum.

 ‘Şam’dadır’ dediler.

 Artık, akşamleyin, babamın yanına döndüm.

 Babam adam gönderip beni aratmış, babamın işi gücü beni aratmak olmuş.

 Yanına geldiğim zaman, babam:

 ‘Oğulcuğum! Nerede idin?! Sen benim vermiş olduğum emirlere göre hareket edecek değil mi idin?!’ dedi.

 Ona:

 ‘Babacığım! Kiliselerinde ibadet eden bazı kimselere rastladım. Onların dinlerine ait şeyleri gördüm. Çok hoşuma gitti. Vallahi, güneş batıncaya kadar yanlarından ayrılamadım’ dedim.

 Babam:

 ‘Oğulcuğum! O dinde hayır yoktur. Senin dinin ve atalarının dini ondan daha hayırlıdır’ dedi.

 Babam, benim kaçacağımdan korkup, ayağıma bir bukağı vurdu, sonra da beni evinde hapsetti.

 Kilisedeki Hıristiyanlara adam gönderdim.

 ‘Yanınıza Şam’dan bir ticaret kafilesi geldiği zaman bana haber verin’ dedim.

 Yanlarına Şam’dan, Hıristiyan tüccarlarından bir kafile gelince, bana haber verdiler.

 Onlara:

 İşlerinizi bitirdiğiniz, memleketinize dönmek istediğiniz zaman bana haber verin’ dedim.

 Onlar memleketlerine dönüp gitmek istedikleri zaman bana haber verince, ayağımdan demir bukağıyı çıkarıp attım.

 Onlarla birlikte Şam yolunu tuttum, Şam’a geldim.

 Şam’a gelince:

 ‘Şu din adamlarının ilim yönünden en üstünü kimdir?’ diye sordum.

 ‘Kilisedeki piskopostur’ dediler.

 Yanına gittim. Ona:

 ‘Ben bu dine girmek, senin yanında bulunmak, kilisede hizmet etmek, Hıristiyanlığı senden öğren­mek, seninle birlikte ibadet etmek istiyorum’ dedim.

 Bana:

 ‘Kiliseye gir!’ dedi.

 Onunla birlikte içeri girdim.

 Şam Piskoposu kötü bir adamdı.

 Sadakalarını getirip vermelerini Hıristiyanlara emir ve onları buna teşvik eder, yanında toplanan şeylerden bir kısmını ise kendisi için gizler, yoksullara birşey vermezdi.

 Hatta böylelikle yedi küp dolusu altın ve gümüş biriktirmişti!

 Onun böyle yaptığını gördükçe, kendisine son derecede kin tutuyordum. En sonunda, adam öldü.

 Hıristiyanlar onu gömmek için toplandılar.

 Onlara:

 ‘Bu kötü bir adamdı. Sadaka vermenizi emir ve teşvik eder, onları kendisine getirdiğiniz zaman ken­disi için saklar, yoksullara onlardan bir şey vermezdi!’ dedim.

 Bana:

 ‘Sen bunu nereden biliyorsun?’ diye sordular.

 Onlara:

 ‘Ben size onun mal gömüsünü gösterebilirim’ dedim, gömünün yerini gösterdim.

 Oradan, içinde altın ve gümüş dolu yedi küp çıkardılar.

 Bunu görünce:

 ‘Vallahi, biz onu hiçbir zaman gömmeyiz’ dediler.

 Onun ölüsünü astılar ve taşa tuttular!

 Onun yerine, kiliseye başka bir din adamı getirdiler.

 Beş vakit namaz kılmayanlar içinde, ben ondan (yeni din adamından) daha faziletli, dünyayı onun kadar hiçe sayan, ahirete onun kadar uyanık, gece gündüz ibadete onun kadar düşkün bir kimse görmedim.

 Ondan önce hiç kimseyi, onu sevdiğim kadar da sevmedim!

 Sonra bu zât ölüm döşeğine düştü.

 Kendisine:

 ‘Ey filan! Ben senin yanında bulundum.

 Senden önce hiç kimseyi, seni sevdiğim kadarda sevmedim!

 Görüyorsun ki, sana Yüce Allah’ın emri gelmiş; bana tavsiye ve ne yapmamı emredersin?’ dedim.

 Bana:

 ‘Oğulcuğum! Bugün, benim yolum ve gidişatımda olan bir kimse bilmiyorum.

 İyi din adamlan hep ölüp gittiler.

 Yaşayanlar da, dinin öteden beri tatbik edegeldikleri hükümlerini değiştirdiler ve onların çoklarını da bıraktılar.

 Yalnız Mevsıl’da [Musul] bir zât vardır ki, filandır.

 O, benim tuttuğum yol ve bulunduğum hal üzeredir.

 Sen onun yanına git!’ dedi.

 Bu muhterem zât öldüğü ve gömülüp ortadan kaybolduğu zaman, Mevsıl’daki arkadaşının yanına vardım.

 Yanına varınca:

 ‘Ey filan! Filan zât, öleceği sırada, senin de kendisinin yolunda ve halinde olduğunu bana haber verdi ve yanına gitmemi tavsiye etti’ dedim.

 ‘Olur! Yanımda otur!’ dedi.

 Yanında kaldım. Onu da, öbür arkadaşının yolunda ve halinde, çok hayırlı buldum.

 Fakat, çok geçmeden o da öldü.

 Öleceği sırada, kendisine:

 ‘Ey filan! Filan zât seni bana tavsiye ve yanına gitmemi emretmişti.

 Görüyorsun ki; sana da Allah’ın emri gelip çatmış bulunuyor.

 Senden sonra kimin yanına gitmemi bana tavsiye ve ne yapmamı emredersin?’ dedim.

 Bana:

 ‘Oğulcuğum! Vallahi, ben Nasîbin’deki [Nusaybin] filan zâttan başka, bizim yolumuz ve gidişatımız­da bir kimse daha var mı bilmiyorum.

 Sen, benden sonra onun yanına git!’ dedi.

 Mevsıl’daki din adamı öldüğü ve gömülüp ortadan kaybolduğu zaman, Nasîtıin’deki arkadaşının yanına vardım. Durumumu ona anlattım. Mevsıl’daki arkadaşının bana ne gibi emir ve tavsiyede bulun­duğunu bildirdim.

 Bana:

 ‘Olur! Yanımda otur!’ dedi.

 Yanında kaldım.

 Onu da, önceki iki arkadaşının yolunda ve halinde buldum. Bu yararlı zâtın da yanında ve hizmetinde bulundum.

 Vallahi, çok geçmeden, Nasîbin din adamına da ölüm geldi çattı.

 Kendisi ölüm döşeğine düşünce:

 ‘Ey filan! Filan zât bana kendisinden sonra falan zâtın yanına gitmemi tavsiye etmişti.

 Falan zât da, kendisinden sonra senin yanına gitmemi bana tavsiye etti.

 Sen bana, senden sonra kimin yanına gitmemi tavsiye ve ne yapmamı emredersin?’ dedim.

 Bana:

 ‘Oğulcuğum! Vallahi, Rum topraklarından Ammûriye’deki zâttan başka, yanına gitmeni sana emre­deceğim, bizim yolumuz ve gidişatımızda bir kimse daha kaldığını bilmiyorum. O zât tıpkı bizim yolumuz ve gidişatımızdadır.

 İstersen onun yanına git! İşte o bizim yolumuz ve gidişatımızdadır’ dedi.

 Nasîbin din adamı öldüğü ve gömülüp ortadan kaybolduğu zaman, Ammûriye’deki arkadaşının yanına vardım.

 Durumumu ona da anlattım.

 Nasîbin’deki arkadaşının bana ne gibi emir ve tavsiyede bulunduğunu bildirdim.

 Bana:

 ‘Olur! Yanımda otur!’ dedi.

 Öteki arkadaşlarının doğru yolları ve gidişatlarında olan bu hayırlı zâtın da yanında ve hizmetinde bulundum.

 Ammûriye’de az çok birşeyler de kazandım.

 Hatta biraz davarlarım ve ineklerim de vardı.

 En sonunda Ammûriye din adamına da Allah’ın emri geldi çattı.

 Kendisi ölüm döşeğine düşünce, ona:

 ‘Ey filan! Ben filanın yanında idim.

 O bana kendisinden sonra falan zâtın yanına gitmemi tavsiye etti.

 Sonra, falan zât bana kendisinden sonra filan zâtın yanına gitmemi tavsiye etti.

 Filan zât da bana kendisinden sonra senin yanına gitmemi tavsiye etti.

 Şimdi sen bana senden sonra kimin yanına gitmemi tavsiye ve ne yapmamı emredersin?’ dedim.

 Bana:

 ‘Oğulcuğum! Vallahi, bugün yeryüzündeki insanlardan yanına gitmeni sana emir ve tavsiye ede­bileceğim, bizim yolumuz ve gidişatımızda hiçbir kimse bulunduğunu bilmiyorum!

 Fakat, ahir zaman peygamberinin gelmesi çok yaklaşmış, gölgesi üzerimize düşmüştür!

 O peygamber İbrahim Aleyhisselamın dini üzere gönderilecektir!

 Kendisi Arap toprağında ortaya çıkacak, iki kara taşlık arasındaki, hurma bahçeleri bulunan biryere hicret edecektir!

 O, hediyeden yer, sadakadan yemez!

 Onun iki dalı arasında da, peygamberlik mührü vardır!

 Eğer o diyarlara gitmeye gücün yeterse, git; hemen yola düş!’ dedi.

 Nihayet, Ammûriye din adamı da öldü ve gömülüp ortadan kayboldu.

 Bundan sonra, Ammûriye’de, Allah’ın dilediği kadar oturdum.

 Sonra, Kelb kabilesinden, ticaretle uğraşan bazı kimseler bana rastladılar.

 Onlara:

 ‘Beni Arap diyarına götürünüz de, şu davarlarımı, şu ineklerimi size vereyim’ dedim.

 ‘Olur!’ dediler.

 Verdim ve beni yanlarında götürdüler.

 Vâdi’l-kurâ’ya erişince, bana zulmettiler. Beni köle olarak bir Yahudiye sattılar.

 Yahudinin yanında bir müddet kaldım.

 Vadi’l-kurâ’daki hurma ağaçlarını görünce:

 ‘Burası Ammûriye’deki efendimin bana tarif ettiği, ahir zaman peygamberinin göçeceği yer mi ola?’ diye ümiüendimse de, buna kalbim pek de yatışmadı.

 Ben Vâdi’l-kurâ’da Yahudi ağamın yanında bulunduğum sırada, Kurayza oğulları Yahudilerinden olan amcasının oğlu Medine’den geldi ve beni ağamdan satın alıp Medine’ye götürdü.

 Vallahi, Medine’yi görür görmez, Ammûriye’deki efendimin tarif ettiği ahir zaman peygamberinin hicret yurdunun burası olduğunu tanıdım ve anladım.

 Artık Medine’de oturdum durdum.

 Halbuki, Resûlullah Aleyhisselam peygamber olarak gönderilmiş, Mekke’de ne kadar kalmışsa kalmış.

 Fakat, ben kölelik meşguliyeti içinde bulunduğumdan onun hakkında hiçbirşey işitmemiştim.

 Sonra, kendisi Medine’ye hicret edip gelmiş.

 Vallahi, yine de haberim olmamıştı.

 Ben, bir gün, hurma ağacının başında ağama ait işlerden bazılarını yapıyordum, ağam da altımda oturuyordu.

 O sırada, ağamın amcasının oğlu gelip Yahudi ağamın başına dikildi ve:

 ‘Ey filan! Allah, Kayle oğullarının [Evs ve Hazrec kabilelerinin] belâlarını versin!

 Vallahi, onlar Mekke’den yanlarına gelen, peygamber dedikleri bir adamın başına Küba köyünde toplanmış bulunuyorlar!’ dedi.

 Bunu işitir işitmez beni öyle bir titreme tuttu ki, neredeyse ağamın üzerine düşeceğim sandım!

 Ağamın amcasının oğluna:

 ‘Ne dedin? Ne dedin?’ diyerek hemen hurma ağacından indim.

 Ağam kızdı, bana şiddetli bir tokat vurdu ve:

 ‘Bu senin neyine gerek, seni ne ilgilendirir? Sen işinin başına git!’ dedi. Ben de:

 ‘Birşey yok! Ancak onun ne dediğini anlamak istedim’ dedim.

 Yanımda biriktirmiş olduğum biraz yiyecek vardı.

 Akşam olunca, onları alıp Küba köyünde bulunan Resûlullah Aleyhisselama gittim, yanına girdim.

 Kendisine:

 ‘Senin salih bir zât olduğunu işittim. Yanında da, muhtaç, kimsesiz sahabilerin varmış!

 Şu şeyleri, sadaka olarak vermek üzere, yanımda bulunduruyordum.

 Buna, sizi başkalarından daha lâyık gördüm!’ diyerek, onları kendisine uzattım.

 Resûlullah Aleyhisselam, ashabına:

 ‘Alınız, bunu yiyiniz!’ buyurdu, elini çekti ve ondan hiç yemedi.

 Kendi kendime:

 ‘Bu, bir!’ dedim.

 Sonra, onun yanından ayrılıp yerime döndüm.

 Yine, biraz birşeyler biriktirmiştim.

 O sırada, Resûlullah Aleyhisselam da Medine’nin içine gelmiş bulunuyordu.

 Resûlullah Aleyhisselamın yanına vanp:

 ‘Senin sadakadan yemediğini gördüm.

 Bu, sana ikram olmak üzere hazırladığım bir hediyedir!’ dedim.

 Resûlullah Aleyhisselam, hemen ondan yedi ve ashabına da emretti, onlar da kendisiyle birlikte yediler.

 Bunun üzerine, kendi kendime:

 ‘Bu, iki!’ dedim.

 Bundan sonra, Resûlullah Aleyhisselamın Bakiyyü’l-Garkad’da bulunduğu sırada, yanına vardım.

 Kendisi oraya ashabından birisinin cenazesi peşinde gitmişti.

 Resûlullah Aleyhisselam, ashabı arasında oturuyordu.

 Üzerinde, her tarafını bürüyen iki ihram vardı.

 Kendisine selam verdim.

 Sonra da, Ammûriye’deki efendimin bana tarif ettiği peygamberlik mührünü görebilir miyim diye arkalarına bakmak için, arka taraflarına geçtim.

 Resûlullah Aleyhisselam, bana tarif edilen şeyi anlamak için arkaya geçtiğimi anlayınca, arkasın­dan ridasını sıyırdı.

 Peygamberlik mührünü görünce, tanıdım! Üzerine kapandım, öptüm ve ağlamaya başladım.

 Resûlullah Aleyhisselam, bana:

 ‘Bu tarafa dön!’ buyurdu.

 Gelip önlerinde oturdum.

 Ey İbn Abbas! Sana anlattığım gibi, başımdan geçeni ona da anlatmıştım.

 Benim bu kıssamı ashabının da işitmiş olmaları, Resûlullah Aleyhisselamın pek hoşuna gitmişti.

 Esirlik, kölelik, bu Selman’ı uğraştırmış, oyalamıştır.

 Bunun için, Bedir ve Uhud savaşlarında Resûlullah Aleyhisselamla birlikte bulunma imkânını bula­mamışım dir.”(1)


 (1) İbrı İshak, İbn Hişam, Sîre, I, 228-234; İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ, IV, 75-79; EbûNuaym, Delâilü’n-Nübüvve, I, 258-262; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, II, 92-97; İbn Esîr, Usdu’l-Gâbe, II, 417-419; İbn Seyyid, Uyûnu’l-Eser, I, 60-64; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 95-101; Heysemî, Mecmau’z-zevâid, IX, 332-335.

Top